Neriman ERALP

         Bostan Korkuluğundan Korkan Kargadır.

Arkadaşlarım, ben iş icabı Snoptaydım, orada Sabahattin Ali’nin hapis kaldığı kaleyi gezdim, oturdum hapis duvarlarının ardında denizi dinledim, duygudaşlık (empati) kurmaya çalıştım.  Kaldığı hücrede bulundum, duvarlara kazıdığı şiirleri okudum. Çok duygulandım, çok etkilendim. O bizim etimizden et, canımızdan can, tırnağımızdan kıymıktır. İzlenimlerimi yazarak sizi Bulgaristan Türkleri soyundan olup tarihte dalgalandıkça dalgalanan, bizde de Bulgaristan Türk edebiyatının anadilimizde oluşumunu hem şiir hem de düzyazı olarak etkileyen Eğiri Dereli (Ardino)  büyük ozanı anlatacaktım, ama hafta sonu yazılarımızdan etkilendim ve “merhamet oyunu” üstüne fikirlerimi paylaşıyorum.

 

Bizim bir bostan vardı. Dere boyunda küçük bir yerdi. Oraya biber domates, kavun karpuz ekerdik, Birkaç da kiraz ağıcımız, eriklerimiz, ayvamız ve dutlarımız vardı. Dedem, bahar aylarında beyaz kirazların sararmasını, alların da kızarmasını beklerken çayıra uzanır, gökyüzünde bir noktaya bakar ve beklerdi. Bahçenin tam ortasında bir sırık, ucunda bir şapka, şapkanın altında rüzgâr estikçe ses çıkaran bir naylon parçası, üzerinde beyaz amerikandan bir gömlek, bir elbise ve ta üzerinde de uzun kollu bir serte vardı. Bu dedemin her yıl diktiği ve giydirdiği KORKULUKTU.

 

Özür dilerim ama yazılarınızı okuduğumda aklıma ilk gelen bizim BOSTANDAKİ KORKULUK oldu.

 

HÖH parti “lideri” Ahmet Doğan hakkında, Bulgaristan’da ilk kitaplardan birini yazan, birkaç zamandan beri tarafsız analizler yayınlayan “PRESA” gazetesinin yazı işleri müdürü, bilinen gazeteci Toma Tomov, 2013’te en çok kitap satan “HELİKON” YAYIN EVİNE, Kasım Dal’ın son 15 yılda sipariş ettiği ve satın aldığı kitapların listesini çıkartmış.

Neden K. Dal’a mı? Çünkü Ahmet Doğan şu dönemde bile korumalı bir binaya kapatılmış ve neredeyse adeta bir modern hapishane hayatı yaşadığından, onun yıllardan beri öyle gidip kitapçı gezmeye, kitap satın almaya ne imkânı ne de vakti olmuş. Bu işi onun adına hep erkek sekreterliğini yapan K. Dal ile bir ara Ahmet Emin, şimdi de Mustafa Karadayı yapıyormuş.

HELİKON’un T. Tomov’a gönderdiği listede dönemli (periyodik) bir arayla en çok aranan yazarın Nikolo  Machiavelli (1469 – 1527) olduğu ortaya çıkmıştır.

K. Dal, HELİKON’ tan Machievelli’nin 1513’te kaleme aldığı “PRENS” eserini çok sık aldığı, bazı yüksek rütbeli “arkadaşlara” hediyelik olarak da özel kutuda sipariş etiği almıştır.

 

PRENS” eserinde bir liderin nasıl oluştuğu, ötekileri mutlaka korku içinde yaşatmak; korku tür ve biçimleri; korkuyu besleme, büyütme ve sürekli ayakta tutma yolları; korkuyu halk arasına salma ve geri toplama usulleri XVI. yüzyıl İtalya’sı gerçekliğinden yaşantılarla verilmiştir. Machievelli’nin yaratıcı kalemi,  gücü sınırsız bir monarşi erki gerekliliğini koşullandırırken, bugünkü koşullarda yaratılan kudreti total hâkimiyette var olan perde ardı (kulisteki) oligarşi düzenini görebilmek olasıdır. Avrupa tarihinin önemli yazarlarından olan Machievelli, lider siması yaratırken, onun halktan uzak kalmasını, kendini halktan kopararak ötekileştirirken, kitleyi korku içinde boğma ve hiçleme yani sıfıra indirme yöntemlerini yaratan kişiliktir.

Bu eserde, “Prensin” yani modern bir batı terimi olan ve bizde de çok sik kullanılan, “lider” emrinde tutmak ve kendilerine istediğini yaptırmak istediği kitleyi kendi içine kapamak, kendi öz kültüründe kapsülleştirmek, öz dinine hapsedebilmek için öncelikle parçalanmasını önlemek, dağılmasına engel olmak, bilgisizlik içinde boğmak, ruhsal gıdasını vermemek, düşünmeye başlayıp yeni istekler ileri sürüp hak hukuk adalet özgürlük masallarından uzak kalmaları için baktıkları yerin hep karanlık tutulmasını mutlaka sağlamak gerekli olduğunu yazmıştır.

 

Bu gerçeği bir defa, tarih içinde Bulgaristan’da Türk ve Pomaklar ve diğer Müslümanların aynı ümmetten oldukları açısından ele aldığımızda şu ortaya çıkıyor.

Üçüncü Bulgar Çarlığının ilan edildiği 1908 ile devlet olarak son defa çözüldüğü 1989 yılları arasında ele alındığında şunu gözlüyoruz. Pomaklarla Türklere birbirlerinden “faklı etniklermiş” açısından bakıldığında, onların topluma ve dünyaya böyle tanıtılmaya başlanmasından sonra, yani 20-nci yüzyılda bizde biri ötekine yabancı 3 kuşak yetişti. Ahmet Doğan’ın vazifesi HÖH kitlesini (Tüm Bulgaristan Müslümanlarını) bir kapta kapsülleşmeye zorlamak, onları ayrılmaz ve parçalanmaz bir şekilde bütünleştirmek anlamına geldiğinden, öteden beri uygulanan geleneksel devlet stratejisine (ayır buyur uygulamasına) her açıdan ters olup, sıra dışıdır.

1989’dan sonra böyle bir etniksel bütünleşmeye yol verildiği için bugün saç baş yolanlar olduğuna inanıyorum. Belki de, Ahmet Doğan’ın cumartesi ve Pazar çarşıya çıkış izni bile olmadan, çok sıkı düzenli “saray hapsinde” modern değimle “bunker karanlığında” tutulmasının derin nedeni buur. Bu noktada, Machievelli’yi okuyan, okuduklarını ters anlamış ve devlet menfaatlerine rağmen, ancak oligarşiye hizmet etme açısından uygulamıştır. Bu ise, devletin içindeki ayrışmaya neden olduğundan anayasa ve yasalara aykırı düştüğünden,  ağır ceza yolunu açar.

 

Bir asır merhametsizlik görmüş bir halkın aldatılabileceğini düşünmek boş iştir.

Halkım uyanmıştır: Yavaş da olsa halk uyanmaya başlamıştır.

 

Yine Machievelli eserindeki “bakılan yer karanlık olmalı” (umut öldürülmeli) gerçeği XXI. yüzyılda insanımızla ilgili pek geçerli akçe olmadı. Bulgaristan Türklerinin tüm Müslümanların baktığı yer hep Ankara olduğundan, 2001’den sonra Türkiye’de başlayan hızlı inkişaf, yükselme ortamında, dünyanın gözü önünde yepyeni bir Türkiye boy attı.  (14. yılını yaşadığımız yeni asırda Türkiye açısından karanlık bir bakış açısı yaratmak olanaksızlaştı.) Tam bu noktada, Bulgaristan’da boş kalan yeri:“mağduriyet mizanseni” doldurdu.

İç ortamda bu senaryoyu sahneye koyan Ahmet Doğan’ın kendisidir. Bugünün ve dünün milletvekilleri, Şterü Şretef, Dr. Nihat Tabakov, hırsızlar başı Sever, şimdi başı sıkışan Delyan Perevski ve daha nice “mağdur” aktörleri yaratan, bulan, giydiren, adam eden hep Ahmet’in kendisidir.

 

SORUYORUM:

Hangi aklı başında Bulgaristan Türkü, hangi soylu boylu Pomak kardeşimiz milletvekili oldu?

Yok, böyle bir şey! Olamaz ve olmayacak da!

Duvara asılan elek bile olsa, bin de deliği olmuş olsa, özel bir yerinde başka bir delik olacak, yada asmaya yarayan bir ipi olacak (yani bizim değişimizle bir bok yemiş olacak) ki, halk önüne çıkarıp, duvara asılabilesin ve Ahmet Doğan da onun “koruyucusu hatta kurtarıcısı) olsun.

 

İnanmanızda ısrarlıyım, Ahmet Doğan şimdiye kadar ne kimseyi korudu ne de herhangi birimizi kurtardı. Zayıflıklarımızdan yararlandı ve hepimizi birer birer limon gibi sıkıp sıkıp çöpe atmaya devam ediyor.

 

Örnek: Üçlü koalisyon hükümetinde Dış İşleri Bakanı Yardımcısı olan  Feyim Çavuşev (Petır Çavuşev), komploya düşürüldü, şimdi Ahmet Doğan’ın en yakın dostu Rumen Kovaçki,’nin Bodovdol madenlerinde kürek cezası çekiyor. Bunun tersi olan tek bir örnek gösterebilmek imkânsızdır.

Bugün Varna hapishanesinde nara uzanmış gün sayarken denizin uğultusunu dinleyen ve artık süt dökmüş kediye dönmeye başlayan yani kendini suçlu hissetme çöküntüsüne girmiş olan Dr. Nihat Tabakov’u, doktor kabinesinden çıkarıp Belediye Başkanı yapan, ona 30 milyon kredi dayatan, Dulovo anaokulunu kapatıp, ben ne dersem o olacak kafasıyla “kumarhane” açtıran kimdir.

Başkası değil Ahmet Doğan’ın ta kendisidir.

Sonra onu savcı, yargıç, icra memuru gibi kurtlara yem yapan ve “kardeşimiz mağdur” deyip ondan milletvekili yapan, 8 sene parlamento büfesinde küfte yedirip derin derin düşündüren oyun senaryosunu yazan Ahmet Doğan’ın kendisidir. Vazifesi bizi ya aç bırakmak, ya köpeklere atmak ya da hapiste çürütmektir. Bu katliam Bulgaristan’da düşünen ve şerefli son Türk ve Müslüman yok edilinceye kadar devam edecektir. “Bunker”de çizilen planlar bunlardır. Bize çektirmek.

 

Hiç düşünmediniz mi Sofya Meclisi Haskovo’lu Atilla’ya neden dar geldi diye!!!

Arkadaşlarımın da yazdığı gibi, bu son çeyrek asırda sözde “mağdur” gösterilen aktörler hep ne hak ve özgürlük davasıyla uzak yakın ilgisi olan, daha önce ne hapiste yatan, ne tutuklanıp sorgulanan kişilerdir. Birçokları kendileri, kardeşleri, babaları, akrabaları “soya dönüş” terör uygulamasında ve kimliğimizi yok etme davasında aktif rol almış kişilerdir. Hepsi ikiyüzlü ve hainlikten başka hiçbir şey düşünmeyenlerdir. Bunlar gazete bile okumayan, okuduğunu anlamayan süprüntülerdir. Hepsi devlet beslemesi, ahlaksız, hain tiplerdir. Aralarında bizden olan, davaya sağdık gençler yok demek istemiyorum. Fakat daha fazlası bunlardandır. 4 yıl parlamento sandalyesinde uyuklayan hiçbir konuda söz almayan, yazmayan, çizmeyen, fikir beyan etmeyen tiplerden ne bekleyebiliriz ki?

Aralarında sabıkasız olan var mı bilmiyorum!

İşte bu “kahramanlar” Machievelli’nin eserlerinden çıkarılmıştır.

Bunların arasında en büyük “KORKULUK”  ise, Ahmet Doğan’dır.

 

Machievelli, yarattığı simalardan lider yaparken “SİZDEN KORKACAKLAR”  diye yazdı.

Ahmet Doğan’da Saray’da  “yıllardan beri sığındığı inde” yakın “dostlar” (haydutlar) çevresinde:

BEN BENİ SEVENLER DEĞİL, BENDEN KORKAN İNSANLAR GÖRMEK İSTİYORUM!,”

diye var gücüyle bağırıp çağırmaya defam ediyor. Bu feryat dinmeyecektir!

Fakat biz kimseden korkmuyoruz! Korkarak yaşamak istemiyoruz!

Oktay Yenimehmedov örneği ortadadır.  En yakın hedefimiz HÜR olmak ve adil demokratik toplumu yaratmaktır. Biz bu toprakların doğurduğu aydınlarız ve tarihte alacağımız yerde:

KORKULUKLARIN MASKESİNİ İNDİREN kuşak olacağız.

KORKULUKLARI YIKANLAR BİZ OLACAĞIZ!

Sen bizi korkutma planları yaparken tımarhanelere düşTÜN. Sen artık “bunkere” hapsedilmiş bir zavallısın!

İşte sana, bizden olup, bizim de onun uzantısı olduğumuz, hapislerde çürütülmek isteyen Sabahattin Ali gururumuzun tırnaklarıyla Sinop kalesinde duvarlara kazıdığı birkaç dörtlük:

 

Burada çiçekler açmıyor,                               Avluda volta vururum;

Kuşlar süzülüp uçmuyor,                               Kâh düşüp otururum.

Yıldızlar ışık saçmıyor,                                  Türlü hayaller görürüm;

Geçmiyor günler geçmiyor.                           Geçmiyor günler geçmiyor.

 

Gönülde eski sevdalar,                                  Dışarda mevsim baharmış,

Gözümde dereler, bağlar,                              Gezip dolaşanlar varmış,

Aynada hayalim ağlar,                                   Günler su gibi akarmış…

Geçmiyor, günler geçmiyor.                          Geçmiyor günler geçmiyor.

 

 

Yanımda yatan yabancı,

Her sözü zehir gibi acı,

Bütün dertlerin en gücü;

Geçmiyor günler geçmiyor.

 

 

İyi insandan kötü söz çıkmaz. İyi insan olan BİZİZ!

Sen, hey Ahmet Doğan, hep “HER SÖZÜ ZEHİR GİBİ ACI” “BÜYÜK BİR KORKULUK” kalacaksın. Hiçbir işe yaramadın, yaramıyorsun, yaramayacaksın!

Dikkat et Saraydan burnunu çıkarırken Oktaylar çoğalıyor olabilirler…

Zehirli ağacın meyvesi yenmez. Yemedik, yemeyeceğiz!

Sen yarınları olmayan birisin. Sen karanlığın ta kendisisin.

Sen ruhunu zehirlemiş birisin. Ve bizden değildin.

BOSTAN KORKULUĞU’nun hiç meyve verdiğini görenler var mı. YOK

O zaman senden meyve bekleyenlere duyurulur.

Biz korkuyu yendik. Aç kollarını sevgilim:

KORKUYU YENDİM.

GELEN BENİM! GELEN HALK

Reklamlar