Son günlerde Said-i Nursi‘nin şeceresiyle ilgili olarak ortaya atılan ve belgelere dayandırıldığı iddia edilen tezler Araştırmacı Arşivci Abdullah Demir tarafından belgeleriyle çürütüldü.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün öncülüğünde bir ekip tarafından yapılan araştırmada belgelere dayanılarak Said-i Nursi‘nin Seyyid olduğu iddia ediliyordu. Ancak, Arşivci Araştırmacı Demir, Osmanlı arşivlerinde yer alan belgelerle Akgündüz ve ekibinin tüm tezlerinin temelsiz olduğun ortaya koydu. Demir, topladığı arşiv belgelerini “Osmanlı Belgelerine Göre Said-i Nursi‘nin Seyyidliği Meselesi” isimli kitapta da yayınladı.
SEYYİD KİMLERE DENİR?
Dünya Bülteni için de konuyu kaleme alan Demir, öncelikle Seyyidliğin tanımını yaptı. Demir’in yaptığı tanma göre, “Peygamberimiz (SAV)’in nesebinden, diğer bir değişle Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarından, yani Hz. Hasan ve Hüseyin (RA)’in soyundan gelen ve sahih bir şekilde müteselsilen nesep defterlerine tescil ve tespit edilenlere -neslen- Seyyid” denir. Manevi Seyyidlik kavramının olduğunu belirten Demir, Allah yolunda hayatlarını vakfedenlerin de bu kategoriye girdiğini, Hz. Muhammed’in aslen Farisi olan Sahabe Salman-ı Farisi için “Selman bendendir ve ehl-i beytimdendir.” hadisini buna delil olarak gösterdi.
MANEVİ SEYYİDLİK
“Gayemiz, asla insanların etnik kökenleriyle uğraşmak değil, sadece bir hakikatin ortaya çıkmasına vesile olmaktır” diyen Abdullah Demir, “Sahabe-i kiramdan Selman-ı Farisi (RA) ne kadar seyyid ise Üstad Bediuzzaman Said-i Nursi’de o derecede seyyiddir.” diye yazdı.
SEYYİDLİK ŞECERESİ NASIL ALINIR?
Seyyidlik şeceresinin nasıl alındığı konusuna da açıklık getiren Abdullah Demir, “Herhangi bir şahıs siyadet davasında bulunduğu takdirde bölgede bulunan Nakibü’l-eşraf’a veyahut bölgede bulunan adli mercilere müracaat eder. Yapılan müracaat üzerine defter kayıtlarına bakılır seyyid olup olmadığına dair kayıtlar onu doğrular nitelikte ise mahkeme şahitlerin de ikrarı üzerine tescili yapılır ve kendisine hüccet-i şer‘iyye verilerek siyadeti tasdik olunur. Söz konusu şecerede Said Nursi’nin mahkemeye böyle bir müracaatı bulunmamaktadır. Herhangi bir müracaat olmadan siyadet defterine kaydının yapılması mümkün değildir.” dedi.
AKGÜNDÜZ’ÜN ŞERECESİNDEKİ EKSİKLİKLER
Demir, Prof. Dr. Akgündüz ve ekibinin yayınladığı şeredeki eksiklilkleri şöyle sıraladı:
1- Şecereler tanzim edilirken üzerinde Nakîbü’l-Eşraf’ın, mahkeme kadısının ve şuhudü’l-hal dediğimiz şahitlerin imza ve mühürlerinin olması şartı vardır. Bu şecerenin üç yerinde Nakîbü’l-Eşraf’ın üç mührü vardır, fakat hiçbirinde isim yer almamaktadır. Şecerede sadece “Nekabetü’s-Sadatü’l-Eşraf” lafzı yazmaktadır. Halbuki, aynı mühürde şahsın ismi ile unvanı yazılmalı ve mührün hangi tarihte hâk edildiği yer almalıydı. Bu şecerede ise “Nekabetü’s-Sadatü’l-Eşraf” lafzı yer almakla birlikte mührün kime ait olduğu ve mührün hangi tarihte kazıldığı yer almamaktadır.
2- Şecere Şeyh Abdülkadir Geylani (KS)’ye kadar uzanmaktadır. Geylani’den sonrasını yani Hz. Hasan’a kadar uzanan on iki babayı ise yazar ensab kitaplarını kaynak göstererek şecereyi tamamlamak üzere yazmaya çalışmıştır. Bu şecereye Hiyaliyyin şeceresi denmez, ancak ve ancak Ahmet Akgündüz şeceresi denir. Çünkü kendisi düzenlemiştir. Şecerede yer almayan isimleri kendisi yerleştirerek yeni bir şecere oluşturmuştur.
3 – Hiyaliyyin şeceresi Şeyh Abdülkadir Geylani’den başlayıp Mirza Reşan’da bitmiştir. Hamed el-Hiyali tarafından Üstad Bediüzzaman ve annesi ilave edilmiştir. Mirza Reşan ile Said-i Nursiarasında dört baba yer almamaktadır. Hiyaliyyin şeceresine yazar dört babayı ilave ederek Said-i Nursi’ye kadar silsilenameyi getirmiştir.
4 – Şecerenin ana kaynağını teşkil eden yazıda şu ifade yer almaktadır: “Abdülvahab, Abdullah ve Mirza Reşan ve min zürriyetihi eş-Şeyh Üstazuna el-Ekrem Saidi’n-Nursi el-Hiyali el-Geylani el-Hüseyni ve validetuhu Hasaniyetü’bnü zürriye” Ancak bu silsile Akgündüz’ün şecereyi dahi yanlış okuduğunu veya hiç okumadığını ortaya koymaktadır. Şecerede Said Nursi’nin nesebinin Hz. Hüseyin’e dayandığı ve annesinin soyunun da Hz. Hasan’a dayandığı kaydı yer almaktadır. Yazar ise şecerede geçen metnin aksine Bediüzzaman’ın soyunun Hz. Hasan’a dayandığını dolayısıyla şerif olduğunu, annesinin soyunun da Hz Hüseyin’e dayandığını ve aynı zamanda seyyid olduğunu ifade etmektedir.
5 – Başbakanlık Devlet Arşivi’nden Şeyh Abdülkadir Geylani (KS) ile ilgi aldığımız şecereyle birebir karşılaştırma yaptığımızda şecerede yer alan isimlerin birbiriyle tezat teşkil ettiğini görmekteyiz. Şöyle ki, arşivdeki şecere Seyyid el-Hamidi el-Kadiri’den başlayıp Hz. Hasan’a dayanmakta iken Hiyali Aşireti şeceresinde bu silsilename bulunmamaktadır.
6 – Şecere baştan sona kadar tek bir hattan ve tek kalemden istinsah edilmiştir. Şecerede yer alan mühürlerin hiçbirinde imza bulunmamaktadır. Ayrıca “Nekabetü’s-Sadatü’l-Eşraf” mühürleri bulunmakta ancak hiçbirinde sadatın isimleri yer almamaktadır. Hâlbuki Osmanlı Arşivi belgelerinde yer alan silsilename ve neseb hüccetlerinde Nekabetü’l-Eşrafın ismi mühürlerde yer almaktadır. Ayrıca Hiyali şeceresinde yer alan mühürlerin yazı açıları kumpasla ölçüldüğünde yazılar aynı açıyı göstermektedir. Hâlbuki kazılan mühürlerde aynı ölçüyü bulma imkânı yoktur. Bu durum, mühürdeki yazıların bilgisayarda hazırlandığını kuvvetlendirmektedir.