Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar
Nevzat Öztürk
Arapça’da tevbe; “geri dönmek, rücû etmek, dönüş yapmak” anlamına gelir ve “dinde yerilmiş şeyleri terkedip övgüye lâyık olanlara yönelme” biçiminde tanımlanır. Ayet ve hadislerde tövbenin ve anlam yakınlığı içinde bulunduğu kavramlarının kullanılışı göz önünde bulundurulduğunda tövbenin bezm-i elestte Allah ile kul arasında yapılan ahdin tazelenmesini veya her insanın fıtrat çizgisine dönmesini ve onu korumasını ifade ettiği anlaşılır. Çünkü kul selim fıtratında mevcut ahit şuurundan zaman zaman uzaklaşmakta veya bunu tamamen unutmaktadır. Kişinin işlediği kötülükler Allah Teâlâ ile iman arasındaki bağı zedelemekte, her zaman vaadini ve ahdini yerine getiren yüce yaratıcıdan onu uzaklaştırmaktadır. Tövbe de bu uzaklaşmaya son verme çabasıdır. Dolayısıyla tövbe ruhun Allah’a açılışını ve yücelişini hedefleyen duaya benzemektedir. Esasen Kur’an’da ve hadislerde yer alan tövbe ve istiğfar ifadelerinin çoğu dua ve niyaz üslûbundadır. İlâhî rahmetin genişliğini ifade eden birçok rivayet, tövbenin Allah ile mümin arasındaki dostluğun devamını sağlayan bir vasıta olduğunu gösterir. Bütün ilâhî dinlere göre insan hem iyilik hem kötülük yapma temayülüne sahip bir varlıktır. Hz. Âdem hata etmiş, fakat tövbe ile rahîm olan Allah’ın affına mazhar olmuştur. Aslında tövbe imanın bir tezahürüdür; bezm-i elestte Allah’a verilen sözün hatırlanması ve yapılan ahdin tazelenmesidir; Kur’an’da işaret edildiği gibi (eş-Şems 91/9-10) nefsini kirlerden arındırma çabasıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de tövbe etme hakkının tövbeyle, ilâhî affa mazhar olabilme imkânının bilerek ve inatla değil de cehalet yüzünden kötülük yapan kimseye verildiğine işaret edilir (en-Nisâ 4/17; el-En‘âm 6/54; en-Nahl 16/119). Buradaki cehalet “bilgisizlik” anlamına geldiği gibi “beşerî hislerin baskısı altında bulunan kalbin duyarsızlığı” mânasına da alınabilir. Allah’ı rab, Muhammed’i peygamber ve İslâm’ı din olarak kabul eden kimsenin bu gafleti uzun sürmez, pişmanlık duyarak tövbe eder; Nisâ sûresindeki âyetin devamı da buna işaret etmektedir. Şu halde tövbenin ilk şartı nedâmettir, Âlimler tövbenin Allah nezdinde kabul edilmesinin bu üç şartına (nedâmet, terk, tekrar işlememe) bir dördüncüsünü eklemiştir; o da iyi amel işlemek suretiyle geçmişteki hataların telâfi edilmesidir. Bu dört şartın üçüncüsünü oluşturan günahı tekrar işlememe hususu Allah’ın mağfiretine kavuşmak için Kur’an’da şart koşulmuştur (Âl-i İmrân 3/135). Nefsânî arzularına kapılabilen insan için zor bir sınav olan bu noktada tövbe teşebbüsünde öncelik verilmesi gereken şey bir daha yapmamaya kesin karar vermektir. Bununla birlikte günahın tekrar işlenmesi durumunda yine pişmanlık duyup bir daha yapmamaya azmetmek gerekir.
Âlimler, işlenen günahların tövbeden sonra amel defterinden silinmesi için tövbekârın bazı telâfilere girişmesinin gerektiğini belirtir:
1-Günahlar kul hakkıyla ilgili olmayıp sadece ilâhî haktan ibaretse ve bunların içinde kazâsı mümkün farz ibadetler varsa bunlar kazâ edilmelidir.
2-Kul hakkına yönelik günahlara gelince; bu konuda asıl olan Hz. Peygamber’in şu tâlimatıdır: “Müslüman kardeşinin malına veya şeref ve namusuna yönelik günah işleyen kimse altın ve gümüşün bulunmadığı gün gelmeden önce ondan helâllik dilesin. O gün, dünyada kötülük yapan kimsenin sevapları varsa haksızlığı kadar alınıp mağdura verilir, yoksa onun günahından alınıp berikine yüklenir” (Müsned, II, 435, 506; Buhârî, “Riḳāḳ”, 48, “Meẓâlim”, 10). Yapılan kötülükler helâllik sırasında hak sahibine haber verilir, rızasını alacak biçimde helâllik dilenir. Maddî veya mânevî bir zarara yol açılmışsa o tazmin edilir.
3-İşlenen kötülük kişinin haysiyet ve şerefine yönelik olup kendisinin haberi yoksa tercih edilen görüşe göre bunları bildirip onu üzmek yerine genel anlamda özür dileyerek bağışlanma istenir. Ancak kişinin gıyabında yapılan onur kırıcı konuşmaların aksinin aynı mecliste söylenip telâfi yoluna gidilmesinin gerekli olduğu şüphesizdir (Kādî Abdülcebbâr, s. 799; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 119-121).
4-Tövbe konusu günahlar doğrudan insanlara, toplum hayatına yönelikse bunların affa uğraması için mutlaka telâfi edilmesi gerekir. Meselâ bir yerde çalışan kişinin rüşvetle iş görmesi ya da yolsuzluk yapması durumunda haksız elde edilen bu kazancın hak sahibine iade edilmesi gerektiği gibi Hz. Peygamber’in şu beyanı da hatırlanmalıdır:
“İslâm toplumunda güzel bir çığır açıp kendisinden sonra bu yolda iş görülen kimsenin amel defterine sonrakilere verilen sevabın aynısı yazılır; bunun yanında toplumda kötü bir çığır açıp sonraki dönemlerde ona göre davranılan kimse için de berikilere yazılan günahın aynısı yazılır (Müsned, IV, 357, 359-361; Müslim, “ʿİlim”, 15, “Zekât”, 69).
Tövbe, suçlunun Allah katındaki durumunu iyileştirebileceği gibi Allah’ın kabulüne bağlı olarak suçun uhrevî cezasını da kaldırabilir; fakat tövbenin dünyevî cezayı kaldırması tartışmalıdır. Suçlunun mahkemeye intikalinden sonra, suçlunun pişman olması ve tövbe etmesi verilecek cezayı etkilemez. Ayrıca tövbenin, kul hakkının ağırlıkta olduğu kısas ve diyeti, mali ceza ve tazminatları da düşürmeyeceği açıktır. Tövbenin hadlere etkisine gelince, ilgili ayet, “Ancak sizin onları yenip, ele geçirmenizden önce tövbe edenler, bu hükmün dışındadır. Çünkü bilesiniz ki, Allah çok bağışlayan ve çok acıyandır” (Mâide 5/34) buyurur. Allah-ü Teâlâ, kötü şeyler yapanları tövbe ettikleri takdirde, tövbelerinden sonra durumlarını iyice düzelterek hayırlı kişilerin yolunda gittiklerini gösterirlerse, kendilerini affedeceğini vaat etmiştir.3 Yakalanmazdan önce tövbe eden bu suçluların affedileceğini bildiriyor. Müfessirlere göre tövbe ile Allah’ın hakkı düşer, fakat kulların hakkı düşmez.
İslâm’da kötü davranışlara ait cezaların bir amacı da ibret teşkil edip suç ve günahları ortadan kaldırmaktır. Tövbenin de böyle bir hedefi vardır. Buna göre sosyal hayatın bozulmasına yol açan günahların telâfisinin de sosyal bir nitelik taşıması gerekir. Tövbe edecek kimse haklarına tecavüz ettiği kişilerin haklarını iade etmeli, bu kişilerden alenen özür dilemeli ve kendisi gibi davranan kimseleri de uyarmalıdır. Emanet ve güven esasına dayalı olarak sosyal alanda ve kamu yönetiminde yetki ve sorumluluk üstlenen kimselerin suistimalde bulunması Kur’an’da “hıyanet” kavramıyla ifade edilmektedir. Etkisi ve tahrip alanı çok geniş olan bu günahların tövbesi ve telâfisi imkânsız denecek kadar zordur.
İslam, kul ile Allah arasındaki ilişkilerde dışarıdan müdahil olmaya izin vermez, kulun Allah ile ilişkilerini ve iletişimini ferdin sürdürmesini esas alır. Dolayısıyla kul ile Allah arasına aracıyı da kabul etmez. Kul, ferdi sorumlulukları alanında yaptığı hatalarından, günahlarından dolayı Rabbine samimiyetle yönelir, pişmanlığını dile getirir, arzu halini arz eder. Arz makamı uygun görürse dilek ve duasını, tövbesini kabul eder. Bu noktada hariçten birilerinin, “kabul olsun, olmasın, kabul oldu, olmadı” gibi bir hüküm verme yetkisi yoktur. Burada tamamen kul ile Allah arasındaki bir hukuk ve iletişim söz konusudur. Takdir Yüce Yaratan’a aittir. Ancak, günah, suç, kul ve kamu hukukunu ilgilendiren bir alana ait ise; Yüce Yaratan’ın ifadesiyle kul hakkı, “hakkı yiyen ile hakkı yenilen kul arasındaki helalleşme” ile çözümlenecektir. Buna müdahil olmuyor Yaratan.
Yukarıda izah edildiği üzere, bir kişi Müslüman kardeşinin malına veya şeref ve namusuna yönelik günah işlediyse, hesap günü gelmeden önce ondan helâlleşecek, kişinin haysiyet ve şerefine yönelik bir günah işlemiş ve kişinin bundan da haberi yoksa kişinin gıyabında yapılan onur kırıcı konuşmaların aksinin aynı mecliste söylenip telâfi yoluna gidilmesinin gerekli olduğu şüphesizdir. Tövbe konusu günahlar doğrudan insanlara, toplum hayatına yönelikse bunların affa uğraması için mutlaka telâfi edilmesi gerekir.
Diğer taraftan, toplumun önünde ve sorumluluk mevkiinde olanların, yönetiminde yetki ve sorumluluk üstlenen kimselerin, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeden, kendisine tevdi edilen, emanete sahip çıkmayarak suistimalde bulunması Kur’an’da “hıyanet” kavramıyla ifade edilmektedir. Etkisi ve tahrip alanı çok geniş olan bu günahların tövbesi ve telâfisi imkânsız denecek kadar zordur. Yani sorumluluk makamındakilerin toplumun menfaatini hiçe sayarak ve kişisel çıkarları uğruna dinin, milletin geleceğini ipotek altına alan, telafisi imkânsız bir takım uygulamalara öncülük edip, vatan ve din düşmanları ile işbirliği yaptıktan sonra, artık iktidar ve gücünü kaybettiği, itibar görmediği, söz hakkı tanınmadığı bir zamanda; “tövbe ettim, pişmanım, pardon” demesi eğer ortada bir hıyanet ve suç varsa bunu ortadan kaldırmaz.
Kaldı ki; bu durumda tövbenin şartının kişisel helalleşme değil; yapılan yanlış ve günahın, toplumsal zararlarının, etkilerinin telafisi ile mümkün olduğunu izah etmiştik. Ayrıca; geçmişte yapılan hataları tespit etmek, hatalı-kusurlu ya da kasıtlı, ihanet sahibi kişiler, şahsiyetler varsa, bunları ortaya koymak, aynı hataların yapılmaması, dost ve düşmanın bellenmesi, bilinmesi, toplumsal hafızamızın gerçeklerle uyarılması açısından son derece önemlidir. Buna yönelik yapılan uyarılar, şahsiyet tahlilleri de “gıybet” kapsamında değerlendirilemez. Eğer böyle düşünürsek tarihi olayları, tarihi şahsiyetleri, uygulamalarını konuşmayı da gıybet olarak değerlendirmemiz gerekir ki; bu ne dinin ne de ilmin kabul edebileceği bir şey değildir. Aksini düşürsek, tarih diye bir bilime de gerek kalmaz zaten!
Müslüman hata, suç, günah işleyince öncelikle onu terk edecek, nedamet duyacak, telafisi yoluna gidecek, kul hakkı varsa helalleşecek, toplumsal bir durum varsa bedelini ödeyecek sonra Rabbinden de affını talep edecek. Bilecek ki; tövbe ahirete yönelik olup işlenen bir suçu yok saymaz, hakikati gizlemez, hukuki cezayı da ortadan kaldırmaz. Öncü ve önde olanların sorumlulukları daha büyük olup ona göre davranmaları gerektiği açıktır. Toplumu bilinçlendirmek, hizmet edenlerle hıyanet edenleri ayırt etmek, tarihe not düşmek, iftira atmaksızın hakikatleri bilgi ve belgeyle ortaya koymak başta dini temsil edenler olmak üzere, her Müslümanın görevidir.
Dünyanın “coronavirüs” ile cebelleştiği bu günlerde niyazım; “Ya Rabbi, alem-i İslam’ı, necip milletimizi salgına karşı koru, bir an evvel beldelerimizden uzaklaştır. Güç yetiremeyeceğiz şeylerle bizi imtihan etme. Sabır ve metanet ver, Şafi isminle şifa ver Allah’ım. Cumhurbaşkanımıza, Bakanlarımıza, Sağlık çalışanlarına güç veren Allah’ım”
“EVDE KALIN” SAĞLIKLI KALIN!….