Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar
Nevzat ÖZTÜRK
Toplumun çekirdeğini aile oluşturur. Bir toplumun geleceğini tahmin etmek “değerler” açısından aile yapısına bakmakla mümkündür. Değerler; kültür ve topluma anlam veren kıstaslardır. Zira değerler, coşkularla birlikte bulunur; kişiler yüce değerler için özveride bulunur. Burada sözü edilen değerler, kaynağı ilahi olan bir güce dayanır ki, biz buna “manevî değerler” adını veriyoruz. Bizim toplumumuz Müslüman olduğuna göre, bizde en üst kimlik din olup, değer ölçümüz de İslamiyet’tir. Çünkü Cenab-ı Hak, “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran Suresi, 3/102]) buyurarak, bazı şeyler kaybedilebilir ama Müslüman olmak, yani İslam’ı din olarak seçmek her şeyden daha önemlidir, mesajını vermektedir.
İslam’da aile yapısı kutsaldır. Aile yapımız bu kutsallığını, en yüce değer kaynağı olan Kur’an ve sahih sünnetten alır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Allah, size kendi cinsinizden eşler, o eşlerinizden de oğullar ve torunlar yarattı. Sizi helal ve güzel gıdalarla rızıklandırdı. Onlar, hâlâ batıla mı inanıyorlar? ve Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl Suresi, 16/72]) buyuran Rabbimiz, evlilik ve aile konusunun önemine dikkatimizi çekmiştir. Peygamber Efendimiz (as) ise hem kendisi evlenmiş, hem de evliliği şu mübarek sözleri ile teşvik buyurmuştur: “Evlenmeye gücü yetip de evlenmeyen benden (benim ümmetimden) değildir.” (Beyhakî ve Taberanî)
İslam’da aile, ümmeti meydana getiren yapının en temel birimidir. Bir bina için temel ne kadar önemli ise, ümmet için de aile o kadar önemlidir. Fertler aileleri, aileler de ümmeti oluşturduğuna göre; bu yapıda fertlerin önemi de asla göz ardı edilemez. Bu nedenle aileyi meydana getirecek olan bireylerden işe başlamak ve konuya bu noktadan bakmak daha yerinde olacaktır. “Anasına bak kızını al” sözü, çocuklarımıza eş seçme konusunda kullanılan bir kıstas olarak bilinir. Bunun yanında “Helal süt emmiş, insan evladı” gibi özellikler de aranır. İyi bir aile yuvası kurmak için, “Müslim, mütedeyyin, helal lokma ile yetişmiş, ehli namus” bir aileye mensup olanları tercih etmekle işe doğru başlamak olacaktır.
Ferdi yetiştiren ilk mektep aile ortamıdır. Bu işin uzmanlarınca 0-3 yaş, çocuğun öğreneceği şeyleri en yoğun olarak öğrendiği zaman dilimi olarak ifade edilmektedir. Bu nedenle bu devrede çocuklarımıza vereceğimiz bilgilere çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Biz buna “okul öncesi eğitim” diyelim. Burada öğretici unsur anne baba ve bunların da yanında varsa büyük anne -baba ve kardeşler ile birlikte oluşan aile ortamı olacaktır. Ailenin mutfağında ne pişerse evde onun kokusu hissedildiği gibi, aile ortamında yaşanan ne varsa, o çocukların tertemiz hafızasına kaydedilecektir. Çocuklar ninelerinin şefkatli kollarında huzur bulurken; dedelerinin hayat tecrübelerini, “olgun bir arkadaşın ağzından” dinleyerek büyürler. Bu tip aile yapıları, ferdin doya-doya mensubiyet duygusunu içselleştirdiği ve sosyalleşme sürecine katıldığı bir ortamdır. Genç kuşak, birinci ve ikinci neslin hayat tecrübelerinden istifade eder; burada sosyal, dinî, kültürel ve iktisadî alanda bir dayanışma ve değerlerin aktarımı vardır. Bireyin ruhsal gelişimi bu tip aile yapılarında daha sağlıklı ve dengeli bir seyir izlediği görülür.
Çocukların bu halini daima göz önünde bulundurarak; sevginin, saygının, huzur ve mutluluğun hâkim olacağı bir ortamı hazırlamalıyız. Şiddetin, geçimsizliğin, yalanın, hilenin, hak ve hukuk tanımazlığın, aldatmanın, kavga ve gürültünün ortamından uzak tutmalıyız. Anne ve baba şefkatini, kardeşlerin birbirlerini sevip saymalarını, yaşanan ortamda var olan nimetleri paylaşmayı, feragat ve fedakârlıkların sonuçlarının güzelliğini göstermeliyiz. Dinî ve dünyevi temel bilgileri öğretmeliyiz. Hayat hakkında doğru bilgiler vererek ayakları yere basan, ne yaptığını bilen insanlar olarak toplumsal hayata katılmalarını sağlamalıyız. Böylesine fikren ve ruhen sağlıklı nesillerin kuracağı insani ilişkiler de daha istikrarlı olacak, kendi içlerinde huzurlu, toplumsal ilişkilerde güvenli ve istikrarlı bir toplum doğacaktır.
İşte geçen yüzyılın başlarından itibaren maddeci anlayış ve düşünce biçimleri, kültür ve düşünce dünyamızla birlikte, aile hayatımızı da etkilemiş, bu sebeple de bu son derece önemli olan aile yapımızda da sarsılmalar baş göstermiştir. Öz itibariyle her ne kadar son derece faydalı olsalar da, özellikle küresel ölçekte kitle haberleşme araçlarının artmasıyla birlikte, gelenek, ahlak ve öz kültürümüzde meydana gelen tahribat had safhaya ulaşmıştır. Bunun en belirgin örneği, aile geçimsizliklerinin ve boşanma davalarının artmış olmasıdır. Boşanmaların başlıca sebebi olarak; cehalet, her şeyin mubah sayılması, mahremiyet sınırlarına tecavüz, televizyonda oynatılan dizilerin etkisi, çeşitli yollarla müstehcenliğin özendirilmesi, eşlerin birbirlerine zaman ayırmaması ve birbirlerini aldatması, dünyevileşme (dünyaya aşırı bağlılık), reklam endüstrisi sayesinde tüketim arzu ve çılgınlığının körüklenmesi gibi faktörleri sayabiliriz.
Aile felaketlerinin en önemli sebeplerinin başında yukarıda da işaret edildiği gibi, erkeğin evini, ailesini ve eşini ihmal etmesidir. Çok kazanma hırsıyla çok çalışma, kahvehanelerde ve lüzumsuz yerlerde zaman ve ömür tüketme gibi sebeplerle evi ve aileyi ihmal felaketle neticelenmektedir. İslam, erkeğin hanımına karşı görev ve sorumluluklarını, kadının beyine karşı görev ve sorumluluklarını bir bir ortaya koymuştur. Çoğunlukla bu görev ve sorumluluklar bilinmediğinde ya da ihlal ve ihmal edildiğinde ortaya aile yıkım ve faciaları çıkmaktadır. Bu sebeple, aile fertlerinin birbirlerine karşı ahlakî vazifelerini ve sorumluluklarını yerine getirmesi büyük önem taşımaktadır. Ailenin devamı, mutluluğu ve geleceği buna bağlıdır. Manevî değer yargılarının askıya alındığı bütün toplumlarda, ailenin, dolayısıyla toplumun çöküşü kaçınılmazdır.
Modernizm ile birlikte aile hızlı bir dönüşüm içerisine girmiştir. Ailenin dönüşüm yaşamasıyla birlikte ailenin baş aktörü olan kadın da bu değişim dönüşümden nasibini almıştır. Modernleşme ile beraber kadın, süregelen yapısından uzaklaşmış ve değişim içerisinde kendini bulmuştur. Modernleşme öncesi dönemde yeri ev olarak kabul edilen kadın, ev ve işyerinin ayrılmasının da etkisiyle, kamusal alanda çalışmaya başlamış; evdeki üretimi değersiz çabalar olarak görülmüştür. Değişen aile kurumu ile birlikte toplumun ahlaki ve dini değerlerinin yıkım sürecine girdiği ve oldukça zayıfladığı gözlenmiştir. Ahlaki değerlerin etkisini yitirmesiyle annelik olgusu toplum nezdinde değerini yitirmeye başlamıştır.
Toplumun ahlaki yapısı ve psiko-sosyal durumu ne kadar yüksek ise, refah ve saadeti de öylece yüksek olur. Evet, aslında ahlaksızlıkla bir toplumun temelleri sessiz sessiz oyulurken bazen hiçbir şey hissedilmeyebilir. Hissedildiği anda iş işten geçmiş olabilir. Tam da bu noktada bizim toplumumuz açısından çok önemli kontrol mekanizmaları devreye girebilmektedir. Mahalledeki amcalar, teyzeler, filanca abla görürde beni ayıplar gibi. Fakat bu duruma bir göz atacak olursak zamanla bu mekanizmalar de fonksiyonlarını yitirmiştir. Mahallenin var olduğu, binaların müstakil ve az katlı evlerin yaşam alanı, akrabalık bağlarının kuvvetli olduğu zamanlarda aile birtakım farklı değerlere sahipti. Aynı zamanda bu ailevi değerler yaptırım gücüne sahipti. Kınanma duygusu birtakım tutum ve davranışları kontrol etmekteydi. Modern değerler dizisi ile birlikte önce evlerimizin şekilleri, caddelerimizin isimleri değişerek ruhsuz yapay oluşumlar ortaya çıktı. Daha sonra bu değişim ailemizin içine sızarak ailevi ilişkilerimizi ve değerlerimizi yok etmeye başlamıştır. Ailenin değerlerinin bağlayıcılığından kopması sonucu toplumsal bir takım kontrol mekanizmaları etkisini kaybetmiştir. Modern hayat ve düşüncenin hayatımızı istilası sonucunda geleneksel ailenin koruduğu paylaşma, sadakat, yuva bilinci v.b değerler çözülmeye başlamıştır.
Batı’da olduğu gibi ülkemizde de bir takım çözülmeler yaşanmaya başlanmıştır. Her kurumda olduğu gibi aile kurumunda da çözülmeler görülmektedir. Batı ailelerinde olabildiğince serbest yaşam normalleşmiştir. Bunun yansımalarını kendi ülkemizde de görmekteyiz. Tüm bu olayların neticesinde aile ve evlilik kurumuna olan ilgi azalmıştır. Aile ve evlilik kurumunun tam manasıyla algılanamaması, ailenin alternatifsiz aktörleri olan kadın ve erkeğin sorumluluklarının tam manasıyla anlaşılamaması sonucunda kurumda dağılmalar, yıpranmalar söz konusu olmuştur.
Özellikle ülkemizde tanzimattan itibaren aile ve kadın üzerinde ciddi bir plan yapılmıştır. Çünkü bizim toplumumuzda modernleşme batılılaşma olarak algılandı. Batılılaşma için aile en büyük engeldir. Bu anlayış aile açısından kadını ve erkeği birbirini bütünleyen varlıklar değil, birbirine karşıt hale gelmesine yol açmıştır. Oysa kadın ve erkek birbirini bütünleyen varlıklar olmalıdır. Bu nokta da aile açısından kadın ve erkeğin birbirinden kopuşunun sebepleri irdelenmelidir.
Kurtuluş, ancak insanın vahyin sesine kulak vererek aydınlanmasıyla, kısaca, hayatı anlamlandırmakla gerçekleşecektir. Modernitenin acımasız saldırıları karşısında Müslüman aile yapımızı korumak ve kollamak, var oluş köklerimize yani inanç değerlerimize yeniden dönmekle mümkün olacaktır.
Aile güçlendirilmelidir. Bunu sağlayabilmek için evlilikleri güçlendirmeliyiz. Evliliği güçlendirmek için emek vermek gerekiyor. İş insanları nasıl işi için yatırım yapıyorsa aile için de yatırım yapılmalı. Genellikle bizim toplumumuzda kadın çift kariyerli oluyor, yani bir evde kadın erkek ikisi de çalışıyorsa kadın eve geliyor evde ikinci meslek başlıyor; ev hanımlığı. Babada sadece iş adamlığı var veya çalışıyorsa iş hayatıyla ilgili rolü var eve geldiği zaman ayağını uzatıyor. Oysa kadın evde de çalışmaya devam ediyor. Eğer eş çalışacaksa evliliğin başında bunun konuşulması, hayatın bir paylaşım olduğunun iki tarafın da kabul edilmesi ve birbirlerine yardım etmesi gerektiğinin konuşulması gerekiyor. Kadınlar bu konuda fedakârlık yapıyorlar, sorun çıkmasın diye yoruluyorlar ve erken yıpranıyorlar. Erkek ise bu kendi hakkıymış gibi görüyor ve çocuklar gittikten sonra da çatışma başlıyor. Elli yaşından sonra boşanmaların en büyük sebeplerinden birisi de budur.
Aile, millet ve toplumların temelini teşkil eden çok önemli bir kurumdur. Ailenin bir arada olması ve devamı noktasında, eşler arasındaki sevgi, saygı, anlaşma ve uyuma bağlıdır. Bir ülkenin geleceğini temsil eden sağlıklı ve mutlu nesiller yetiştirmek, çocuklarımızı eğitip, onların yarınlarını sağlam temeller üzerine inşa etmek mutlu aile tablosu çerçevesinde mümkün olabilir.
Modernizm ile birlikte geleneksel konumundan uzaklaşan ve değişim sürecine giren kadın, değerlerinin tekrar farkına varmalı, toplumu yetiştirme gibi önemli bir misyonu üstlendiğinin farkına varmalıdır. Toplum açısından ise, aile merkeze alınarak planlar yapılmalıdır. Bunun için gerekli şartlar hazırlanmalı hatta bu çerçevede eğitimler, seminerler düzenlenmelidir. Aile kurumu fonksiyonlarını geliştirmelidir. Kadın rolleri, statüsü, konumu çerçevesinde yeniden inşa edilmelidir.
Yoksa akıbet kötüdür. Bizi savaş meydanlarında yenemeyenler, aileyi, değerlerimizi yok ederek içimize sızdılar. İşin kötü tarafı muhafazakâr olduğunu iddia eden dindar kesimde de aile kavramı anlamını yitirmeye başladı, boşanmalar, aldatmalar, gayri meşru ilişkiler artık kanıksanmaya başladı sanki. İnşallah yanılıyorumdur!..
Ailenin korunması, toplumun bilinçlendirilmesi, çiftlerin eğitilmesi, ailenin yeniden inşası konusunda seferberlik ilan edilmelidir. Eğitim kurumları, dini kurumlar, Üniversiteler, STK’lar vb. herkes elini taşın altına koymalı. Aileye, değerlerimize savaş açanlara karşı herkes harekete geçmelidir. TV dizilerinde gayri meşru ilişkileri özendirenlere prim vermeyelim. (Eminim şu günlerde bolca dizi vb.izliyorsunuz, iyi düşünün kime hizmete diyor bunlar?) Umre’ye defalarca gitme yerine, gelin evlenemeyen çiftlerin düğünlerini yapalım, aileye sahip çıkalım. Unutmayın ki; küffarın beldelerinde Türklüğünü, Müslümanlığını koruyabilenler, aile sayesinde korudular, ayakta kalabildiler.
Durum çok ciddidir!..Korona(Covit-19) inşallah gelir(sabır ve bilinçle) geçer ama aile olmadan toplum ayakta kalamaz.