Siz bu Pazar da Nafiye Yılmaz’ın yazısını bekliyor olabilirsiniz. Kendisini sevdirmiş bir usta kalemden ayrılmanın zor olacağını tahmin ettiğim kadar, onun yerini doldurmanın da çok zor olacağını biliyorum. Ben de Bulgaristan göçmeni ve Kırcaali köylerindenim, aynı ak yeller yüzümüze vura vura saçlarımızı savura savura yetişsek de, her insan farklıdır, sizin beklentilerinizin de farklı olduğu gibi.
Yazıma başlarken düşündüm kaldım, kahve falı açsam olmuyor, çünkü filtre kahve içiyorum, güz çiçeklerinin renklerini, kokusunu anlatsam yine olmuyor, çünkü kır çiçeklerinden fazla oda çiçeklerini seviyorum, onlarsa kokmuyor maalesef.
Yüreği ve gözleri kadar düşünceleri de şeffaf olan bir kalem ustasının beyin çizen, hafıza açan, unutulanları hatırlatan, acı ve tatlının kardeş olduğunu anlatan, her şeyin bütünsellikte gizlendiğine işaret eden bir izdi bu. Bir de görülmeyeni gösterdi bize, GELİN ARMUDU öyküsü, İÇ KARGA MASALI, Belene mahkeme hükümlünün Tuna ırmağının taşmasında özgürlük araması, ihanet illetini soğan zarıyla dile getirişi, her ustanın uzanabileceği doruk değildir. Onun yazdıkları, bedelleri çoktan ödenmiş tecrübelerin damlalarıydı.
Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi kalemlerinden bu ısıtılmış köşeyi kaptım da, bana verilen güveni hak edebilir miyim diye düşünmeye başladığımdan beri, dedemin bir sözü geliyor hep aklıma “yetenek doğurandandır” derdi rahmetli. Yazmaya yazarım da, okurun kıvamını tutturabilir miyim acaba?
Fikrimi şöyle açabilirim: Recep Bilgin adında bir baba dostumuz 1960’larda bir heyetle ABD’ye gitmiş. Orada sudur, sabundur, jilettir demeyeyim diye Bayer tıraş makinesini beraberine almış. Varmışlar varacakları yere ve bir otele yerleşmişler, sabah tıraş olacak, takmış prizi makine çalışmıyor. Sormuş soruşturmuş oysa Amerika’da cereyan voltajı 220 değil, 110 imiş. Niyet başka sonuç başka!
Şu bizim araştırma merkezinde hep politika konuşuluyor.
Konuşulanın farklı bir yazılışı var. Bulgaristan’da çıkan bütün kitapları okuma heveslilerimiz, göğüs kabartıyor artık. “Oku, baban gibi eşek olma!” diye yavaştan dokunduracağım, alınan olur diye çekiniyorum. “İlgilenmeden öğrenilemez,” diyenler de çoğalıyor. Dünkü gün, başka bir arkadaşımla havadan sudan konuşurken “dâhiler zor anlaşılır” dedi.
Dahi olan kimdi!
Benimle alay mı ediyordu?
Bana, sen anlaşılır bir biçimde yazamazsın, her pınarın suyu içilmez mi demek istedi diye gece boyu düşünürken, gözüme uyku girmedi.
Ben müzik dinlemeyi, dans etmeyi seven biriyim. Bundan dolayı her olayın iyi örneklendiğinde ve irdelendikten sonra emsalleriyle ustaca mukayese edildiğinde, her zaman her yerde anlaşılacağına inanıyorum. Bir de, olayların aldığı olumlu ve olumsuz tepkiler çok önemlidir.
“KÖR FİŞEK” yazısını okudum. Sofya Üniversitesi öğrencilerinin dersleri boykot ederek, yol keserek hükümeti istifaya çağırışını anlatıyor. Bildiğim kadarıyla 1990’larda böyle bir olay yaşanmış Sofya’da. İnandığım bir gerçek varsa o da şudur, 1990’daki öğrenci olaylarıyla Bulgaristan’da demokratikleşme süreci bir milim ilerlememiştir. Olayların seyri içinde gerçekler ortaya çıkmaz. 23 yıl sonra totaliter rejimin bir yavrusu olan sosyalist partinin ve aynı baskı rejiminin istihbarat teşkilatının bir yavrusu olan Hak ve Özgürlükler Partisinin sarmaş dolaş olup aynı iktidarı yanı ayni yatağı paylaştıkları ortadadır.
Yatak odasından kadın erkek kavgası bile işitilmiyor.
Olağanüstü ilginç olan ise, şu sosyalist partinin babası olan komünist partisi bizim babalarımızın ve annelerimizin adlarını değiştirmişti, dedelerimizin mezar taşlarını yıkmıştı, ben de beraber hepimizi, evimizden, yurdumuzdan.
Vatanımızdan kovmayı başardılar.
İş “kör olasıları” demekle demek bitmiyor. 23 yıldır bu derin yara izleri kapandı mı?
Ben, 1984’en 1990’lara kadar Bulgaristan’da bir Türk ya da Müslüman’a gün gelecek bizim kuracağımız bir partimiz olacak ve bu parti şu imanımızı gevreten ve hepimize kan kusturan totaliter partinin devamcılarıyla dans edecekler, ortak hükümet kuracaklar, yalnız yedikleri içtikleri ayrı gidecek, demiş olsaydınız, en hafif lanetleme “bunun da kafası iyice boş!” olurdu.
Boş kafalarda da izler var, boşluğun izleri…
Oysa ne oldu, şimdi olup biteni bir dans olan “tango” ile karşılaştırmalı anlatayım.
“Tango” sevinç ve öfkenin dansıdır. Adını, zenci kölelerin toplanıp açık arttırmalı satıldığı pazarlardan almıştır. Bir hayvan gibi satılan köleler, elleri kolları kelepçeli, kamçılana kamçılana, asla geri dönmemek üzere, ite kaka gemilere istif edilirken yaşadıkları acı ve kükreyen öfke ile ayrılık sevgimi söndüremez inancının kapıştığı andır.
Biz şimdi Bulgaristan’da ikisinin de son bileti kesilmiş olan, BSP ile GERB partilerinin yakan bakışlarla çevirdiği “Arjantin Tangosu”nu seyretmiyor muyuz?
Sevgi ve öfkenin yandığı ocak yataktır. Tango her zaman yatakta sona erer. Çok yakında biz de bu sahneyi izleyeceğiz. Çünkü arkada kalmış izler var. Ayrılan yollar bir gün yine bir arada kesişir.
Gerçekleri yazmak ağır iştir.
Şu, BSP ile GERB’in yakında sarmaş dolaş olmaya hazırlanması, ölüm yatağından bir türlü kaldırılamayan ya da artık mumyalanmış olduğu bize bildirilemeyen totalitarizm cesedine hizmetin devam edeceği anlamına gelmiyor mu?
Bunun işaretlerini ilk önce veren, HÖH/DPS lider tayfasından Başkan Yardımcısı Hristo Biserov ile milletvekili Yordan Tsonev oldular. Onların ikisi de bundan 3 ay önce parlamentoda gazeteciler tarafından fazla sıkıştırınca “koalisyonun genişlemesinin ihtimal dışı olmadığını” telaffuz etmişlerdi. Onların beyanları “attan düşer belim kırılır” korkusuna kapılan Başkan Lütfü Mestan tarafından hemen tuşlandı.
Ardından gelen açıklamalarda, şu Tsonev zaten eskiden kumarhanelerde oyun ebeliği (krupiyelik) yapmıyor muydu, dendi. Ahmet Doğan’ın onu çalma kapma dolandırma işlerinde hova olarak çağırdığı ortaya çıktı. “O pek bilmez!” dendi. Ve olay yatıştı.
Tabii bu sözlerden izler kaldı. Koalisyonun dağılabileceği, yeniden kurulabileceği ya da yeni ortak alınabileceği gibi esaslı esasız düşünenler oldu. BSP-Bulgaristan Sosyalist Partisi HÖH-Hak ve Özgürlükler Partisi ile “Arjantin Tangosu”nu müziği tek telle çalan kemancı ATAKA’nın keyfine göre oynamak istemeyebilir, değil mi!
Sosyalist Parti HÖH’ü boşarsa, ortalık yanar, tutuşur. Bu da, derin izler bırakır, kuşkusuz.
Neriman ERALP
Reklamlar