Alptekin Cevherli
+++++++
Evde basit bir elektrik işi var. Bayram üzeri yana yakıla elektrikçi arıyorum. Bir tanesine gittim. Ajandasına baktı, “Bayramdan sonra gelirim” dedi.
– Usta 10 dakika sürmez, akşam seni dükkândan alsam, iş bitince evine bıraksam?
– Olmaz, bayramdan sonra!
İyi, iyi de; bayram 9 gün… Bayramdan sonra eder, 10 gün. Ben 10 gün ne yapacağım?
– ???
Başka elektrikçiye gidiyorum. Küçücük bir dükkân…
Bir bakıyorum usta da dükkân komşusu ile içeride oturmuş, tavla oynuyor. Çırağı, kalfası diğer komşuları da yancı pozisyonunda eğleniyorlar…
– Selamünaleyküm, bir elektrikli şofben montajımız vardı da…
Usta, başını kaldırıp şöööyle bir bakıyor.
– Ağabey, işim çok (?)
– Nasıl yani, şimdi montaja gelmeyecek misin?
– Ağabey, biz büyük projeler yapıyoruz. Site, blok elektrikleri filan. Öyle basit işlere zamanımız yok.
– İyi de kardeşim ben ne yapacağım?
– Valla sen arada bir uğra, müsait bir fırsat bulursam gelirim (?)
– Valla ben en iyisi elektrikçilik okuyayım da…
– Nasıl anlamadım ağabey?
– Seninkinin karşısına dükkân açacağım da!
* * *
Bu yıl kutsal hac farzını yerine getiren hacılardan binden fazlası işgüzarlık, iş bilmezlik ve bana necilik yüzünden hayatını kaybetti. Kimi eğreti tutturulan vincin altında kalarak Kâbe’nin dibinde can verdi, kimisi de Prens’e yol vermek için çıkan izdihamda şehit oldu.
Suudi Arabistan Kralı da bunun üzerine vincin sahibi inşaat firmasını (ki sahibi ‘Ladin’ ailesidir) kamu ihalelerinden men etti, Mekke Emniyet müdürünü de görevden aldı. Al sana ceza…
Bu mudur yani? Binden fazla hacı adayı pisi pisine ölüyor ve sonuç ortada…
Binden fazla Müslüman, sırf birilerinin bayram günü Kâbe’yi göresi geldiği için veya Kâbe’nin dibine diktikleri dev otellerin inşasında kullandıkları vinçleri adam gibi inşa etmedikleri için şehit olmasının vebali bu mudur?
Evet, kader. Elbette, ecel!
Ama sen işini dosdoğru, emredildiği gibi yap; kaderde varsa bile, vebali sende olmasın.
Düşünsenize Vatikan’da binden fazla kişi ‘kardinal bilmem kime’ yol vermek için çıkarılan izdihamdan veya vinç devrilmesi sonucu ölse, bizim televizyonlar bile aylarca bunu yayınlar durur, değil mi? Neredeyse milletçe yas tutarız.
Yalan mı?
Ama binden fazla din kardeşimiz feci şekilde öldü. Çalgı, çengi, eğlence programları gırla…
Bu mudur yani?
İslâm kardeşliği bu mudur?
İsrail, kendi bayramlarında; olur da Müslümanlar bir taşkınlık yaparsa ihtimaline karşı bile ilk Kıble’miz olan Mescid-i Aksa’ya operasyon düzenliyor. Yüzlerce kişiyi göz altına alıp, kendince tedbir alıyor.
Diğer yandan güya bir İslâm Devleti’nin kontrolündeki bizim ikinci Kıble’mizde binden fazla hacı pisi pisine ölüyor.
Ondan sonra, “Kahrolsun İsrail!” değil mi?
Sloganlarla iş bitse, ne de güzel olurdu.
Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin ve Diyanet İşleri Başkanımız çok doğru söylüyorlar. Hac organizasyonu kesinlikle Suudi yönetiminden alınmalıdır ve Türkiye’ye verilmelidir. Bin yıldan fazla süredir Kâbe’nin güvenliği ve hac organizasyonu Türklerin elinde kalmış ve ciddi hiçbir olay vuku bulmamıştır. Bizden öncesinde vardır, ama bizim dönemlerimizde yoktur…
Her şey aslına rücu ettiği gibi Mekke ve Medine’nin kontrolü de Türkiye öncülüğünde İslâm ülkelerinden oluşan bir heyete verilmelidir. Eyyubiler, Memluküler, Selçuklular, Osmanlılar ve diğer ceddimiz gibi kutsal toprakları yine en iyi şekilde biz korur ve gözetiriz.
* * *
Hoca’ya sormuşlar:
– Hocam kıyamet neden kopacak?
– Bana ne.
– Aman hocam bana ne olur mu? Kıymet bu?
– Bana ne.
– Aman hocam etme, eyleme. Söyle neden kopacak?
– Dedim ya ‘Bana ne’. Bana necilik öyle bir noktaya gelecek ki…
* * *
Trafik kazalarında 200’den fazla can verdik. Sanki savaş gibi…
Çoğu hatalı sollama, uykusuzluk, aşırı yorgunluktan sebep dikkatsizlik ve acelecilikten kaynaklanan kazalar.
Bize bir şey olmaz ve bana ne. Öyle bir noktaya gelmiş ki; kendi canımızı dahi koruyamaz durumdayız çoğumuz. Allah akıl, fikir vermiş oysa. Sen tedbirini al. Gideceğin yere iki saat geç git. Yat uyu.
Ama ne diyoruz. Yok olmaaaz.
Niye? Çünkü, bana bir şey olmaz…
Rahmetli de öyle diyordu, işte…
* * *
Bayram ziyaretinden dönüyoruz. Sol şeridin ortasında amcam, bir eli cebinde öbür elinde tesbih salına salına yürüyor.
Frene ve kornaya basıyorum.
Amcamda tık yok.
Hanım “Kulakları sağır herhalde, yazık” diyor.
– Hakikaten çok yazık, baksana gözleri de kör sanırım ki, yolun ortasından gittiğini de görmüyor (?)
Amcanın sağına yanaşıyoruz. Tam yanından geçerken kornaya hafifçe dokunuyorum. Bana ters ters bakıyor. Hayret kulakları duyduğu gibi, gözleri de görüyormuş amcanın ama bana necilik o kadar kanına işlemiş ki, yokuş aşağı inen çift şeritli yolun sol şeridinin ortasında eli cebinde tıngır mıngır yürüyerek gidiyor.
Kaldırım mı? Zaten boşuna yapılmış… Kimsenin gittiği yok ki!
Neyse, yola devam ediyoruz. İki genç kız adayı 14 – 15 yaşlarında çocuklar, karşıdan karşıya geçiyorlar. Birinin elinde cep telefonu hararetli hararetli bir şeyler konuşuyor. Süslenmiş, püslenmiş ağızında sakızı hem patlatıyor, hem konuşuyor, hem de bölünmüş yolda karşıdan karşıya geçiyor. Oysa yaya geçidi 50 metre ileride ya, olsun…
Gelip önlerinde duruyoruz. Hanımefendiler karşıya geçsinler diye.
Biz durduk ya, ablam iyice yavaşlıyor. Sonunda yolun ortasında duruyor. Başlıyor telefondakiyle kavga etmeye. Arkadaşı çekiştiriyor. “Haydi” diyor. Ablamın cevabı:
– İşi ne, beklesin biraz(?)
* * *
Suriye’de her gün 60 – 70 kişi, Irak’ta 15- 20 kişi hunharca katlediliyor. Akdeniz’de ve denizlerimizde kaçak göçmenler 20’şer 30’ar boğuluyor. Teröristler, cankurtaranlarımıza bile ateş ediyor…
İnsan canının bu kadar ucuz olduğu bir coğrafyada ne yazık ki, nedense tesadüfi yaşıyormuşuz gibi bir hisse kapılıyor insan.
Reklamlar