Nevzat ÖZTÜRK

Her insan kendine özgü, belli bir ırkı, dili, dini, örf ve adetleri ile yaşadığı bir coğrafyası olan kültür ortamında dünyaya gelmektedir. Bu özellikleri, onu diğer kültür ortamlarından ayırmaktadır. Zira her toplumun insanlık için bir zenginlik olan kendine ait sosyal ve kültürel değerleri vardır. Dolayısıyla bir toplumu diğerlerinden ayıran da doğal olan bu özelliklerdir. Bu sosyal olgu İslam Dini tarafından iyi bilindiği için onun kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim, farklı din, dil, kültür, renk, coğrafya ve ekonomik güce sahip olarak, “insan olmak” ortak paydası ile bulunduğumuz yerkürede barış içinde yaşamak zorunda olduğumuza dikkat çekmektedir.

Barışın temelinde; farklı kültüre, dünya görüşüne ve yaşam biçimine sahip olan insan ve toplumların, birbirine tahammül etmesini öğrenerek bu anlayışını hayatına yansıtması yatmaktadır. Diğer yandan dünya barışı adına, bireyler ve toplumların, kendi görev, yetki ve sorumluluklarını bilerek, diğer insanlarla ilgili ön yargılarını, ortadan kaldırması elzemdir.

İslam dini, Arap Yarımadasında devam eden kargaşa, adaletsizlik, zulüm ve yanlış inançları ortadan kaldırmak için tevhidî ilkelerle ortaya çıkmıştır. Bu ilkelerin temeline insanı koymuş, onu yaratılmışların en mükemmeli ve şereflisi kabul ederek davetini insanları ikna üzerine kurmuştur. Bunu da barışı merkeze alarak yapmıştır.

İslam dininin temel metinlerine baktığımızda savaşın teferruat, barışın asıl olduğunu görüyoruz. İslam’da savaş, ancak bütün çözüm yolları tükendiğinde barışı korumak için yapılmıştır. Barış, birey ve toplumlar açısından huzur ve güven kaynağıdır. İnsanlar arasında karşılıklı barış ve güven olduğunda, sosyal hayat, denize atılan bir taşın meydana getirdiği dalgalar misali açılmakta ve genişlemektedir. Birey ve toplumlar açısından da hayatın zenginliği ve genişliği, huzur ve mutluluk kaynağıdır. Barış, insanlık ailesinin büyük çoğunluğunun arzu ettiği sosyal bir olgudur. Zaten barışa dayalı karşılıklı olumlu ilişkiler tabi olduğu gibi, çatışmaya dayalı olumsuz ilişkiler ise anormal kabul edilmiştir.

İnsan, yaratılışı itibariyle de, bedenî ve ruhî dünyasına da uygun bir özellik olan, doğal bir ilişki ve iletişim içerisinde bulunarak hayatını sürdürmek ister. Zira insan, kâinat ve Yaratıcı arasında bulunan tabiî ve uyumlu ilişki, insanı mutlu ve huzurlu kılar. Bu üç varlık alanı ile ilgili en küçük bir olumsuzluk insanı ciddi anlamda rahatsız eder ve onun hayattan zevk almasını engeller.

Adını “silm”(سلم) kökünden alan ve barış anlamına gelen İslam dininin nihai hedefinin, mümkün olan en geniş kapsamlı barışı kurmak olduğunu, getirdiği evrensel mesajı bir bütün olarak ele aldığımızda açıkça görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’de “silm”(سلم) gibi barış anlamına gelen “sulh”(صلح) kökünden türemiş yaklaşık 180 ayet vardır.[1] Bu ayetlerde, genel olarak barışın insanlık için hayırlı olduğunu haber vermekte, yeryüzünde fitne, fesat ve bozgunculuğun önlenmesini, düzenin sağlanarak can ve mal güvenliğinin, hak ve adaletin temin edilmesini, insanların arasının düzeltilerek, kin ve düşmanlıkların ortadan kaldırılmasını emretmektedir. Bu kökten türetilmiş ISLAH kelimesi, layık olmak, onarmak, iyi olmak, düzeltmek, insanların arasını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelmektedir. Şu halde sulh, silm den daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Kur’an’daki ayetlerden hareketle, Allah’ın Müslümanlara silmi, tüm insanlığa ise sulhu emrettiğini söylenebilir.

Kur’an-ı Kerimde Allah, Peygamberlerini, kulları üzerindeki nimetini tamamlamak için gönderdiğini, bu tamamlayıcı nimetin, insanları barış ve mutluluğa sevk eden İslam dini olduğunu bildirmiştir. Yine Kur’an’da, Hz. Peygamberin âlemlere rahmet olarak gönderildiği haber verilmektedir.

Barış, hem hayatın, hem de fıtri bir din olan İslam’ın aslından ve gereklerindendir. Dinin gayelerinden ilki olan, dinin kesinlikle yapılmasını gerekli gördüğü hususlar olan can, mal, din, akıl ve nesli korumayı ifade eden zarurat-ı diniyyeyi gerçekleştirmek, ancak barış ortamında mümkün olur.

Nihai hedefi tüm insanlığın barış ve huzurunu temin etmek olan İslam dini, insanlara ve hususiyle Müslümanlara barışın esas alınmasını emreder: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin.”( Bakara, 2/208.) “Sulh(barış) daha hayırlıdır.”( Nisâ, 4/128.) “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”( Bakara, 2/193.) “Eğer onlar barışa yönelirlerse sen de yönel ve Allah’a güven” (Enfal- 8/61) Dinde, asıl olan barıştır, bu sebeple tahmin ve evham üzere savaş kararı alınması yasaklanmıştır:”Allah yolunda sefere çıktığınızda iyi araştırın. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek,”Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimet vardır. Önceden siz de öyleydiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice araştırıp anlayın.”( Nisâ, 4/94.)

Hz. Peygamber (sav) birçok sözünde kendisinin barışsever bir zat ve “rahmet peygamberi” olduğu belirterek devamlı barışı ön planda tutmuştur. Ayrıca O, insanın değerinin, sayıda, malda, sosyal statüde ve kaba kuvvette olmadığını, aksine güzel ahlakta, takvada ve kardeşlik hukukuna riayette olduğunu bildirerek yine barışa vurgu yapmıştır.

Hz. Peygamber (sav), insanlara kendi problemlerini sulh yoluyla çözmelerini tavsiye etmiştir. Yine aralarında çekişme ve çatışma olan insanların anlaşmazlıklarının düzeltilmesi konusunda yardımcı olunması için de teşvikte bulunmuştur. Hatta bu davranışın namaz kılmak ve oruç tutmaktan daha faziletli ve önemli olduğunu şu sözüyle bildirmiştir: “Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi? Evet, (Ey Allah’ın Resulü, söyleyin!) dediler. İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki fesat bozukluk dini kökünden kazır.” (Tirmizî, Sünen, “Edep 58”, Çağrı Yay. İstanbul 1992; Ebû Davud, Sünen, “Edep 50”, Çağrı Yay. İstanbul 1992.)  Hz. Peygamber bu hadisiyle insanlar arasındaki çekişmenin temelinin fesat, nifak ve bozgunculuk olduğunu anlatarak, onlardan uzak durulması gereğini vurgulamış ve hep birlikte barışın esas alınmasını tavsiye etmiştir.

Hz. Peygamber’in (sav) konu ile ilgili hadislerine genel olarak baktığımızda, barışın esas alındığı, savaşın, istenmeyen bir durum olduğu, ancak savaştan başka çare kalmadığı durumlarda da sabırlı olunması gerektiği anlaşılmaktadır. (Müslim, “Cihad 20) Barıştan yana olmayan insanların Allah tarafından sevilmediği, toplumsal barışı sağlamak için asılsız fakat arabulucu sözler söyleyenlerin yalancı dahi sayılmayacağı, belirtilmiştir. Barışın ve kardeşlik hukukunun yara almaması için Müslümanların dillerini ve ellerini kötü söz ve fiillerden korumaları gerektiği temel prensipler olarak dile getirilmektedir.

İslam’ın barış dini olması, barışı esas alması haksızlıklar karşısında susması değildir. Zorunlu olmadıkça savaşmamak, gerektiğinde de gözünü kırpmadan haksızlıklara, zulümlere dur diyebilme kararlığını göstermek, barış ve huzuru bozanlara dersini verebilmektir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihteki İslam’ın hamisi olma rolünü tekrar üstlenmiş durumdadır. Bugün Suriye’de devam eden Barış Pınarı Harekatı vb. bunun göstergesidir.

İnsanlığın barış ve huzuruna kasteden belaların başında terörizm gelmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da işaret ettiği üzere, “Türkiye yaklaşık 40 yıldır bölücü terörle mücadele etmektedir. Türkiye, DEAŞ’tan FETÖ’ye, PKK’dan El Kaide’ye kadar dünyanın en kalleş terör örgütlerinin hedefi olmuştur. Terör eylemlerine on binlerce vatandaşını kurban vermiştir. Müttefiklerimizin ve dost bildiğimiz ülkelerin türlü ayak oyunlarına şahit olduk. Ancak terörle mücadele konusunda Suriye krizindeki kadar çifte standarda, tutarsızlığa maruz kalınmamıştır. Terörle mücadele ediyoruz diye, ambargodan ekonomik yaptırımlara kadar akla hayale gelmedik tehditle karşı karşıya kalmıştır Türkiye.

Türkiye’nin son attığı adımın tek sebebi, Suriye’nin kuzeyini terör örgütlerinden temizlemek ve bölgeyi gerçek sahiplerine teslim etmektir. Barış Pınarı Harekâtı, “barış dini olan İslam’ın barışı esas alma” temel ilkesinin harekete geçirilmesi, bölgede barışın tesis edilmesi çabasıdır. Amaç, öldürmek değil, insanı, insanlığı öldüren teröre dur diyebilme cesaretidir. Yüzyıllar boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapan şanlı milletimiz, yekvücut halinde, hep beraber Mehmetçiğimizin maddi-manevi yanındadır. Peygamber ocağındaki, cihat meydanındaki  “Mehmetçiklerimize “dua ediyorlar.

Barış Pınarı Harekâtının, “Kürtleri hedef aldığı, DEAŞ’la mücadeleyi zaafa uğratacağı, demografik yapıyı değiştireceği, siyasi çözümü tıkayacağı” iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Türk’müş, Kürt’müş, Arap’mış asla ayrım yapılamaz. Çünkü bu millet, “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevme” kültürüyle yoğurulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin ve ordumuzun işi teröristlerledir. Türkiye, Suriye kaynaklı düzensiz göç akınına en fazla maruz kalan siyasi, ekonomik ve sosyal olarak en ağır bedelleri ödemek durumunda kalmıştır.

Batılı ülkeler tarafından YPG-PYD terör örgütü, meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye buna sessiz kalamaz ve kalmamıştır. Türkiye, sabrının sonuna gelmiş ve artık kendi göbeğini kendi kesmeye karar vermiştir. Türkiye, nihai zafere ulaşana dek mücadelesini sürdürecektir.

Türkiye, eski Türkiye değildir. Dünya lideri olma yolunda ilerlerken, Türk Dünyası’nın desteği ve duası hep Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında olmuştur.  Orta Doğu’dan Afrika’ya, Güney Asya’dan Balkanlar’a kadar tüm kardeşlerimizin de Türkiye’ye dua ettiğini bilmeyen kalmamıştır. Özellikle Bulgaristan Türklerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Barış Pınarı Harekâtına desteği, duası ve heyecanı takdire şayandır. Türk ordusu, İslam’ın ordusudur. Yeryüzünde mazlumların umudu ve koruyucusudur, böyle de devam edecektir. Rabbim muzaffer eylesin…

[1] Bakara- 2/224; Nisâ- 4/128; A’râf- 7/56, 76; Tevbe- 9/102; Şûra- 42/40; Hucûrât- 49/9-10 vd.;

Ayrıca bu ayetler ve diğerlerinin yorumu için bkz; Ömer Dumlu, Kur’an’da Salah Meselesi,

1992.

Reklamlar