Rafet ULUTÜRK

İsimlerini değiştirmekle, Anadilimizi yasaklamakla,

Mezar taşlarımızı yıkmakla bizi bitiremezsiniz.

Bulgaristan Türklerinin siyasi formatını belirleyen en önemli bir ölçüsü 1989 Mayıs Ayaklanmamız, oldu. Öncüler, siyasetçilerimiz, liderlerimiz sürgünde oldukları Bulgar köylerinden toplanıp sınır dışı edildi.

21 Mayısta çağrılan Demokratik Lig (Birlik) kurucu Kurultayının Sliven iline bağlı Ablanlar (Yablanovo) köyünde toplanabilmesi yolları kesildi.

1984’ten beri kışlaya toplanamayan ordular, jandarma, polis, “gönüllüler” ayaktayken ayaklanma bayrak yerine çapa küreklerle yürüdü. Doğru yolu gördüklerine inananlar sorunlarını bütün insanlığa anlatmak, çözüm aramak, zulmün zincirlerini koparmak, öncelikle Allah’ın kendilerine tanıdığı doğal ve insan haklarını, yasaklanan özgürlüklerini istiyorlardı.

Bu, tek uluslu Bulgar devleti dışında kalmışlardı, çok etnikli, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir ülkede, bir devlette özgürce yaşamak istiyorlardı.

Onların hayallerindeki yeni format geleneklerinin devamı ve kültürel otonomiye taşınmasını hedefliyordu.

Bu yüreklenmede onların önünde ve seçilen yolda onlardan daha sert basan bir şair, partili, partisiz yoktu.

Bulgaristan’da 72 binimiz birden yürüdük ve Bulgar siyasi totalitarizm bendini yıktık. Halkın bu zihni disiplin etrafında kenetlenebileceğini düşünebilen yoktu. Bulgaristan Türklerinin tüm yalan ve masallardan, ödüllerden ve vaatlerden, Radyo ve TV’de anlatılanlardan, basında yazanlardan, onlar önüne çıkıp totaliter iktidar adına konuşanların tüm iddialarından ve kandırma yeltenişlerinden kendilerini nasıl koruyabildikleri bir sır kaldı.

Onlar söylenenlerin tam tersine, zıddına inanmaya gayret etmişlerdi. Halkımızın bir beklentisi vardı. Sabır ve mücadele içinden onların olanın, hakkın ortaya çıkacağına inanıyorlardı. Tarihte bu defalarca başarılmıştı. Küçük Asya Türklere böyle Ana Vatan olmuştu. Rumeli’de asırlarca süren huzur böyle kurulmuş, onlarla yan yana ve en iyi ilişkiler içinde 80 etnikle ortak dil bulmuşlar ve Güneşe birlikte sevinmişlerdi. Bir Vahdet çağrısıyla tüm dünyayı dize getiren gönüllerinde yaşıyordu.

Onların formatı buydu. Aslında ayaklandıklarında “format” kavramını bilmiyorlardı, bildikleri hiçbir kimsenin hiçbir şeyinde gözleri olmadığı ve yalnız kendilerinin olanı isteyişleriydi.

İsimlerini değiştirmekle ayıp edilmişti.

Genç evli gençleri hapislere toplamakla ayıp etmişti.

Anadilimizi yasaklamakla günah işlemişti.

Mezar taşlarını yıkmakla da günah işlemişti.

Yaşam usullerine saldırmakla vahşiliğini kanıtlamıştı.

Zaten 1907’de Rusya Çarı II. Nikolay “Balkanlardaki o vahşiler” demekle, ne doğru söylemişti.

Garodi’den sonra “HALKLARIN FORMATLARI ÜNİVERSİTESİ” açılmasını öneriyorum. Kapısının üzerine geleceğin tek formatı şudur yazsın:

Çeşitlilik içinde birlik veya birlik içinde çeşitlilik!

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Paylaşınız.

Reklamlar