Dr. Nevzat ÖZTÜRK
Yaşadığımız çağ, modern insanın geleneksel değerlerden önemli ölçüde koptuğu ve yerine günün koşulları gereğince farklı yaşam deneyimlerini esas aldığı bir zaman kesiti olma özelliğini taşımaktadır. Modern hayat, bir taraftan insanoğluna bazı kolaylıkları ve farklı yaşam seçeneklerini sunarken, diğer taraftan da “insan oluş”a dair bir takım değerlerin buharlaşmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda bize sunulan bazı güncel imkânlar yanında, insanlar arası ilişkiye dair erdemlerin, toplumsal yaşamın dinamikleri olarak görülen dayanışma örüntülerinin ve dinen yaşanılması öngörülen manevi atmosferin önemli ölçüde örselendiğini görmek kaçınılmaz olmuştur.
Güncel basında hemen her gün görmeye alıştığımız aile dramları, kapkaç vurgunları, töre cinayetleri, kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve hâsılı benzer felaket haberleri neredeyse sıradan hadiseler haline gelmiştir. Hiç şüphesiz bu olayların nedenleri sorgulanırken bunları tek bir sebebe bağlamak doğru değildir.
Sorunun hem dinî ve kültürel, hem sosyal ve psikolojik, hem de küresel boyutlarının bulunduğunu söylemek daha gerçekçi bir yaklaşım olsa gerektir.
Ancak şunu hemen ifade etmek gerekir ki, esasen sorun(lar)ın temelinde bireysel olarak insandan başlamak üzere beşerî ve toplumsal bilinç zafiyetinin yattığı açık bir gerçektir. Gerek maddî, gerekse manevî yönüyle iyi eğitilmemiş birey ve toplumlarda böylesi şuursuz davranışlar ve suç görüntüleri geçmişten günümüze hep olmuş ve olmaya da devam edecektir.
İslam’ın doğduğu coğrafyada Arap toplumunun genel yapısı içerisinde kadın ve özellikle kız çocukları hakkındaki telakkilere kısaca bakmanın İslam’ı ve İslam toplumundaki kadının konumunu anlamaya katkı sunacaktır. Cahiliye döneminde, kız çocuğu ailede bakımı ve büyütülmesi istenilmeyecek kadar değersiz bir meta ve sosyal yönden varlığı utanç duyulacak kadar sorun edinilen bir konuma düşmüş durumdaydı. Nitekim Kuran-ı Kerim’de de işaret edildiği gibi, ekonomik ve sosyal endişelerle öldürülen bu çocukların durumu, adeta toplumun yüzkarası haline gelmişti. Kur’an-ı Kerim, Câhiliye toplumundaki bu talihsiz olayı çok dramatik bir üslupla dile getirir: “Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelenince, öfkesinden ve üzüntüsünden, yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışır…”(Nahl, 16/58-59)
İslam’ın doğuşu sonrasında, daha önce bu tür bir bahtsızlığı yaşamış olan bazı sahabeler, kız çocuklarını nasıl diri diri toprağa gömdüklerini anlatarak o gün yaptıklarını büyük bir bilinçsizlik olarak esefle hatırlarlardı. Hz. Peygamber de duyduklarından etkilenir ve gözyaşlarını tutamazdı.
Câhiliye devrinde bazı kimseler, fuhşa düşebilecekleri korkusuyla veya evde kalıp da ailesine yük olması endişesiyle kız çocuğuna babalık yapmayı bir utanç vesilesi olarak görürdü. Günümüz örnekleri de gösteriyor ki, Cahiliye’nin üzerinden on beş asır geçmiş olmasına rağmen, yaşadığımız coğrafyada benzer bazı gerekçelerle ve sözde töre bahane edilerek masum kız çocuklarına reva görülen tecavüz ve cinayet olayları, günümüzde yaşayan kimi insan topluluklarının hala modern dönemde “cahiliye” yi yaşadıklarını göstermektedir. Yüzyıllar geçse de insanî erdemlerden nasibini almamış, bilinç yoksunu birey ve toplumlar, bu karanlık dönemin izlerini sürmekten kendilerini alamamaktadırlar. Yine insanî hiçbir gerekçeye dayanmadığı halde sadece heva ve hevesinin kölesi olmuş günümüz modern insanı, hiç acımadan Yüce Yaratıcının can bahşettiği doğacak masum bir yavruya kıyma ve cinayet anlamı taşıyan kürtaj gibi yüz kızartıcı bir eylemin esiri olmaktan kendini kurtaramamıştır.
İslam dini, gerek İslam öncesi Arap toplumundaki dinî anlayış ve gerekse yerleşmiş örf ve adetlere nispetle kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda çok önemli değişiklikler yapmıştır. Her şeyden önce Kur’an-ı Kerim, insan olması bakımından kadını erkekle eşit bir varlık olarak kabul etmiştir. Yüce Allah, insanların birbirleriyle kaynaşıp daha huzurlu ve mutlu yaşamaları için erkek ve kadını birbirlerine eş olarak yaratmıştır: “Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.( Rûm, 30/21)”
İslam’da, Yahudi ve Hıristiyan teolojilerinde kabul edildiği gibi, ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olunan aslî günah anlayışı yoktur. Kur’an, Hz. Âdem’le Hz. Havva’nın şeytan tarafından müştereken kandırılarak günaha meylettiklerinden bahseder. Erkek olsun, kadın olsun her doğan çocuk günahsız doğar ve masum kabul edilir; sonradan işlediği günahlardan dolayı sorumlu tutulur.
Hadis ve sünnette de geçtiği üzere, Hz. Peygamber’in kadınlara yönelik sözleri ve uygulamaları, Kur’an’da belirtilen bu çizgiye uygun düşmektedir. Kadınlar her zaman O’nu, sorunlarıyla ilgilenen, eşleriyle olan anlaşmazlıklarda ara buluculuk yapan, haklarını koruyup kollayan, erkeklere eşlerine iyi davranmalarını öğütleyen ve kendi yaşantısıyla da buna örneklik eden sıcak bir dost ve koruyucu olarak bulmuşlardır. Peygamber (a.s.)’ın beyan ve uygulamalarında bu tavrın örneklerini tüm ayrıntılarıyla görebilmek mümkündür. Nitekim O (a.s.): “Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en iyi davrananlarınızdır. İçinizde eşlerine karşı en iyi davrananız da benim.”( İbn Mâce, Nikah, 50) diye buyururken hem bizatihi kendisinin kadınlara karşı gösterilmesi gereken hayırhahlığa örnek teşkil ettiğini, hem de ashabının buna uygun davranışlar geliştirmesini öngörmektedir.
Burada şunu da belirtmekte yarar vardır: Kur’an’ı ve Peygamber’in (a.s.) sünnetini değerlendirmede bütüncül bakamayan, gönderilen ilahî metinlerin indiği ortamı ve kavramların anlamını kavramakta zorluk çeken ve yeterince tahlil gücüne sahip olmayan kimi şahısların, bazı ayet ve hadis metinlerinde geçen ve iyi tahlil edilmeyi gerektiren bazı ifadelere bakarak peşin yargıya varmaları, doğru olmayan bir takım değerlendirmeleri de beraberinde getirmiştir. Sözgelimi, Kur’an-ı Kerim’de geçen, “…Dik başlılığından endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Onlara önce öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün. Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır.” Toplumsal yaşamın çekirdeği ve özü olarak görülen ailenin ne denli önemli ve sıkı sıkıya korunması ve parçalanmasına asla müsaade edilmemesi gerektiğine işaret eden bu ayette yer alan “…bunlarla da yola gelmezlerse hafifçe dövün!” şeklindeki ifade doğru anlaşılmaya ve yorumlanmaya muhtaçtır. Zira ayete bu haliyle zahirî olarak bakıldığında, adeta kadına dayak ve şiddet uygulamak, Kur’an’ın bir emri imiş gibi telakki edilebilir. Öncelikle bu ayetin nazil olduğu şartların ve ortamın bilinmesi ve dahası ayetin kendi bütünlüğü içinde iyi okunabilmesi, doğru bir anlamaya yardımcı olacaktır. Kur’an-ı Kerim ve ne de Hz.Peygamber’in yaşantısı, böylesi bir uygulamayı korumak ve sürdürmek gibi bir tavrı besliyor değildir.
İslam’ın ana kaynakları olan Kuran ve sünnetin asıl hedefi, bir aile ortamında kadını ve erkeğiyle bütünleşmiş, ayrılığı ve parçalanmayı asla tasvip etmeyen ve bununla birlikte aile yaşamında kadının ve erkeğin belli görevleri yüklenmiş bulunduğu bir hayat tarzını gerçekleştirmektir. Bu yaşantıda ‘kadının toplumsal hayattan yoksun kılınarak eve hapsedilmesi’ gibi bir yönlendirme bile öngörülmemektedir.
Hz.Peygamber’in yaşadığı dönemde, kadınlara yönelik yaklaşımında, kesinlikle şiddet ve baskı içeren ne bir söylem vardır, ne de buna işaret anlamı taşıyacak bir uygulama mevcuttur. Aksine Peygamber’in (a.s.) kadınla alakalı bütün söz ve uygulamalarında tam bir nezaket, hoşgörü ve kadirşinaslık tavrı hâkimdir.
Peygamber(a.s), kendisini ziyarete gelen kadınlara iltifat eder, onlarla yakından ilgilenir, hal ve hatırlarını sorar, onlara karşı asla ilgisiz kalmazdı. Hastalandıklarında ziyaret eder, geçmiş olsun dileklerini bizzat iletirdi. Kendisini yemeğe davet eden kadınların davet ikramlarını geri çevirmez, icabet eder ve ikramlarını kabul ederdi. Hatta Peygamber (a.s.), mescidin bir kapısını onlara tahsis eder, Cuma ve bayram namazlarına iştirak eden kadınlara özel bir konuşma yapar ve ayrıca haftanın belli günlerinde onların sorularına cevaplar vererek onlar için hususî bir günü vaaz ve nasihate ayırırdı. Bütün bunlar Allah Resulü’nün katında, kadına yönelik Peygamber (a.s.) tavrının ne büyük bir ali cenaplık içerdiğini gösteren ve günümüz insanının da çok önemli dersler çıkarabileceği ibretlik olaylardır.
Şunu ifade edebiliriz ki, Peygamber’den (a.s.) bize tevarüs eden İslam inancı ve kültürüne göre insanî fazilet ölçüsü, salt kadın veya erkek olmak değil, takva (yani Allah’ın emir ve yasaklarına uymada sadakat) sahibi olmaktır. O halde Allah’ın buyruklarına karşı gelmekten sakınan bir kadın veya erkek, aralarında hiçbir ayrım gözetmeksizin Allah katında saygın bir kuldur. Bu tespit, kadın veya erkek olmanın tek başına hiçbir şekilde erdemliliğe veya erdemsizliğe işaret etmediğini göstermektedir. Bununla birlikte, Hz.Peygamber’in kadınlara yönelik şiddet eylemlerini asla tasvip etmediği ve bu yöndeki tavırlara da açıkça karşı çıktığına işaret eden sözler ve uyarıların varlığı da dikkat çekicidir. Nitekim Müslümanlar için güzel bir örnek olan Peygamber’in (a.s.), hayatı boyunca hiçbir kadına veya bir köleye asla vurmadığı ve kadınlarını dövenleri de sert bir şekilde uyardığı bilinmektedir. Dahası Hz. Peygamber’in, karısını döven hiçbir erkeği haklı gördüğüne ilişkin kaynaklarda herhangi bir bilgi kaydedilmemektedir. Aksine O, eşlerini dövenlerin, hayırlı kimselerden sayılamayacağını ifade etmektedir. Nitekim kocasından dayak yiyen Ümmü Cemil adındaki bir kadın sahabi, durumu Peygamber’e (a.s.) bildirdiğinde, O, kadının kocasını karşısına alarak: “eşinden ayrılmak ister misin?” diye sormuş ve neticede onu karısından ayırmıştır(İbn Hacer, el-İsâbe, IV/420).
Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, İslam düşüncesinde, her ne kadar bazı söylemlerde kadına yönelik şiddet ifadeleri var gibi görünse de, bu ifadeler doğru bağlam ve şartlarda, bu metinlerin söylendiği ve uygulandığı ortam, maksat ve “mevcut durum” dikkate alınarak değerlendirildiğinde, bunun kadına yönelik şiddeti tasvip edecek bir söylem olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber’in kadınlara yönelik söz ve uygulamaları ve özellikle de kadınlarını dövmeye kalkışan sahabeleri sert bir dille uyarıp böyle bir eyleme müsaade etmemesi, bu kanaatimizi doğrulamaktadır. İlerleyen dönemlerde yaşanan bazı olumsuz gelişmeler, İslam düşüncesinin özünü ve esasını etkileyen bir olgu değildir. Zira kadına yönelik şiddet söylemini benimsemiş hiçbir düşüncenin, kendisine Kur’an ve Sünnet’ten dayanak bulabilmesi imkânsızdır. Zira özü ve maksadı itibariyle, toplumun çekirdeği sayılan aile müessesesinin korunmasını hedef alan söz konusu nassları(Ayet ve delilleri), kadına yönelik şiddet içeren söylemlermiş gibi değerlendirmek haksız ve yanlış bir algılamadır.
Günümüz toplumlarında kadına yönelik şiddet eğilimleri, her türlü eğitim faaliyeti ve yasal önlemlere rağmen varlığını sürdürmektedir. Her halükarda bunun, çözümü zor ve çok yönlü bir sorun olduğu ortadadır. Bu sorunu tümüyle ortadan kaldırmak ideal bir hedef olmakla birlikte, bu hedefe ulaşabilmek kolay değildir. Ancak en etkili çözüm yolu, insanların beşerî ilişkilerini tanzim eden dinî ve ahlaki öğretileri bilinç düzeyinde kavrayıp benimsemiş, yaptığı her davranışın hesabını yüce bir Yaratıcıya vereceği mesuliyetini taşıyan vicdanlı bireyler yetiştirmekten geçmektedir.
Hz. Peygamber’in kadınlara tanıdığı haklar ve bu haklara riayetin dinî bir yükümlülük olduğunun kavranması, sahabe neslinden çok kısa zaman içerisinde etkisini göstermiş ve kadın, kendisine tanınan bu haklar sayesinde gerçek kimliğini ve saygınlığını kazanmıştır. Dolayısıyla insanların düşünce ve yaşantılarında özümsenmiş gerçek dinî ve ahlakî değerlerin varlığı, bu gibi sorunların çözümü konusunda etkin bir role sahiptir.
İslam’da kadının oldukça önemli bir yeri ve konumu vardır. Kadın bir bütünün ayrılmaz parçasıdır. Hatta kadın ümmetin yarısıdır. İslam’da kadın temel eğitimi veren ilk öğretmendir. Bundan dolayı ümmetin geleceği hususunda kadın çok önemli bir etkendir. Kadın bozulduğunda toplumun bozulacağını çok iyi bilen İslam düşmanları kadını hedef almışlar kadını ifsat etmek üzere çalışmalar yapmışlardır.
Allah(c.c) düşmanları, bir toplumu yıkmak için daima kadını silah olarak kullanmışlar kadını özgürleştirmek adı altında onu eğlence mevzuu ve reklam malzemesi durumuna düşürerek fıtri yapısından ve asli sorumluluğundan uzaklaştırmışlardır.
Bu vesile ile, kendini dinin sözcüleri gibi lanse ederek, İslam adına, kişisel görüşlerini dinin gereği gibi sunan sorumsuz kişilere prim verilmemesini, itibar edilmemesinin son derece önemli olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca;
- Analarımız, bacılarımız, hayatımızın yarısı hatta çok daha fazla değerlerimizi ifade eden kadınlarımızın,
- Doğumdan ölüme kadar her hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan değerli kadınlarımızın,
- İnsanlığın devamı için olmazsa olmazı olan, en büyük dertlerin dertlisi, en büyük mutlulukların ardındaki kahramanlarımızın,
- Her zaman ne istediğini bilen, erkeğinin ardında ona destek veren, çocuklarının başında koruyup kollayan kadınlarımızın,
- Hiçbir zaman şeref ve haysiyetini satmadan namusuyla ayakta durabilen, namusun dini değil, ahlaki olduğunu idrak eden,
- Parayı görünce, kendini pazarlamayan menfaatçi, sadist, istismarcı, görsel ve cinsellik sapıklarından uzak duran kadınlarımızın,
- Kadınca gülen, kadın gibi giyinen, kadın gibi yaşayan, hâsılı kadınlığını unutmayan şefkat abidesi annelerimizin,
- “Cennetin ayakları altında olduğunu fahri kâinat efendimizin müjdelediği, ayakları öpülesi çilekeş Türk-İslam ülküsüyle yoğurulmuş dünyanın her yerindeki kadınlarımızın, annelerimizin,
- İşini ve eşini çok seven ancak işiyle değil, eşiyle evli olan kadınlarımızın,
- Eli hamurlu, şefkat timsali, sükûnun ve sükûtun durağı kadınlarımızın,
- Bilgili, donanımlı, özgüveni yüksek, ayakları üzerinde durabilen ama mütevazı, masum kadınlarımızın,
- Makam, şöhret ve para delisi görgüsüzlerin saltanatı /ayakları altında ezilmeyen, nefsini dünyevi değerlere satmayan, Cennetin ayakları altında olduğu güzel ve özel kadınlarımızın,
Ezcümle; Hz. Havva, Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Fatıma’nın yolundaki “kadınlarımızın” DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜ KUTLARIM.
Annemi, rahmeti rahmana irtihal eden annelerimizi rahmetle anıyor, Yüce Rabbimden kızlarımızın her türlü şiddet, cinsel saldırı ve istismardan korumasını niyaz ediyorum. 08/03/2018