Rafet ULUTÜRK
İstanbul Havaalanı’ndan ayrılırken içimde büyük bir heyecan vardı. Uçak, sanki kollarını açarak havalandı ve İstanbul’u yukarıdan görmek çok farklı bir duyguydu. Dünyanın merkezi olan Şehir, ayaklarımın altında küçücük bir harita gibi görünüyordu. Yükseklerden bakmak, tanıdık olanı bile yabancı bir gözle görmek, benzersiz bir deneyim sundu.
Zaman ilerledikçe, uçak bulutların arasına dalıp, sanki başka bir dünyaya geçermişçesine yükselemeye başladı. Gözlerimin önünde bembeyaz bir kış manzarası belirdi. Bulutlar, dipsiz bir ova gibi gözüküyordu; her şey bembeyazdı, sanki kar her yere yağmış ve dünyayı beyaz bir örtüyle sarmıştı. Bir an, uçak bulutların üzerine doğru yükselirken, sanki ikinci bir katman daha vardı ve biz o katmanın üzerine çıktık. Bu kez, etraf yine bembeyazdı, ancak arada bir göl, deniz veya başka su kütleleri gibi şekiller belirmeye başladı. Bu manzara o kadar büyüleyiciydi ki, uçağın içinde zamanın nasıl geçtiğini unuttum. Uçak düz bir çizgide ilerlerken, geniş ovalar ve boş topraklar üzerindeki minik kasaba evlerini gözlemlemeye başladım.
Evet, gökyüzünde özgürce süzüldüğümüz o anlarda, torunumu bu karlar içinde hayal ediyor, elinden tutup birlikte yürüyorduk. Ancak bir anda hayallerim kesildi. Bir süre sonra kaptan anons yaptı: “Londra’ya iniş yapıyoruz, yaklaşık 30 dakika sonra yere inmiş olacağız.” Uçak alçalmaya başlarken, altımızdaki manzara daha net bir şekilde belirginleşti. Aşağıya baktığımda, geniş ova, toprak parselleri, köy evleri, yollar… Her şey o kadar küçük görünüyordu. Evler minicik, arabalar ise oyuncak gibi… Uçak inişe geçerken, yolcular arasında bir gerginlik oluşmaya başladı. İstanbul’daki gibi, iniş anının alkışlarla kutlandığı bir atmosfer yoktu burada. Aksine, herkes oldukça sakin, kimse kimseyle ilgilenmeden, kapının açılmasını bekliyordu. İnişin ardından, herkes hızla ayağa kalktı, her zaman olduğu gibi kapının açılmasını sabırsızlıkla bekleyerek. Nihayet kapı açıldığında, Türk bir hostes güleryüzle “Teşekkürler, yine bekleriz” diyerek bizlere hayırlı günler diledi.
İlk İzlenim: Havaalanı
İlk olarak, havaalanını gördüğümde, hemen İstanbul’daki büyük havaalanlarından çok farklı olduğunu fark ettim. Buradaki havaalanı, İstanbul’dakilere kıyasla o kadar küçüktü ki, neredeyse bir oyuncak kadar küçük diyebilirim. Girişte çalışanlar oldukça sakin, işlerine odaklanmışlardı. Polisler arasında İngilizler azınlıkta diyebilirim. Pasaport kontrolüne gittiğimizde kalabalık bir şekilde sıraya girdik, ancak ortam oldukça sessizdi. İstanbul’daki o canlı, gürültülü hava buradaydı ama yoktu. Gerçekten, İstanbul’daki havaalanını burayla karşılaştırmak, sinek ile fili karşılaştırmak kadar büyük bir fark yaratıyordu.
Sıra bize geldiğinde, polis memuru bana yalnızca “Neden geldiniz?” diye sordu. “Kızımı görmek için geldim, dede oldum,” dedim. Ama adam yüzüme bile bakmadan, sadece mührü vurup geçmemi söyledi. Biz ise, İstanbul’da alışık olduğumuz gibi, “Hayırlı olsun” gibi birkaç kelime söylemeye alışmıştık. O an, bu soğuk tavır biraz garip geldi. Ama sonra öğrendim ki, İngilizler genellikle fazla muhatap olmazlarmış; sadece işlerini yapar ve geçerlermiş. Bu durum, farklı bir kültürün insanlarla nasıl etkileşimde bulunduğunu gözler önüne seren ilginç bir anıydı.
İniş İşlemleri ve Yolculuk
İniş işlemlerini hızla tamamladıktan sonra, metroyla pasaport kontrolünden geçtik. Havaalanı küçücük olmasına rağmen, oldukça sakin ve acele eden kimse yoktu. Oğlum Murat beni almaya gelmişti, elimi öptü ve biz de ona, “Evet, baba oldun artık, nasıl gidiyor babalık?” diye şakalaşıp bir birimize sarılarak özlem giderdik. Ardından arabaya binip, Londra’dan Corby’ye doğru yola çıktık. Londra’dan çıkıp kasaba yollarına girdiğimizde, yol boyunca bazı garip işaretler gördüm. Asfalt üzerinde ok işaretlerine benzer çizimler vardı. Merakla sormam üzerine oğlum Murat, “Baba, burada devlet, arabaların mesafesini göstermek için her şeyi aşırı basit anlatıyor. Bu ok işaretleri de o mesafeyi gösteriyor,” dedi. “Devlet burada halkını o kadar dikkatlice yönlendiriyor ki, adeta herkesin aptal olduğunu varsayıyor,” diye de ekledi. Gerçekten de, burada her şey, devletin halkına “herkesin anlaması gereken şekilde” anlatılmıştı. Her şey tek tek açıklanıyor. Ayrıca burada kurallar oldukça belirgin: Sağa gitmek için sağ şeritte, sola gitmek için soldan gitmen gerekiyor, ileri gideceksen ortada gitmen gerekir. Her şey sanki bir kitap gibi yazılmış ve titizlikle uygulanıyordu; her şey düşünülmüştü.
İngiltere’de Kurallar ve Cezalar. İngiltere’de kurallara uyulması oldukça ciddiye alınan bir konu. Halk, kurallara uymadığı takdirde cezaların evlerine kadar geldiğini bildiği için, genellikle kurallara uymaktan kaçınmıyor. Bu cezalar, insanların davranışlarını sıkı bir şekilde denetleyen bir sistemin parçası olarak, toplumda kurallara uyma bilincini pekiştiriyor. Sonuç olarak, kurallar halk arasında sadece bir gereklilik değil, aynı zamanda kaçınılmaz bir sorumluluk haline geliyor. Bu sistem, toplumun düzenli ve düzenli bir şekilde işlemesini sağlıyor.
Corby’ye Varış ve Ailemizle Yeniden Buluşma
Bir saat 20 dakikalık yolculuğun ardından Corby’ye vardık. Küçük ama sıcacık bir kasaba burası. Uzun gökdelenler yok, en yüksek binalar üç katlı evlerden oluşuyor. Evde bizi büyük bir sevinçle karşıladılar. Kızım Raziye, elimi öperek “Hoş geldiniz baba!” dedi ve hemen ardından yeni doğan torunum Nilay’ı kızımızı kucağıma verdi. O an, o küçücük, masum bakışlarıyla bana bakarken, gözyaşlarımı zor tuttum. Minik torunum, sanki “Sen de kimsin?” dercesine gözlerini kocaman açtı. Gözlerinde o tanıdık aile sıcaklığını hemen hissettim. Ne kadar büyüleyiciydi! Gülücükleri, minicik elleriyle bana dokunmaya çalışması, tam anlamıyla kanın kanla buluştuğu anıydı. Her şey o kadar kısa bir sürede gelişti ama ne kadar özel ve anlamlıydı!
Geceyi nasıl geçirdiğimizi anlamadık. Nilay torunum, uykusunu aldı, sütünü içti ve huzur içinde uyudu. Küçük bir bebek için hayatın ritmi çok basit: yemek, içmek ve uyumak. Ama zamanla, büyüdükçe dünyayı keşfetmeye başlayacak, sorular soracak, cevaplar arayacak. O anı yaşamak çok güzeldi; hayatın basit ve saf yanlarını yeniden hatırlamak, bu küçük anların ne kadar kıymetli olduğunu görmek, bana hayatın gerçek anlamını tekrar hatırlattı. Evet, dede olmak gerçekten güzel bir duygu.
Dede olmak… yaşanabilecek en güzel duygu. Elhamdulillah, dede oldum!
Torunumuz dünyaya geldiğinde, ilk yaşadıklarım bunu gösteriyor: sağlıklı, sevimli bir kız çocuğu ve yüzü Raziye kızımı andırıyor! Hem güçlü bir aile çınarı inşa ediliyor, hem de bu çınarın altında gölgeleyecek yuvalar kuruluyor, dünyalar boy veriyor… Bu benzerlikler sanki Allah Teâlâ, hem fizikî hem de ruhî bağlarını güçlendiriyor aile fertleri arasında. Bu bağlar büyüdükçe, bir “aile dağı” inşa ediliyor; dalları, yaprakları olan büyülü ve köklü bir “aile dağı.”
Dede olmak, nasıl bir duygu yaşayacağımızı zamanla göreceğiz.
Dede olmak, bebekle bebek olmak demek, derler. Bebekle en iyi bebek olanlar dedelerdir, derler. Dede olmak gerçekten çok özel bir duygu…
Allah (cc), yavrumuzu analı babalı büyütsün; toplumuna, ülkesine, İslam’a ve insanlığa hizmet edecek güzel kullarından eylesin; istikamet üzere, sağlıklı ve huzurlu bir ömür nasip etsin. Torunumuzun doğumu sebebiyle bizzat telefonla arayan, sosyal medyada yazan ve sevincimizi paylaşan tüm kardeşlerime dostlarıma kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.
Allah hepinizden razı olsun.
Sonunda kızımıza bir şiir
Nilay Kızımıza Bir Şiir
Nilay’ım, yıldızlar düşer gecene,
Gönlünde açan her çiçek seninle.
Gözlerinde umut, ellerinde sevda,
Her anın bir masal, her gülüşün bir dua.
Rüzgarın dansı gibi nazlıdır adımların,
Sonsuz bir huzur var senin içinde,
Bütün dünya susar, seninle konuşur,
Bir gülüşünle tüm karanlıklar aydınlığa döner.
Gözlerin bir deniz, derin ve parlak,
Her bakışında kaybolur zaman,
Hayatın en güzel melodisi sensin,
Ve her anın, kalbinde sonsuz bir sevda.
Nilay, sen bir ışık, bir umudu simgelersin,
Huzurla dolu her anın bir öyküye dönüşür.
Gülüşünle renklendirirsin bu dünyayı,
Ve her yeni gün, seninle bir başka güzel olur.
_____________________________
Nilay’a Hoşgeldin – Dede’nin Şiiri
Nilay, hoşgeldin dünya yoluna,
Bir çiçek gibi açtın bu ömrün rengine.
Gözlerinde sevda, yüreğinde umut,
Her adımın bir dua, her gülüşün bir nur.
Bir kuş gibi neşeyle süzüldün gökyüzüne,
Yüzünde Raziye kızımın izleri, bir ömrün mirası,
Ailenin sevgiyle büyütülecek en değerli çiçeği,
Bir “aile dağı”na kök salacak bu küçük sevda.
Dedelik, bir zamanın hediyesi,
Bir neslin devamı, bir hikâyenin sesi,
Bebekle bebek olmanın güzelliği,
Seninle büyüyecek her şeyin değeri.
Sağlıkla, huzurla, mutlulukla geçsin yılların,
Allah yolunda her adımın aydınlık olsun.
Toplumuna, İslam’a, insanlığa yararlı,
Bir ömür boyu istikamet üzere olman dileğiyle.
Dede olmak bir dua gibi,
Bir kuşun kanat çırpışı gibi,
Seninle, her an bir hayal gerçekleşecek,
Nilay, ailenin kalbinde sevdanın adı olacak.
Hoşgeldin yavrum, sevincimiz sonsuz,
Her adımında seninle büyüyecek umut,
Allah seni analı babalı,
Sağlıklı ve huzurlu eylesin, evlat!
Yavrumuza Duamız
Allah’ım, yavrumuzu analı babalı büyüt,
Toplumuna, ülkesine, İslam’a hizmet etsin,
İnsanlığa faydalı, güzel bir kul eylesin,
Hakkın yolunda, istikamet üzere yürüsün.
Sağlıkla, huzurla dolsun her adımı,
Gönlüne sevgi, ruhuna iman nasip et,
Hayatına neşe, kalbine güven ver,
Rabbim, ona uzun ve mutlu bir ömür nasip et.
Her adımında senin rızan olsun,
İmanla, iyilikle yol alsın,
Yolunu aydınlatan nur senin olsun,
Allah’ım, ona hayırlı bir hayat nasip et.