Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar
Talan, başkasının malını yağma etmek, kapıp kaçmak anlamlarına gelmekte olup Arapça karşılığı “nehb” veya “intihâb”dır. Talan; başkasının malını insanların gözü önünde açık bir şekilde almaktır. Başkasının malını haksız olarak alıp zimmetine geçiren kimseler İslâm’da hırsız, gasp, hâin, yankesici gibi adlar almıştır. Hırsızlık; başkasının koruma altına alan ve bozulmayan şeylerden bulunan nisap miktarından fazla ve İslâm’a göre değerli olan para veya malını gizlice çalmaktır.
Devletin malını ve parasını meşru olmayan yollarla zimmete geçirmek haram olduğu gibi, devlete ait mal ve eşyaya zarar vermek de dinimizce yasaklanmıştır. Çünkü kamu malı milletin malıdır. Bu malda herkesin hakkı vardır. Şahsın malına zarar vermek haram olduğu gibi halkın ortak malı olan kamu malına zarar vermek de kul hakkına tecavüzdür ve haramdır. Her Müslümanın, kamu malını kendi malı gibi koruması, zarar vermekten ve zarara yol açacak fiil ve davranışlardan kesinlikle sakınması gerekir.
Devlet kurumlarında çalışan veya devletle iş yapanlar, devlet malının bir emanet olduğunu bilmeli, bu malı kullanırken kendi malından daha titiz davranmalıdır. Devlet parasının harcanmasında da milletin menfaati gözetilmeli, bir kuruşun bile zayi edilmesine fırsat verilmemelidir. Çünkü devletin parası, milletin parasıdır. Bunda, başında henüz tüyü bitmemiş yetimler de dâhil olmak üzere milyonlarca insanın hakkı vardır. Herkesin; devlet malı konusunda son derece dikkatli olması, çok basit bir şey veya çok az miktarda bir paranın bile haksız olarak zimmetine geçmesinden kesinlikle sakınması gerekir.
Çünkü böyle bir suçu işleyenler kıyamet günü devlet malından çaldıkları şeyler boyunlarına asılı olarak gelecek ve mahşer halkının huzurunda rezil olacaktır.
Devlet malını zimmetine geçirenler hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Kim emanete (kamu malına) hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir ve onlara haksızlık edilmez.” (Ali İmran 161).Bu ayet, devlet malına el uzatanların yaptıklarının karşılığı olarak layık oldukları cezaya çarptırılacağını göstermektedir.
Nitekim Peygamber Efendimiz devlet malı yiyenlerle ilgili olarak şu uyarıda bulunmuştur:
“(Ey İnsanlar!) Sizden kimi bir iş için görevlendirdiğimizde, o bizden bir iğneyi veya iğneden daha değersiz bir şeyi gizlerse bu bir hıyanettir ve kıyamet günü onunla gelecektir. Bunun üzerine Ensar’dan siyah bir adam ayağa kalktı ve
“Ey Allah’ın Resulü, bana verdiğin memuriyeti geri alınız.” dedi. Hz. peygamber,
“Sana ne oldu?” diye sordu. Adam:
“Söylediklerini işittim.” dedi. Bunun üzerine, Peygamberimiz,
“Aynı şeyleri şimdi tekrar ediyorum: “Bir kimseyi herhangi bir göreve memur edersek, o malın büyük, küçük hepsini getirsin, tarafımızdan verileni alsın, yasaklanan şeyden sakınsın.” buyurdu. (Müslim: 1833)
Kamuya ait bir iğne veya ondan daha değersiz bir şey sorumluluğu gerektiriyorsa, herkesin devlet malı konusunda son derece dikkatli ve duyarlı olması gerekir. Nitekim Hayber Gazasında, Peygamber Efendimize atılan oklardan Rasulullah Efendimizi korumak maksadıyla, önüne atılarak şehit olan sahabe için yanındakiler, ”Ne güzel ölüm, cennete gitti.. Falanca şehit, falanca şehit.”.” mealinde ki sahabe sözlerine, “Hayır, ben onu ganimetten (devlet malından) çaldığı bir abaya bürünmüş olduğu hâlde cehennemde gördüm.” (Müslim, İman, 48) dedi. Ölen sahabenin elbisesine bakıldığında, sahabenin sırtında henüz daha paylaştırılmamış ve kamuya ait bir elbise kumaşının sırtında sarılı olduğu görülmüştür. Peygamberimizin verdiği bu haberden açıkça anlaşılıyor ki şehit bile olsa, devlet malını zimmetine geçirenler bunun cezasını çekecektir. Çünkü devlet malında milyonlarca insanın hakkı vardır. Şehitlik gibi yüksek bir makama erişmek bile, bu hakka tecavüz edenleri cezadan kurtarmayacaktır. Peygamber Efendimizi korumak için okların önüne atılarak ölen sahabenin bile cennete gideceğini müjdelemiyor. Paylaştırılmayan kamu malına ait bir kumaş parçası için, hırsızlık suçu sayıldığından Cennete gidemeyen sahabenin durumu bu iken, kamu mallarını çarçur ve israf eden edenlerin ahirette nasıl hesap verebileceklerini sorgulamadıklarını esefle görmekteyiz.
Devlet malını meşru olmayan yollarla ele geçirmenin af kapsamı dışında olduğu Peygamber Efendimiz’in şu sözünden de açıkça anlaşılmaktadır. O, şöyle buyurmuştur: Allah yolunda şehit olmak, kul borcundan başka her günahın silinmesine vesiledir. (Müslim, K. İmârat, 3498) Yine devlet malı hususunda Müslümanların dikkatini çekmek üzere, “Mü’min, devlet malına hıyanet etmez.” buyurmuş ve devlet hâzinesine ait değeri fazla olmayan bir malı zimmetine geçiren bir Müslümanın cenaze namazını kılmamıştır.
Yine meşhurdur, Hz Ömer’in gece yarısı çalışırken sahabeler yanına geldiğinde, yanan mumu söndürerek, başka bir mum yakmasını merak eden sahabelere açıklaması tam bir ibrete şayan olan düsturdur. İşte adaletin timsali büyük halifenin söylediği söz: ” Siz gelmeden önce yanan mumla, halkın ve kamunun işlerini yapmaktaydım. Ama siz gelince, kamu hizmetine ara verdiğimden kendime ait olan mumu yaktım. Kamuya ait olan mum ile şahsi işlerimizi konuşmanın vebalini ödeyemem…” mealinde ki sözü, yüce dinimiz İslam’ın adaleti gözetmenin ve kamu mallarını korumaya verdiği önem açısından manidardır…
İslam’da hayat anlayışı ve beşeri münasebetler; ”Haram, helal ve kul hakları” üzerine inşa edilmiştir. Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve tüm bunların hepsini içine alan “kul hakkı”, yüce dinimiz İslam’ın üzerinde hassasiyetle durduğu büyük günahlar arasında sayılır. Peygamberimiz hadisi şeriflerinde, ” Hırsızlık yapan kızım Fatıma bile olsa cezalandırırım” emir buyurarak hırsızlığın toplumu içten kemiren ne kötü bir hastalık olduğunu vurgulamıştır.” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, VI/477-478)
Peygamber Efendimiz(SAV) bir hadisi şeriflerinde: ” Benim huzuruma ne ile gelirseniz gelin affederim ancak kul hakkı ile gelmeyin” buyruğu ile üzerinde kul hakkı olan kimselerin Cennete giremeyeceği beyan edilmiş olmaktadır. Demek ki, kamu hakkına tecavüz en büyük yolsuzluk olarak, en ağır cezayı gerektiren filler arasına girmektedir.
Kamu malını yemek ahlaken çok ayıptır. Dinen de çok günahtır. Kamu malına el uzatanların Peygamber Efendimizin gününden bugüne kadar muntazam namazını kılıp, İslam’ın şartlarını yerine getiren insanların da kamu malını horca kullandığını görmek son derece üzücüdür.
Kul hakkında hassas olmamız gerektiğini bizlere dinimiz öğütlüyor. En fazla kul hakkının olduğu devlet işlerinde de olabildiğince hassas olmalıyız. Kendi işlerimiz için devletin imkânlarını kullanmaktan çekinmeliyiz. Kendi evinde boşa yanan bir lambayı söndüren duyarlılık, devletin lambasına karşı da aynı oranda duyarlı olmalı değil mi? Millet olarak, devletimizin malını israfa uğratmadan kullanmak mecburiyetindeyiz. Zira israf haramdır. Devlet malını israf etmek ise hem haram hem de kul hakkıdır. Devletin bir kaleminde, bir kâğıdında bile milyonların hakkı vardır. Devlet araçlarını kullanırken, klimayı çalıştırırken, elektrikli sobaları açarken, su ısıtıcıları kullanırken, yazıcıdan evrak çıkarırken, elimizi yıkarken hep duyarlı ve sorumlu davranmalıyız.
Kısacası her an ve her yerde hassas olmaya özen gösterelim. Devlet sevgisi sadece bayrak sallamakla, bayrak asmakla olmaz. Devlet sevgisi ve vatanseverlik, görevini en iyi yaparak devleti zarara uğratmama, devletin çıkarını her anlamda korumayla gösterilir. Özellikle küresel ekonomik saldırılarla mücadele ettiğimiz şu günlerde daha duyarlı ve hassas olmak durumundayız. Sadece hassas olmak yetmez, devletin malını korumak her vatandaşın, Müslümanın asli görevidir.