Levent RASİM
Konu: Nankör, gördüğü iyiliği unutandır.
Vatanını yitirirsen eğer
İşin en kötüsü işte budur
Ölüler gibi tamtakırsın
Bu sözler Kırcaali aydını Niyazi Hüseyin Bahtiyar’a aittir.
Bunun için ben bizi vatanımızı bırakıp göçöe zorlayanlara en büyük NANKÖR diyorum. Ben bir Deliormanlıyım. Bizim çiftçi insanlarımızın basit felsefesinde NANKÖRLÜK yoktur. Söylemek istediğim şudur: Bazı insanları sanki her zaman aldatabilirsiniz, (1985’te bize siz Bulgarsınız dedikleri gibi); Herkesi de bazen aldatabilirsiniz (1990’da Hak ve Özgürlükler Hareketi – HÖH partisi kurulurken hainlerin hepimizi birden aldattığı gibi. Haklarınızı alacaksınız demediler miydi?); Fakat her zaman aldatamazsınız (çünkü halkın doğruları fark etmesi engellenemez bir süreçtir, bilinçlenmek doğaldır, ezilenin aklı mutlaka gelir, biz aldatılmış olduğumuzu sezinleriz ve işleri düzeltmeye çalışırız, 2015 yerel seçimlerinden Deliorman’da ise alınan sonuçlar ortadadır, bağımsızları öne sürdük ve seçtik yani işleri yoluna koyabildik. HÖH-çü yalancılar siyasi çöpe itildi.) Biz sözünü ettiğim yerel seçimlerde güvenilir ama beceriksiz; becerikli ama HÖH yönetiminin güvenmediği kadrolara arasında seçim yapmak zorunda kaldık. Hangisini mi seçtik. Tabii ki, becerikli olanlar. Becerikli ve dürüst olan kadrolar her zaman taban güveni kazanır. Seçim isabetli oldu. HÖH yönetimi sözde güvendiği kadroları hep kullanıp kullanıp sonra da paçavra gibi atmadı mı? 10 bin aydın göçe zorlanmadı mı? Türkiye’de okuyan 1 500 öğrenci neden geri gelmiyor? Bunun hayrını göreceklerini mi sanıyorlar? En güvendikleri kadrolardan olan, belediye başkanı, doktor, milletvekili Nihat Tabakov Varna hapishanesinde yatmıyor mu? Ak Kadınlar milletvekili, Silistre HÖH İl Başkanı sancılıktan tebligat beklemiyor mu? Bu ne kadar böyle devam edebilir? Bir Türkün hainler başı Ahmet Doğan’ın güvenini kazanması hiç bir anlama gelmez, çünkü “lider” geçinen nankör halkın sevdiği kadroları kullanıp kullanıp çöpe attı. Şimdi kapamış kendini “saray“a bahçede köpek besliyor. 3 milletvekili dışında “kimse ile görüşmek, konuşmak, mektup almak, telefon kaldırmak istemiyoruym,” demiş. Başını kaldırıp güneşe bakmaya üşenen bir NANKÖR’den ne beklenir ki! Beklemek yanlış… O bir beceriksizdir ve beceriksiz biri bundan sonra bizim işimize yaramaz. Ahmet Doğan’ın şişirilmiş bir balon olduğunu artık herkes anladı. Diploması yok, üniversiteye yazılmış, Bulgarca okumuş felsefe bitirmiş, yazılmış bişr tek kitabı yok hop Felsefe Doktoru olmuş, bunları başkasına anlatsınlar. Balonun patlamasını bekliyoruz. Şu yeni seçilen Mustafa Karadayı için de söylemek istediğim birkaç söz var. Bu genç Deliormanlı değil. Rodop Dağlarının Borino köyünde kom pil tarlarında ve çamlar arasında yetişmiş. Şu onun çamlar arasında yetişip de ulusal dava haini Ahmet Doğan’a erkek sekreter olacak kadar alçak düşmesiyle ilgili aklıma gelen bir fıkra var, sizinle paylaşmak istiyorum: “Birkaç oduncu birleşmişler, bir çamı yarıyorlarmış; önce ağacın odunundan üç beş tane kama yaptıkları için işleri kolay gidiyormuş. Koca çamları çatırdaya çatırdaya yarıyorlarmış. Çam, duruma bakmış bakmış: ‘Baltaya kızmıyorum, elbette keser beni; ama benden doğan şu kamalar yok mu, asıl onlarınki gücüme gidiyor!‘ ” demiş. İyiliğe karşı kemlik görmek, vefasızlığın kor ateşiyle kıvranmak ve yaralanmış duyguların acısıyla yaşamak insana zor geliyor. Kukla başkan Karadayı da çamlar arasında yetişmiş ama adam olamamış. Yönetimini üstlendiği partinin ana amacının nankörlük yapmak olduğunu gördü, çok iyi biliyor ama, kendisi de boğazına kadar katran kazanına düştüğü için pes olmuş, seme seme konuşuyor. Onu bu kazana düşüren de Ahmet Doğan. Türklerden toplanan “kompensatorkalarla” 2 çocuklu Karadayı ailesine cebinden tek beş leva çıkmadan Sofya’dan daire verilmiştir. İşte bu yara ömür boyu kapanmaz. Çünkü o kompensatorkaların sahipleri memleketlerinden kovulan kardeşlerimizdir, onlar için ömür boyu ter dökmüşlerdir. Karadayı’ya kul hakkı geçmiştir ve bu yolsuzluğun dinimizde ve ahlakımızda AFFI YOKTUR. İleride önüne yeni fırsat çıktığında o artık “lider” bozuntusu olarak bu yolsuzluğu tekrarlar, çünkü birincisi yağılı ballı gelmiştir. Üstüne üstelik ailesi ve yakı8n arkadaşları bu nankörlüğü hoş görmüştür, tepki göstermemiştir, meclisteki arkadaşları da göz yummuş ve susmuştur ki, bu tutum onları da suçlu duruma düşürmüştür. Bulgar makamları bu yolsuzluklara vurdum duymaz yaklaşırken, insan avına çıkar ve artık Karadayı ben “anamın ak süttü gibiyim” dese bile hiç birimizi, hiç kimseyi ikna edemez. Analizimizi bu mantıkla sürdürdüğümüzde, HÖH “fahri başkanı” na da çok kez iyilik yapıldı. Burada kötü ve nankör nitelikli olan insanlarımızın Ahmet Doğan’a iyilik yapması ve onun da nankör davranmasıyla birlikte, bir de iyilik yaptığı insandan nankörlük görmesine rağmen, Doğan’ı 20 yıl baş tacı etmesidir ki, bu da enayice bir hareketten başka bir şey değildir. Bu durumu halkımıza kadar indirdiğimizde, insanlarımızın yıllardan beri A. Doğan gibi birini asla görmediği, ama inek ve koyunları köy merasına saldırmayan, ormandan kışlık odun kestirmeyen muhtarın, Ahmet Doğan adını kullanarak, “yasakçı” kesildiği ortadadır ve akla gelen: “Balık baştan kokar” atasözümüzdür. “Vefayı köpekten öğren” der bizim atasözümüz. Köpek, yemek yediği kapıya daima sadık kalır. HÖH’lü muhtarların tavrı budur. Biz bugünkü durumda Ahmet Doğan ve etrafındaki rüşvet çetesinin 26 yıldan beri süregelen nankörlüklerini af edemeyiz. Buy bize ağır gelir. Çünkü biz vefasızlığı hoş göremeyiz. Gördüğümüz an ortam bozulmaya başlar. Bizim kurallarımız şöyledir: Biz köyümüzün yaşlılarına baba, akranlarımıza bilazer, (kardeş) der, küçük olanları da evlat yerine kabul eder, severiz. Yaşlılara hürmetimiz sonsuzdur, yaşıtlarımıza merhametliyizdir, küçüklere de şefkat gösteririz. Bu bizim yaşamımızda sarsılmayan bir orta direktir. Bizim Deliormanlı anlayışımızda, yerel düzeyde devlet çarkının bozulmasına, disiplinsizlik ve başıbozukluğun yayılmasına, ihmalkarlık ve yolsuzluğun alışkanlık haline getirilmesine sebep olanlara karşı insaflı ve merhametli davranmak onların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz. Biz HÖH sürüsünden bu sebeple ayrılmış bulunuyoruz. Siyasetimizin özünde “Gel, büyük insan olmak istiyorsan, küçük insanlara davran, onlara yardım et, onları örgütle, vardır. Bu gerçek burada günlük işlerde, köyde, pazarda, tarlada yaşıyor. Doğruyu konuşursak, Doğan ve çetesi -onların 200-300 kişiden fazla – olduğuna inanmıyorum halkımıza zulüm edenlerin yayında yer almıştır. Anlayışımızda, zulüm kini davet eder, kötü muamele sahibine döner. 2014’ten beri bizim burada izlenen bu dönüştür. Baskı ve terör şeklinde ensemize çullanan zulüm, halkın kızgınlığına ve kinlenmesine, Mayıs 1989 İsyanına yol açtı. Eskilerin, “Eden bulur!” sözünün anlamı buydur. Ayaklanmamız, zulme uğramış insanlarımızın intikam almanın yolunu aramasıydı. Yaralı ve ölüler yeni yaralar açarken, unutulmayan kahramanlar doğdu. Ahmet Doğan Todor Zivkov, Sergey Stanışev, Georgi Parvanov, Volen Siderov ve Saks Koburggotski vb. ile yan yana omuz omuza yürümeyi seçti. Jivkov ile Stanişev yıkıldı. Diğerleri de sallanıyor. Hepsi yıkılmaya mahkumdur. Aynı zamanda zulüm etmeyi bir alışkanlık haline getirmiş bir devlet de uzun zaman ayakta kalamaz. Zulüm, kendi iktidarını yıkan en büyük gülledir. 10 Kasım 1989 unutulmamalıdır. Anneannem şu anlatmaya çalıştıklarımı şöyle özetlerdi: Zulüm korku doğurur…Korku ise kin…Zulüm korkunun babasıdır, kinin dedesidir. 1989 Ayaklanmamızda en çok neden korktuğumuzu düşünüyorum. Korku kaynağı ölüm değildi. Korkumuz VATANSIZ kalmaktır. Bunu düşmanımız bildiği için bizi bu noktada en fazla zorlamıştı. “Alın başınızı gidin!” sözleri bugün de yankılanıyor kulaklarımda. Avlumuza girmiş erlerin ve polislerin silah şakırtısını unutamıyorum. Bizim kuşak büyük bir nankörlüğün silinmeyen yarasıyla yaşıyor. Bu gerçekleri unutturmaya çalışmak da nankörlüktür. Bize karşı taktik ve stratejik olmak üzere iki çeşit yalan uygulanıyordu. Stratejik olan “Göç olmayacak” yalanıydı. Taktik olansa günlük ayak oyunlarıydı. Örneğin sosyalist düzenin bir refah düzeni olduğu yalanı da stratejik bir yalandı. Toplumu geri vitese takıp sosyalizmden kapitalizmin serbest pazar ekonomisine geri çevirme işi de stratejik bir yalandı. Bunun imkansız olduğunu bilenler hep İsviçre kahvelerinde Cenevre gölünde kuğu seyrederken sütlü kahve içtiler ve gülüştüler. Boşa kürek çekildiğini biliyorlardı. Her şeyi yok ettik ama yerine bir şeyler koyamadık. Üretimi durdurduk. Alış-veriş onların AVM, Mooll, Pickadilly, Billa, Fantastiko, Metro vb mağazalarından yapmaya zorlandık. Üretmeden yaşamayı düşünmeye mecbur bırakıldık ve bu bir Nankörlüktü. Biz bağımsızlığı ararken “esi,r” olduk. Esirlerin bir tek vazifesi vardır. Ölümü beklemek. Bizi esir alanlar ise bizden yalnız oy kullanmamızı istiyor. Biz oyumuzu onların listelerine verdikçe paşa paşa yaşıyorlar. Stratejik yalan söyleyen nankördür. Bunun için pazar ekonomisi bir nankörlüktü. Pazar olduğu yerde ekonomisi de olur. Bizde 800 seneden beri pazar kuruluyor. Pazarcık, Yeni Pazar, kadın pazarı, cuma pazarı, dernek pazar vb sözler bizim “pazar ekonomisini” bu topraklara getirenler olduğumuzun kanıtıdır. Bu açıdan “pazar ekonomisi” kavramını ilk ve son kullanan halkımızı bugün de aldatıyor. Yanı nankörlük etmeye devam ediyor. Sofya’da mecliste, bakanlar kurulunda ve cumhurbaşkanlığında son günlerde T.C’deki soydaşların oy kullanma yolunu kesme “pazarlıkları” yapılıyor. Bizim sözümüzü kollananlkar bizim kuyumuzu kazmaya çalışıyorlar. Dışardaki Türklerin oy kullanma yolu kesilmezse “Yurtsever cephe” (PF) ırkçıları, hükümetten ayrılacaklarmış. Memlekette kendimi bildim bileli pazarlık konusu olan hep biz Türkler ve T.C. ‘deki soydaşlarımızdır. Bulgar siyaseti hep bizim üzerimizden kuruluyor. “Soya dönüş”, “Büyük Göç”, “Bulgar Etnik Modeli” hep bizimle ilgili stratejik siyaset çizgileridir. Bir devlet 30 yıl boş işlerle uğraşır mı ama uğraşıyor işte. Ona uşaklık edenler de var, nankörler sürüsü bir türlü yok edilemedi… Biz Deliorman’da birlikten güç doğduğuna inanan insanlarız. İlk başarılarımız artık ilham kaynağı oluyor. Nankörleri belediye meclislerinden kovabildik. kendi başkanlarımızı göre çektik. İşlere yeni çeki düzen veriyoruz. Bu bahar ekilmedik bir karış toprak kalmadı. Umutluyuz! Kuşkusuz yeni tuzaklar da kuracaklar. Su üstünde leke gibi durmaya çalışan hainler teslim olmuyor. Deliorman yöresinde korku var, tehdit savuranlar boy göstermeye çalışıyor. Son haftalarda DOST partisine imza topluyoruz. Sofya Mahkemesi’nin DOST dosyasını rafa kaldıracağından ve işleri geciktireceğinden korkuyoruz. L. Mestan ve arkadaşlarının inatçı tutumdan vazgeçip HÖH-çülerle DOST-cular arasında memleket çapında bir kavga başlamasına yol vermeden, daha geniş ve demokratik bir tabanda Ahmet Doğan aleyhtarlarıyla yakınlaşma, toplanma ve birleşme, gerekirse ortak cephe oluşturmaya açılması zamanı yaklaşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken DOST partisinin ardımda 500 bin oy var diyebilmesi gerekiyor. Yarinin Bulgar Cumhurbaşkanı ancak DOST partisi oylarıyla seçilebilir kanısı ağır basmalıdır. Telkin edilmesi gereken bir başka fikir de, genel erken meclis seçimleri için de yine ortak demokratik cephede buluşma şiarının daha şimdiden yükselmesi zorunluluğunun artık günde olma zamanının gelmiş olmasıdır. Tarlanın tohum beklediği, fidan beklediği gibi halkımız da DOST etrafında birleşmeyi umuyor. Birleşemezsek HÖH hain sürüsünü yenemeyiz, siyaset çöplüğüne atamayız. 2016 yılı hepimize çok büyük bir şans tanımak istiyor. Bizi sınıyor. Türkler tarih boyunca birleşme yolunu bulmuş, yaban buğdayı bulup ekmek yapmış, atları evcilleştirmiş yüzlerce yeni bulguyla yeni medeniyetler yaşatmıştır. Bu defa da güneşin bizim dağlardan doğacağına inanmak zorundayız. Gücenip, kırılıp darılacak bir şey yok “HÖH partisinin zamanı doldu!” Buna itiraz etmek nankörlük olur. |