Nevzat ÖZTÜRK
İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

“Radikalizm”, Latince bir kökten gelen “Radikal-kökten” kelimesinden türetilmiş bir terimdir. Köklü değişimci, köklü yenilikçi, aşırılıkçı, aşırı tutucu, aşırı yenilikçi, temelden yıkıp-yapıcı, fundamantalist gibi anlamları çağrıştırır. Bugün özellikle Batı dünyasında yaygın biçimde kullanılan “Radikal İslam” kavramı, İslam’ın ve Kuran’ın özüne bütünüyle aykırı bir anlayış olarak 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. İslam inanç ve düşüncesinin şiddet, ayaklanma ve devrim gibi yöntemlerle hâkim edilmesi ve toplumlara benimsetilmesi şeklindeki çarpık zihniyeti savunan bir kısım yazar ve ideologlar bu kavramın doğmasında ön ayak olmuştur.

Radikalizm ve özellikle “İslami radikalizm”, günümüzde yaygın bir akım olarak gündemi işgal etmektedir. Bu deyimin yaygın kullanıcıları, çağın egemen güçleri, “radikalizm” kavramını; kendi egemenliklerine yönelik tehdit oluşturacak dini-siyasi hareketleri de katarak genişletmişler; insanlığın baş belası ve mücadele edilmesi gereken “dini-siyasi akımlar” olarak dünyaya kabul ettirmişlerdir. Çoğu kere de, özellikle İslam adına ortaya çıkmış yahut kendi elleriyle besleyip büyüttükleri bu tarz “radikal hareketleri”, gizli ellerle yönlendirerek; siyasi-ekonomik küresel hâkimiyetlerini pekiştirmede ve amaçlarını gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmaktadırlar.

Yakın tarih, “emperyal güçler”in bu oyunlarının kolayca sergilendiği örneklerle doludur. 1979 Sovyetlerin Afganistan’ı işgali döneminde kurulan El Kaide ve benzeri örgütler “Radikal İslam” kavramının dünya çapında tanınmasına yol açtı. 1990 Körfez Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve 2000’li yıllarda Irak ve Afganistan savaşları süresince giderek güçlenen selefi akımların bir kısmı da bu zihniyeti sahiplendi.

11Eylül saldırılarından günümüze uzanan, yakın tarihte de IŞİD ve benzeri selefi örgütlerin terör eylemleriyle hafızalara kazınan bu süreç, “radikal terör” ve “İslami terör” gibi kavramları doğurdu. Bugün ise, bu sürecin bir sonucu olarak radikalizm ve terör kavramları, bazı kişiler tarafından son derece haksız bir biçimde, İslam dini ve dindar Müslümanlarla özdeşleştirilmeye çalışılıyor. Oysa tarihi ve sosyolojik açıdan incelediğimizde “radikal”, “radikalizm” gibi kavramların İslam’la bağdaştırılmadan çok daha önce ortaya çıktıklarını görürüz.

Radikalizm, fikir, düşünce ve inançların içeriğinden çok bunların zorla kabul ettirilmesiyle ilgili zorba bir ideolojik yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, aşırı solcu politik görüşleri demokratik yollarla değil de kanlı bir komünist devrimle hâkim kılma, aşırı sağcı, milliyetçi fikirleri parlamenter sistem içinde savunmak yerine diktacı faşist yöntemlerle insanlara kabul ettirme çabaları hep radikalizm örnekleridir. Aynı şekilde dini bir inancı veya yaşam biçimini dayatmak, dini idealleri hayata geçirmek için baskı, şiddet, terör ve savaş yolunu benimsemek doğrudan radikalizmdir.

Oysa semavi dinler özünde sevgi, barış, kardeşlik, fedakârlık, yardımlaşma gibi ortak ve kutsal değerleri öğütlerler.  Ancak bu dinlerin bazı mensupları, sonradan radikalizmin tuzağına düşerler.

Kelime anlamı dahi barış ve esenlik anlamına gelen İslam’ın, radikalizm gibi vahşi ve korkunç bir zihniyetle birlikte anılması gerçekte çok büyük bir yanlış ve çelişkidir. Zira İslam’ın yegâne geçerli kaynağı olan Kuran’da radikalizme hiçbir dayanak bulmak mümkün değildir. Tam aksine, Kuran ayetleri inanç ve düşünce özgürlüğünü günümüz modern toplumlarında olduğundan bile daha ileri düzeyde savunmaktadır. Kur’an çok net olarak İslam’da zorlama olmadığını belirtir. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”(Bakara Suresi 2/256) ve bir başkasının dinine karışmaya hiç bir şekilde izin vermez. “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”  (Kâfirun Suresi 109/6)

Kur’an’ın şahsi inançlarına gösterdiği saygı, her türlü inanç özgürlüğünü en özlü biçimde ifade ederken bugünkü modern laik düşüncenin de temel mantığını vurgular.

Baskı, şiddet, terör şöyle dursun, inanç ve ibadetlere müdahale konusunda en küçük bir zorlama dahi yapılamayacağı Kuran’da kesin bir üslupla bildirilir. Kur’an, inananlara sadece hatırlatıcı olduklarını, zorlayıcı olmadıklarını anımsatır. “Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. “(Ğaşiye Suresi, 88/21) , “Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.”(Kaf Suresi 50/45)

Allah’tan gelen bir dinin, haksız yere öldürmeyi, çalıp çırpmayı, adaletsizliği, hak ve hukuktan uzaklaşmayı tavsiye etmesi mümkün değildir. Allah’tan gelen vahiyler, insanların ortak noktalarda buluşup barış içinde yaşamaları ve hem bu dünyaları hem de ahiretleri için de gerekli olan şeyleri öğrenmeleri için çeşitli bildirimlerde bulunmuşlardır. Ancak insanoğlunun bozguncu yönünün bu gerçeği unuttuğu ve inançlarını kendi istek ve tutkuları doğrultusunda kullanarak özünden uzaklaşmasına sebep olduğu da bir gerçektir. Bu sebeple herhangi bir kişi ya da toplumun yapmış olduğu bir hata, haksızlık yahut zulmün mensubu olduğu dine fatura edilmesi doğru değildir.

İnsanlık tarihi boyunca işlenen suçların, zulüm ve baskıların din temelli olduğunun iddia edilmesi de gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü bu durum, dinin özünden değil o dine mensubiyeti bulunan insanların bozukluklarından ve dini yanlış yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Hiçbir dini metnin, insan müdahalesinden korunmuş orijinal haliyle: “Yıkın, yağmalayın, bozgunculuk yapın, haksız yere cana kıyın ya da fitne-fesat çıkartın” şeklinde emirlerde bulunacağı düşünülemez. Tarih boyunca bazı insanların dini, nefsî arzularına âlet etmeleri her din mensubunun zalim ve bozguncu olduğu anlamına gelmez. Aksine dünya tarihi boyunca dinin insanlığı medenî bir şekilde birliktelik içinde yaşamaya sevk ettiği görülür. Bununla birlikte dinin savaş ve kargaşa sebebi olduğunu iddia eden kimi çevrelerin örneğin Stalin’in yaptıklarına bakarak komünizmi suçlamadıklarını görürsünüz. Bu ise söz konusu kişi ve çevrelerin meselelere yönelik olarak çifte standart uyguladıklarını göstermektedir.

Kuran ayetleri, gerek ferdi gerekse toplumsal manada eşsiz bir ahlaki sistem koyar ortaya. Kuran-ı Kerim, dini, ahlaki, sosyal ve beşeri ayetleri ile tüm insanlığa rahmet ve kılavuz olarak gönderilmiştir. Ortaya koymuş olduğu değerleri ile akıl, mantık ve insan yaratılışıyla müthiş bir uyum içindedir. Şüphesiz bunun en büyük sebebi Kuran’ın her şeyin yaratıcısı Allah tarafından bildirildiği haliyle korunmuş olmasıdır. Kuran, birbirinden çok farklı konulara temas etmesine rağmen kendi içindeki eşsiz tutarlılığı sebebiyle mucizevî bir şekilde insanı kendine hayran bırakır. Kuran ayetleri en zor konularda dahi getirmiş olduğu sade anlatım ve açıklamalarıyla her seviyeden insana hitap edebilmekte ve bu sayede insanlığa bir hidayet rehberi ve kılavuz olabilmektedir.

Kuran günümüzden 1400 yıl gibi bir süre önce insanlığa bir rehber olmak ve kıyamete kadar hüküm sürmek üzere gönderilmesine rağmen her dönemde mevcut çağın ilerisinde olmuş, temas ettiği noktalarda ise daima haklı çıkmıştır. Tarih boyunca çeşitli din ve kültürlerde mevcut bulunan gerek evren gerekse en küçüğünden en büyüğüne kadar canlılar ile ilgili inanç ve iddialar göz önünde bulundurulduğunda, Kuran’ın önem ve değeri daha da iyi anlaşılmakta ve tarihsel süreç içindeki bu haklılığı da Kuran’ın insan sözü olamayacağının önemli bir kanıtı olmaktadır. Dinin yeryüzünde fitne ve kargaşa sebebi olduğunu, insani ve ahlaki değerleri hiçe saydığını iddia edenler için Kuran’da yer alan temel ahlaki ve insani değerlere yönelik buyrukları hatırlamak bu gibi asılsız iddia sahipleri için yeterli bir cevap olacaktır.

Kuran ayetleri açık bir şekilde insanları Allah’ın yoluna hikmet ve güzel öğüt ile davet etmemizi söylerken bir yandan da insanlara örnek olabilmek için, ihlas ve samimiyet 233 içinde söylem ve eylem tutarlılığı sergilememizin önemine dikkat çekmektedir: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlara (karşı) öyle bir mücadele yöntemi ortaya koy ki, o en güzeli, en etkilisi olsun! Çünkü senin Rabbin var ya: işte O kendi yolundan sapan kimseyi de, doğru yola yöneleni de en iyi bilendir. (Nahl 125)

Peygamberimiz Hz. Muhammed, Allah’ın uyarılarına en güzel şekilde uymuştur. Ancak maalesef bugün Allah adına, Peygamberimiz adına eylemlerde bulunduğunu iddia eden bazı Müslümanlar, Allah’ın ayetlerindeki apaçık uyarılarına göre değil, din adına uydurulan kabullere dayanarak insanlar üzerinde baskı kurmakta ve insanları inanmaya ya da inancın gereklerini yerine getirmeye zorlamaktadırlar. Bunu yapan insanlar Müslüman olduklarını iddia ediyor, ancak İslam’ın yegâne kaynağı olan Kuran’a hiç bakmıyor ya da Kuran’ın uyarılarını ve Peygamberimizin güzel örnekliğini dikkate almıyorlar.

Kuran ayetleri Peygamberimiz başta olmak üzere tüm inananları bu konuda uyararak şöyle söylüyor: Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? (Yunus 99)

Görüldüğü gibi insanları yaratan Allah bile inanmaları için onları zorlamıyorken bazı kişilerin Allah’tan yetki almış gibi insanları inanmaya ya da bazı ibadetleri yapmaya zorlamaları nasıl kabul edilebilir?

Allah, elçi olarak görevlendirmiş olduğu kulunun bile diğer kulları üzerinde zorlama yetkisi bulunmadığını söylüyor ve: Yüz çevirirlerse Biz seni onlar üzerine koruyucu/bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir. (Şura 48) gibi ayetler ile açık bir şekilde Peygamberimizin sadece öğüt veren bir uyarıcı olduğuna dikkat çekiyor.

Diğer taraftan, bugün İslam ile anılması söz konusu edilemeyecek bir kavram olan fobinin yani korkunun maalesef İslam denildiğinde kimi insanların zihninde uyanan ilk izlenimlerin başında geldiği görülmektedir. Oysa İslam insanlara güven, huzur, esenlik ve barış getiren bir inançtır. İslam insanları korkutmak için değil doğru yolda onlara kılavuzluk ederek ilahi uyarılarda bulunmak için vardır. Ancak geçmişten günümüze gerek kimi mensuplarının yanlış din algısı ve uygulamaları gerekse İslam’ı kötü göstermek isteyen kişi ve çevrelerin İslam ile ilgili oluşturmaya çalıştıkları olumsuz hava sebebiyle İslamofobi gibi bir kavramın dünyanın gündeminde olduğu görülmektedir.

Muhakkak ki, modern dünyanın hastalıklarından biri de ırkçılıktır. Irkçı düşünce kendisi gibi olmayanı dışlamakla ve farklı olanları psikolojik bir şiddete maruz bırakmakla kalmamaktadır. Bunun yanında ırkçılık, farklı etnik ve dini kökenlere sahip kişilerin sosyal ve ekonomik hayatta dezavantajlı konuma düşmesine neden olmaktadır. Kuşkusuz ırkçılığın günümüzdeki tezahürlerinden birisi de farklı kültürlere ve dinlere mensup insanların gündelik hayatın birçok alanından dışlanması, psikolojik ve sosyal şiddete maruz kalması şeklinde gerçekleşir. Günümüzde özellikle Batı dünyasında bu şiddetten en çok nasibini alanlar Müslümanlar olmaktadır. İslamofobi olarak anılan bu eğilim, Müslümanlardan, sırf Müslüman oldukları için korkulması, onlardan nefret edilmesi ve hatta tiksinilmesi anlamlarını taşır.

İslamofobi temelde, bizim tespitimize göre,  üç kaynaktan beslenmektedir. Bu kaynakların birincisi kendini Müslüman olarak tanımlayan bazı kendini bilmezlerin işledikleri terörist eylemlerdir. Bu terörist eylemler neticesinde Batılıların zihninde yüzlerce yıldır süregelen “İslam şiddet dinidir” fikri güçlenmektedir. Maalesef Kuran’da sadece savunma savaşına izin verilmesine rağmen bu eylemler Kuran’ı gölgelemekte, İslam’la ilgili hatalı bir imaj sunmaktadır. İkincisi Müslümanların eski dönemlerden farklı olarak Batıda da yaşıyor olmasıdır. Bu birliktelik, bu iç içe olma durumu zaman zaman bazı gerilimleri beraberinde getirmektedir. Batıya önce göçmen işçi veya sığınmacı olarak giden Müslümanlar zaman içinde Batının bir parçası olmuş, Batılıların çalıştığı işlerde çalışmaya başlamış, onların faydalandığı imkânlara talip olmuşlardır.

Üçüncüsü ise, terördür. Sözde din adına yapılan terörist saldırılar neticesinde İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan kitleler İslam’ın bir şiddet dini olduğu izlenimine kapılmakta, İslam’a ve onun takipçilerine karşı cephe alabilmektedirler. Kimi zaman bu durum Müslümanlara karşı işlenen sözlü ve fiziki saldırıları beraberinde getirmektedir. Örneğin 2016 yılında Manchester şehrinde (İngiltere) meydana gelen bombalı saldırıdan hemen birkaç saat sonra yine Manchester’da bir cami kundaklanmış, daha yeni Yeni Zelanda’daki cami İslam karşıtları tarafından kundaklanmış, ibadet eden insanlar katledilmiştir.

İslam adına hareket ettiklerini söyleyen örgütler, aslında en büyük zararı adına savaştıklarını iddia ettikleri dine veriyorlar. Referanslarını, meşruiyetlerini, işledikleri cinayetlerin, saçtıkları vahşetin gerekçelerini İslam’a bağlıyorlar, adı aslen ‘barış’ anlamına gelen bir dinin ağza alınmayacak vahşetlerle anılmasına yol açıyorlar.

Sonuç olarak; radikalizm, hiçbir İlahi dinin özünde ve temelinde olmayan, hatta bu özden tümüyle uzak olan bağnaz yapılara kolaylıkla monte edilebilen sapkın bir zihniyettir. İslam inanç sistemi, insana tanıdığı özgürlükleri, barış, sevgi ve erdem temelli ahlaki ilkeleri ile insan aklına ve yaratılışına en uygun sistemdir. İslam’ın, baskı ve korku ile anılması mümkün değildir. İslam’ın bu şekilde algılanmasının sebebi İslam değil, yanlış din algısına sahip Müslümanlardır. Müslümanların çoğunluğuna bakarak İslam’ı yargılamak ya da İslam’ı Müslümanlar üzerinden anlamaya çalışmak doğru bir algının oluşmasını imkânsız kılacaktır. Barış ve esenlik anlamına gelen İslam’ın, radikalizm gibi vahşi ve korkunç bir zihniyetle birlikte anılması gerçekte çok büyük bir yanlış ve çelişkidir. Zira İslam’ın yegâne geçerli kaynağı olan Kuran’da radikalizme hiçbir dayanak bulmak mümkün değildir. Tam aksine, Kuran ayetleri inanç ve düşünce özgürlüğünü günümüz modern toplumlarında olduğundan bile daha ileri düzeyde savunmaktadır. İslam coğrafyasında bağnazlıkla yoğrulmuş kitleleri içine düştükleri beladan çekip çıkarmanın, hem onları hem de tüm dünyayı radikalizm ve terörün pençesinden kurtarmanın yegâne yolu o insanları İslam’ın özüne, döndürmektir. Bu da askeri operasyonlarla değil ancak çok geniş çaplı ve kapsamlı bir eğitim seferberliği sayesinde mümkün olacaktır.

Dostlarınızla paylaşınız

Reklamlar