Dr.Nedim BİRİNCİ
Plovdiv İl Mahkemesi Karlovo’daki “Kurşun Camiyi” belediyeden alıp Baş Müftülüğe verme kararı alalıdan beri, Türk ve Müslüman ter ve kanı emenler kudurdu. Bizim öz malımızı, cami, medrese, okul, vakıf mal mülkümüzü, çeşme, pınar ve kuyularımızı, çayır ve korularımızı, tapulu topraklarımızı gasp ettikleri yetmezmiş gibi, geri verme zamanı geldiğinde, bu konuda mahkeme kararları çıkınca kâfirler Müslüman’dan Müslüman kesildi, kin, öfke ve düşmanlık söylevi iyice taştı. Ulusal eylemler gerçekleştiriyorlar.
Sözde “Borovets” sofrasında, Sosyalist Parti ile Hak ve Özgürlük Parlamento gruplarının Genel kurul dışında önceden tartışmadan ve kabul etmeden HİÇ BİR YASA VEYA YASA DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİNİ MECLİS GENEL KURULANA SUNMAYACAKLARINI AÇIKLADILAR!
Ne oldu?
Plovdiv İl Mahkemesi “Kurşun Caminin iade edilmesi” kararının durdurulması, Stara Zagora Camiinin geri verilmemesi, Razdrat’ta iki caminin birini ele geçirenlerin rahatı bozulmasın diye BSP şahinleri, kimseye danışmadan, kimseye sormadan, Lütfü Mestan’ı ve ardındaki milletvekili kalabalığını hiçe sarak YASA ÖNERİLERİNİ DİN İŞLERİ KOMİSYONUNDAN BİR GÜNDE GEÇİRİP GENBEL KURULDAN OY İSTEDİLER. Her konuda ortaklık isteyen Sergey Stanışev kopoylarına “yasa değişiklik önerilerini, mahkeme kararlarını dondurma ve çürütme tekliflerini” hemen geri çekin deyemedi, demek de istemiyor.
Bu arada politik sahneye çıkan bazı haberler herkesi sarstı:
BİR: Biz hepimiz Müslüman mal mülkünün Baş Müftülüğe geri verilmesi kanun tasarısını Meclise sunan kim biliyor musunuz? ATAKA partisi. Evet, bu yasa önerisini ATAKA meclise para karşılığı sunmuş.
İKİ: Maliye Bakanı Simeyon Dyankov zamanında Bakanlıkta çalışan her memurun maaşına ek olarak her ay aldığı primi biliyor musunuz? 5 bin leva. Evet, bizim anamız babamız orada 200 leva emekli maaşına çürümeye devam ede dursun!!!
ÜÇ: Bir sorum daha var. Siz Ahmet Doğan’ın kaldığı ve adına SARAY denen villa evin kimin üstüne kayıtlı ve tabulu olduğunu biliyor musunuz? Evet, ama bilmiyorsunuz. Lütfen bir yere tutunun da düşmeyin. En büyük Türk düşmanı, Jelü Jelev’e “fes” ve “ibrikçi” deyen VILKO VILKANOV’un üstüne tapuludur.
SONUÇ: İşler böyle iken, siz AHMET DOĞAN ile LÜTFÜ MESTAN’ın ve tüm HÖH milletvekili grubunun lehimizde çıkan mahkeme kararlarını neden savunmadığını hiç düşündünüz mü? Neden karşı çıksınlar ki! Onlara göre, biz Bulgaristan’da yaşadıkça onların Bulgarların üstüne tapulu saray ve iki katlı dairelerde yaşadığı gibi, bizim “çendilliler” namazını Bulgarların tapulu malı mülkü olan camilerde ve mescitlerde kılabilir ve cenaze nelerini Bulgar mezarlığından yer kiralayıp oralara defnedebilir. Hani şu, totalitarizm döneminde 323 imam, hoca, müftü ve Baş Müftünün maaşını Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığı’ndan aldıkları gibi. “Paralar kokmaz” deyen ONLAR değil mi?
Değişen bir şey oldu mu! Yok! Bulgarlar bize “iyilik” yapmaya devam ediyor. Aslında tabular senetler işin kılıfı, içerik “cömertçe yapılan sonsuz iyilik” değil mi?
Aralarında pazarlık yapmışlar, Lütfü Mestan susarsa, ajan kaltağı Ahmet Doğan ise, kendini tilki bayıltması yapmaya devam ederse, “ben derin ruh hastasıyım” yalanını yutturmayı sürdürürse, hırsız dostları Hristo Biserov mahkemeye verilmeden, hapse girmeden paçayı kurtaracakmış. Vay be!… Biz hepimiz, dünümüz bugünümüz, tarihimiz ve geleceğimiz, topu topu her şeyimizle Hr. Biserov’un sirozlu ciğerine takas ediliyoruz. Uyan kardeş uyan!!!!!
Bizim oyunda baş aktör tek kişi olmalıymış. Perde ardındaki oyun kurucular, Lütfü ile Ahmet karakter olarak birbirine çok benzediklerinden, Boyko Borisov’un dediğine göre “Yeni bir formülle değiştirmek üzere, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin aslan kafesine atmaya karar vermişler.” Doğru olabilir mi bilmiyoruz, fakat “nikahsız evlilikle” aile kurulamadığını anlayan Bulgar halkı, sön sözünü söyleyebilir.
Hükümet ortaklığından, Sözleşmesiz Parlamento ortaklığından, boş sözler lam lan lum lumdan başka ne beklenebilirdi ki! Biz, Bulgaristan politikasında kuru kalabalık olmaya devam ediyoruz. Lütfü, Türkçeyi öğrenemediği gibi, İslam din işleriyle ilgili Veliko Tarnovo üniversitesinde anlaşılmayan, içeriksiz, kuru sıkı sözler öğrenememiş olacak, bu defa parlayamadı. Ben, “dilini yuttu,” demek istesem de, erken davrananlar, “Nikul Den” balık bayramında boğazında kılçık kalmıştır, tahmininde bulundular. Nedir derdin be kardeşim? Diline inme mi indi! Hadi konuşsana! Bizim olanı savunsana! Hainliğin başı sonu yoktur. KENDİNE GEL! Perde arkasındakilerin elindeki kalemi alıp kıracak olan halkımızın oyudur, sen işine baksana!
Olaya bu defa daha derin bakalım:
İyilik ve insanlık öldü mü sorusunu sorarken, bir bilseniz neler geliyor çekeceği ve göreceği olan baştan. Bizim kalbimizde ve ruhumuzda iyilik ve insanlık ölmedi. Başkasının iyiliğine de her zaman iyilikle yanıt vermişizdir.
Olaya önce fitneci Bulgarlar açısından bakalım.
Görülen köy kılavuz istemez. İyilik, Bulgarların hayatından uçup gitmeye başladı. “Benim iyi olmam önemli değil, önemli olan komşumun kötü olmasıdır!” derken, Sofya Şoplarında iyileşeceğiz umudu belirdi. Anlaşılan, yakın geçmişte hasetlik üstüne çok eski bir Osmanlı masalı dinlemişler ve Yane Vute’ye anlatırken “onlar da eskiden bize benziyormuş ama baksana artık büyüden kurtulmuş ve düzelmişler, iş Allah biz de kurtuluruz” demeye başlamış.
Yeni öğrendikleri kıskançlık masalı şudur:
Vezirin yeğenlerinden biri bir gün denize düşer ve o anda orada bulunan ve iyi yüzücü olan adamın biri onu boğulmaktan kurtarır.
Vezir bu denli fedakâr ve çok büyük iyilik yapan adama nasıl teşekkür etse az, onu alır ve Sultan hazretlerinin huzuruna götürür.
Olayı öğrenen Sultan adamı mükâfatlandırmak ister ve şöyle der: “İste benden ne istersen, ama şunu bilmelisin ki, sana verdiğimin iki katını komşuna vereceğim.”
Adam düşünür taşınır ve en sonunda. “Emrediniz! Bir gözümü çıkarsınlar.” der.
Kıskançlığın sonu yoktur. İyiliği kemirip bitiren kıskançlık ve hasetliktir.