Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar 

Her toplumun bir dünya görüşü olduğu gibi İslam’ın da kendine has ve diğerlerinden ciddi anlamda özgün bir âlem tasavvuru vardır. Bu tasavvur bütün insanların sosyoekonomik adaletinin ve refahının(felah) gerçekleşmesine önem vermektedir. Çünkü insanoğlu Allah’ın(cc) halifesi ve birbirinin kardeşi konumundadır, fakat bu hilafet vasfını ancak Allah’a ve Resulü(sav)’ne iman edenler hakkıyla ifa edebilirler. İslam ayrıca, konvansiyonel ekonomi düşüncesini domine eden materyalist dünya görüşü ile keskin bir zıtlık içerisinde, hayatın maddi ve manevi boyutları arasında denge sağlamaya önem vermektedir.  Ekonomik kalkınma olmazsa olmaz iken, insan refahını gerçekleştirmek için yeterli değildir. Aynı zamanda bireylerin mutluluğu, huzuru, insanın şerefi, kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet, aile ve sosyal uyum, suçun ve düşmanlığın azaltılması da gereklidir. Servet ve tüketimin maksimize edildiği fakat zenginliğin içinde fakirliğin de yaşandığı; insanların huzur ve itminana(tatmin) sahip olmadığı, ailelerin parçalandığı ve suçun arttığı bir toplumda bunların sağlanmaması durumunda, refahın da gerçekleştirildiği söylenemez.[1]

İslam’ın kalkınma modelinin odak noktasında insan vardır. İnsan, kalkınmanın hem sonucu hem de aracıdır. İnsan kalkınmanın sonucudur, çünkü arzulanan refah onun refahıdır. İçindeki sıradan bir insanın emeğinin karşılığını alamadığı toplumlar, hızlı bir şekilde kalkınamazlar. İnsan, aynı zamanda kalkınmanın aracıdır, çünkü o doğru olana kadar hiçbir şey doğru bir şekilde çalışmaz. Kalkınmanın girdisi; insan, aile, toplum ve hükümettir. Hükümet verimli ve adil işlemeyebilir, aileler parçalanabilir ve toplum ruhsuzlaşıp korumasız hale düşebilir. Eğer bütün bu kurum ve yapıların girdisi olan insanlar, gerekli ahlaki ve akli niteliklere sahip doğru kimseler değillerse, o zaman hükümet yozlaşır, adaletten sapılır, aileler çözülür, çocuklar ailelerinden yeterli eğitimi alamaz ve toplum kutuplaşır. İnsan ve toplum olumlu ve olumsuz olarak bir değişime uğramadığı sürece Allah onları, iyi halden kötü hale, kötü halden iyi hale çevirmez.  “…Gerçek şu ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların genel durumunu değiştirmez…”(Rad Suresi 11.Ayet) Eğer toplum ve insanlık, adil bir düzeni kurmak için kendisini düzeltirse, piyasa, yönetim, aile ve toplum beraberce maddi ve manevi kalkınmayı gerçekleştirirler ve saadet bulurlar. Maddi ve manevi kalkınma ancak adalet ile birlikte yapılabilir. Çünkü zulmün olduğu yerde kalkınma olmaz.[2]

İslam dini, kalkınmanın dinamik gücüdür. Son iki yüz yıldan beri İslam dünyasının geri kalış sebebini İslam dinine bağlayan görüşler ortaya atılmaktadır. Bu görüşlerin sahipleri bazen İslamiyet’i çağın şartlarına uydurmak, şartlara göre dinde yenilik ve değişiklikler veya reformlar yapılması gerekliliğinden söz etmektedirler. Oysa İslam dini her çağa ve her yeniliğe kıyamete kadar cevap verebilecek bir dindir. Çünkü ana kaynak Kur’an tahlif edilmemiş ve daima çağların önünde olmuştur. Ancak yeni çıkan durumlara Kur’an’ın çerçevesinde yeni yorumlar yapılarak cevap verilemiyorsa, Kur’an’ın gerisinde kalınmışsa, bu da Müslümanların kendi hata ve yanlışlıklarındandır. Suçu dine yüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü İslam dini statik değil, dinamik bir dindir.

Müslümanların birkaç yüzyıldan beri durakladıkları ve geriledikleri bir gerçektir. Bunun bir çok sebebi vardır. Kalkınamamayı, gerilemeyi İslam’a bağlamak bir yanılgı veya gerçeği tam bilmemektir. İslam dini kalkınmaya engel bir din olsaydı koskoca bir “İslam Medeniyeti” nasıl kurulabilirdi? İslam dinini ilerlemeye, kalkınmaya mani bir din olarak görmek yüzyıllara hükmetmiş olan bu büyük medeniyeti inkâr etmek veya görmezlikten gelmek olur. Bu da tarihi yok saymak demektir.

İslam dini insanın iki dünya mutluğu için gelmiştir. O, üstelik öbür dünyadaki mutluluğu insanların bu dünyadaki çalışmalarına, hayırlı iş ve düşüncelerine dayamıştır. Öyleyse mutluluk için kalkınmayı ve ilerlemeyi sağlayacak temel esasları da ortaya koyması kaçınılmaz bir gerçektir. Mamafih bu din kalkınmanın temelinde yatan eğitim, bilim, çalışma, zamanı iyi kullanma, sosyal dayanışma, ahlak, insan haklan ve devamlı ilerleme gibi esasları Müslümanlara görev olarak yüklemiştir. Nitekim Müslümanlar bu vazifelerini yerine getirdikleri dönemlerde ilerlemişler, görevlerini yerine getirmedikleri zamanlarda ise gerilemişlerdir.

Bir toplumun veya ülkenin kalkınması, ilerlemesi sadece bir faktöre bağlı değildir. Tek bir faktör, kalkınmanın dinamik gücü asla olamaz. Kalkınma çok yönlü faktörlere bağlıdır. İyi yetişmiş insan faktörü bunların başında gelir. Bundan başka kalkınmada, coğrafî (tabiat şartları, toprak, iklim, yeraltı kaynaklan), ırkî, dinî, fikrî, iktisadî, tarihî, sosyal ve kültürel faktörler gibi çok yönlü etkenler vardır. Bu nedenle kalkınmayı ilerlemeyi yahut geri kalmayı sadece dine bağlamak hiç doğru değildir. İslam’da kalkınmayı sağlayıcı dinamik güçlerinin[3] bir kısmını ve bu güçlerin İslam toplumunda oynadığı dinamik role kısaca değinelim.

1-Kalkınmada İnsan Faktörü ve İnsana Önem Verilmesi

Kalkınmanın en dinamik unsuru insandır. Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Biz insanı, en güzel suret ve biçimde yarattık[4] diyerek insanı övmüş ve ona önem vermiştir. “Biz insanı çok şerefli kıldık[5]diyerek de onun şeref ve üstünlüğünü vurgulamıştır. İslam dini de insana gelmiş olup onun mutluluğu için gerekli hususları içermektedir. İnsana faydalı olanı emir ve tavsiye etmiş, zararlı olanları da yasaklamıştır. Onun maddî ve manevi gelişiminin sağlanmasını istemiştir. Akıl, beden ve ruh sağlığını koruyucu tedbirler koymuştur. İnsan sağlığının temelinde yatan temizliği emretmiş ve ibadetlerin ön şartı yapmıştır. İnsanın malına, canına ve haklarına verilecek zararları yasaklayarak insanı korumaya almıştır. İnsanın eğitilmesi, yetişmesi, ahlaklı olması, haklarının gözetilmesi ve mutlu olmasını istemiştir.

Kalkınmada en önemli faktör yetişmiş ve nitelikli insan gücüdür. Çeşitli kabiliyet ve yeteneklerle donatılmış insanın bu kabiliyet ve yetenekleri eğitim yoluyla geliştirilerek nitelikli insan gücüne sahip olmak gereklidir. Nitelikli insan gücünün yetişmesi için İslâm dini eğitime ve insanı üstün vasıflı yapacak ahlâkî değerlere önem vermiştir.

2-Akla ve Tefekküre Önem Verilmesi

İslam dininin akla büyük önem verdiği görülmektedir. Öncelikle, İslam dini aklı ve akıllıyı hedef almış, onu muhatap edinmiştir. Kur’ân-ı Kerim akıllı insana inmiştir. İlahi emanetler akla teslim edilmiştir. Peygamberler, akıl sahibi insanlara gönderilmiştir. Bu konuda Hz. Peygamber, “Aklı olmayanın dini de yoktur[6] ve “Allah akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır[7] demiştir. Bundan dolayı akıl insan için en büyük bir değerdir. İnsan aklı derecesinde başarılara ulaşır. Ayrıca akıl hem bilimin hem de İslam’da sorumluluğun kaynağıdır. Aklı olmayanın sorumluluğu yoktur.

Düşünen, tefekkür eden ve aklını çalıştıran kulunu Allah, Kur’an’da övmektedir. Akıl, insanı daima düşünmeğe ve çalışmaya sevk eder. Bu sebeple Allah, akıl sahiplerinin akıllarını çalıştırmalarını istemektedir.[8]Allah, akıllarını kullanmayanları pislik içinde kor”[9] n buyurulmuştur. İnsan, düşündüğü, tefekkür ettiği ve çalıştığı zaman her sahada ilerleyecek ve mutluluğa erecektir. Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimet olan aklı çalıştırmamak ise insanın felakete düşmesi için yeterlidir.

3-Eğitim ve Bilime Önem Verilmesi

Kalkınmanın temelinde eğitim yatar. Bir ülkenin kalkınmışlığının seviyesi eğitilmiş insan gücü ile doğru orantılıdır. Bunun için tarih boyunca toplumlar insan eğitimine önem vermiştir. Eğitim-öğretim yoluyla onun gücü, enerjisi ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi ülkelerin ve toplumların en önemli uğraşısı olmuştur. Çünkü sosyal gelişme, her sahada ilerleme, ekonomik büyüme ve millî kültürün nesilden nesile intikali ancak insanın eğitilmesi ile mümkün olabilmektedir. Bilgi, davranış ve kabiliyetlerin geliştirilmesi ve kişiye kazandırılması ancak eğitim ile mümkündür. İslam dininin ilme ve eğitim-öğretime vurgusu çok güçlüdür. İslam, bilim, öğrenme, öğretme, eğitme, yetiştirme ve olgunlaştırma dinidir. Kur’an’ın bütün âyetlerinde esas itibariyle Hz. Peygamber tarafından öğrenme ve onun aracılığı ile öğretme vardır. Her âyet, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bir öğrenme ve öğretmedir. Hz. Peygamber vahiy yoluyla Allah’tan öğrendiklerini müslümanlara öğretirdi. Anlamadıkları hususları izah eder ve belirli bir olgunluğa eriştirene kadar eğitici faaliyetlerine devam ederdi. İslam dini kalkınmanın en itici gücü olan eğitim-öğretim ve bilime çok önem vermiştir. Fakat müslümanlar eğitim-öğretim ve bilime aynı ölçüde önem verebilmişler midir?

4-Ahlâka Önem Verilmesi

Güzel ahlâkın olmadığı toplumlarda insan haklarına yeterince dikkat edilmediğinden ahenkli bir yaşayışı bulmak da mümkün değildir. Güven sarsılır. İş, görev ve sorumluluklar gereğince yerine getirilmez. Çalışma düzeni bozulur. Üretim düşük, ürünler kalitesiz olur. Mal ve can güvenliği kalmaz. Toplumda yalan, haset, kin, düşmanlık hırsızlık ve haksızlıklar kol gezeceğinden hiçbir huzur olmaz. İnsanlar, çalışma hayatında ahenk kalmadığında hiçbir sahada ilerleme ve kalkınma sağlayamaz. Bunun için İslam dini bu önemli konunun üzerinde önemle durmuş ve son peygamber Hz Muhammed insanlığa güzel ahlakta örnek olmuştur.

Kur’ân-ı Kerim güzel ahlâkı, iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü, adâleti, iffeti, cesareti, sabrı, nefse hâkimiyeti, ana-babaya itaati, muhtaçlara yardımı, emanetlere riayeti, verilen sözü yerine getirmeyi, hainlik etmemeyi, iftirada bulunmamayı, barış içinde yaşamayı, kimseye zarar vermemeyi, yalancılık yapmamayı, hilekârlık yapmamayı, aldatmamayı, cimrilik yapmamayı, kan dökmemeyi, zulüm yapmamayı, kinci olmamayı, israf etmemeyi, hayırlı işlerde yarış yapmayı, çalışmayı, dayanışmayı, kul hakkı yememeyi, kardeşliği, dayanışmayı ve her türlü güzelliği insandan ister. Kısaca iyilikleri emir, kötülükleri de yasaklar.

5-İnsan Haklarına Önem Verilmesi

İnsan haklarının olmadığı yerde hiçbir gelişme, ilerleme ve kalkınma olmaz. Böyle bir ortamda insanlar endişeli, tedirgin, güvensiz, atılmışız, üzgün, kırgın, acılı, bitkin, emniyetsiz ve haksızlığa uğramış olmanın buruk ezikliği içinde hayata küskün bir şekilde yaşarlar. Kabiliyet, beceri ve yeteneklerini kullanamazlar. İnsanların ilerleme ve kalkınmaya katkıları beklenemez. İslam dini insan haklarına son derece büyük önem vermiştir. İslam dini geldiğinde daha önceki haksızlıkları, vahşeti, zulmü, ezilmişliği, sınıf ayrılıklarını ve kula kulluğu kaldırarak insanlara insanca yaşama ortamını hazırlamıştır.

6-İnsanın Çalışıp Kazanmaya Teşvik Edilmesi

Kalkınmanın temelinde insanın kabiliyet, beceri ve yeteneklerini kullanarak planlı bir şekilde çalışması yatmaktadır. Bunun İçin Kur’an-ı Kerim’de “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır,”[10]  denilmiştir. Bununla birlikte yine bir ayette çalışıp üretme konusu şöyle tavsiye edilmektedir: “İş yapıp değer üretin; yapıp ürettiğinizi Allah da Resulü de mü’minler de görecektir. Ve siz, görülmeyen âlemi de görülen âlemi de bilenin huzuruna döndürüleceksiniz; o size, yapıp ettiklerinizi birbir haber verecektir.[11] Hz. Peygamber de. “Hiçbir kimse, el emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir,”[12] diyerek insanın en kıymetli ve helal yiyeceğinin hakkıyla çalışıp kazandıkları olduğunu belirtmiştir. Çalışırken herkesin kendi işini en iyi şekilde yapması gerekmektedir. Diğer taraftan İslam dini, işlerin en güzel şekilde yapabilecek ehliyetli kişilere verilmesini ister. Bunun için Hz Peygamber: “İşler ehliyetsiz kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!”[13] buyurmuştur. Şüphesiz işinin ehli olan kişiler kendilerine verilen yükümlülükleri en güzel şekilde yerine getirirler. Bu da üretimde herkesi memnun edecek kaliteyi kendiliğinden doğurur. Kaliteli mal ise rağbet görür, pazarlarda tutunur; üreticisini kazandırır. Hz. Peygamber: “İki günü birbirine eşit olan Müslüman zarardadır[14]  diyerek bir Müslüman’ın yeni çalışma metotları ve üretim teknolojisi ile her geçen gün daha ileriye gitmesine işaret ettiği düşünülmektedir. Görülüyor ki İslam dini, helalinden çalışıp kazanmaya, işini sağlam yapmaya ve böylece ekonomik yönden ilerlemeye teşvik etmektedir.

7-Kalkınmayı Sağlayacak Sosyal Dayanışma Esaslarının Konulması

İslam dini kalkınmayı sağlayacak bir takım sosyal dayanışma esaslarını da koymuştur. Fert ve toplumun dayanışması, yardımlaşması ve bu yolla sıkıntılarının giderilerek refah ve mutluluğa ermesi konusunda bir dizi tedbirler getirmiştir. Bunların çoğunu ibadet şeklinde emretmiştir. Bir diğer deyişle sosyal dayanışmayı bir ibadet haline getirmiştir. Saygı ve sevgi, birlik ve kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, hediyeleşme, tasadduk (zekat-sadaka), kurban, karz-ı hasen(ödünç para vermek), iyilik ve hayırda yarış, sosyal adalet ilkesi bunlara örnek verilebilir.

 

Sonuç olarak; hiç şüphesiz bir toplumun çeşitli alanlarda kalkınması veya geri kalmış olmasındaki en önemli etken, orada bulunan insanların sorumluluklarıyla doğrudan ilgilidir. Kendilerine ait hata ve ihmalleri başka yerlere yüklemeleri onları sorumluluktan kurtaramaz. Fakat ne hazindir ki, İslam dünyasının geri kalmış olmasını birçok kişiler insafsız bir şekilde İslam dinine yüklemeye çalışmışlardır. Bu durum son din İslam’a karşı yapılan bir haksızlıktır.

İslam dini kalkınma ve ilerleme konusunda ölçüler ve esaslar sunan dinamik bir dindir. İslam’ın bütün esasları insanları geriye değil bilakis ileriye götürücüdür.[15] Onun aziz peygamberi Hz. Muhammet, çalışma ve İlerleme açısından iki günün eşit olmasına bile razı olmaz. O, mutlaka dünden bugün daha ileride olunmasını ister. Gerçekten İslam dinini insaflıca inceleyen her akıllı insan, onun geriye götürücü hiçbir hükmünün olmadığını, tam aksine devamlı ilerlemeyi gerektiren esaslarla dolu olduğunu görür. Geri kalmış olmak, istenilen ölçüde kalkınamamış olmak Müslümanların kendi hatalarıdır. İslam ise ilerlemeyi, kalkınmayı ve yükselmeyi isteyen dinamik bir dindir.

[1] http://islamiktisadi.net/index.php/2015/12/30/m-u-chapra-islam-ve-ekonomik-kalkinma-ibni-haldun-modeli/erişim:30/11/2018

[2] https://www.milligazete.com.tr/makale/1236875/ismail-hakki-akkiraz/maddi-ve-manevi-kalkinmanin-itikadi-temeli erişim:30/11/2018

[3] Prof.Dr.Fahri KAYADİBİ, İslam’da Kalkınmanın Dinamik Güçleri, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 15, Yıl: 2007

[4] Tin, 4. (İnsanın Üstünlüğü konusunda diğer âyetler: Bakara, 30,34; A’raf, 11,69,74,172,173; Hicr ,29,30, İsrâ, 61,62,70; Tâ-Hâ,55 ; Teğabün, 3.)

[5] İsra, 70.

[6] Adimi , Keşfu’l-Hafa, II, 362 (Hadisin münker olduğu da zikredilmektedir).

[7] Ragıp el-İsfahani, Müfredat fi Garib’it-Kur’atı, Beyrut Is “Akıl Maddesi”, s. 511.

[8] Kur’an’da afal ve tefekkür konusundaki ayetlerin bir kısmı: Bakara, 44, 73, 75, 76, 164, 169, 170, 171, 197, 242, 269; Âl-i tmran, 7, 65,118, 190; Mâide , 58,100; Enâm, 32,126, 151; A’raf,169; Enfal,22; Yunus, 16,42,100; Hııd,5I; Yusuf, 2, 109; Ra’d, 4; Nah!, 12, 67; Hac, 46; Mü’minûn, 80; Nûr, 61; Furkan, 44; Şuarâ, 28; Kasas, 60; Ankebûl,35,43 , 63; Rûm, 24-28. Yâsin, 62, 68; SâTfât, 138; ZÜmer, 9, 43; Mü’min , 54, 67; Zuhraf,3; Câsiye , 5; Hucurât, 4; Hadîd,17; Haşr, 14; Mülk, 10; Ra’d, 19; İbrahim, 52.

[9] Yunus, 100.

[10] Necm, 39.

[11] Tevbe, 105.

[12] Buharî,  El-Büyû’, Bab:15

[13] Bııhârî,El-İlm, Bab:2

[14] Kesfü’l-Hafa, c. 1, s. 305, Hadis No: 2406.

[15] Prof.Dr.Fahri KAYADİBİ, İslam’da Kalkınmanın Dinamik Güçleri, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 15, Yıl: 2007

Reklamlar