Tarih: 25 Haziran 2018
Yazan: Mehmet ÇAKIR
Konu: Ruh, kuru kalabalık değildir.
Bizde, “Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…” diye bir laf vardır. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Başkanlık seçimlerinde 2 defa sıçrayan Muharrem İnce, 24 Haziran 2018 erken Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin favorisi olarak yarışa çıktı. 107 mitingde ve TV programlarında, ilgililerin hepsine aynı şeyleri anlattı. Tam olarak ne istediği anlaşılmadı. Oyların % 30,6’sını aldı. Yola çıktım, her araç işimi görür havasıyla ilerledi. Basın toplantısına çıktı. “Yenilgiyi kabul ediyorum!” dedi ve köşesine çekildi şimdilik…
16 yıldan beri onun sıcak köşesi Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisiydi. Oraya alışmıştı. Kulislerde aranıyordu. Kokteyllerde boy gösteriyordu. O, her yerde siyaset geveliyordu. Onu ilk gören, sesini uzaktan işiten ya da yakından dinleyen hemen bir horoz düşünür. Renk renk tüyleri pullu, dik başının ardına sarkmış ibik! Onun derdi yumurtalar, piliçler ve tavuklardan fazla duvara sıçrayıp günde birkaç kez öterek kendini duyurmaktır. O, 15 milyon oy aldı. 30 milyon peşinde olacağını gizlemedi. Bir oy bir yumurta olsa! Sihirli bir formül icat etmesi gerekecek. Tüyo veriyorum. Bulgaristan tavuk çiftliklerinde elektrikler sönmüyor. Gece olmasını beklemeyen tavuklar, hoparlörden devamlı horuz sesi dinliyor. Arda arda – günde 2 defa – yumurtluyorlar. Bu mantıkla çalışılırsa, uygulamalı adım gerek…
Konuşmalarımı dinlerken nenemin bana, “kızanım, anlatacağını anlatırken, ‘ben’ ile başlama, ‘ben’ deme, Allah her şeyi herkese göndermiş, kimseyi ayırmamış” nasihati geldi hep aklıma. Devletin parasını emekli maaşı, prim ve burs olarak dağıtırken, “ben, ben” dendiğinde kuşku uyandı. İnsanların beklentileri devlettendi, kişiden değil…
NTV, İnce’nin köy bahçesinde çekimini izledim. Meyve ağaçlarını kendi boyuna göre, düzenlemiş. Ağaçların altlarında gezdi. Oturdu. Yeşermiş çimenler arasında açmış çiçek yoktu. Çiçekler gölgede açmaz. İnce kimin gölgesinde olduğunu söylemedi.
Bulgaristan’dan % 40, bir o kadar da ABD’den oy aldığı ortaya çıktı. Bu işin sırrı nedir. Bulgaristanlı soydaşlarının emekli maaşı sorunlarını AK Parti hükumeti çözdü. Çocuklarımızın Türkiye Üniversitelerinde bedava okuması yolunu da AK Parti Bursa Milletvekili Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu açtı.
Program köydeşlerinden hiç birisini göstermedi. Sandıklar açıldığında, kendi köyünden, kendi şehrinden oy alamadığı anlaşıldı. Sonra 15 Temmuz 2016 gecesi akranlarıyla kahvede Okey oynadığı ekrana geldi. İskambili ve Okeyli söyleşiden, “o zayıf oyuncu, ona oyumuzu ona vermedik” sözleri kamaralara takıldı. Kırıntılar karakter çizdi.
Bu seçimde, “sesiz kitle” veya “dip dalgasından” söz eden adaylar etkili olmuş ki, bir TV ekibi de birkaç güzel kızla birlikte sahile gidip “kıpırdadı, hareketleniyor, yükseliyor” diye anlatılan dibin dibindeki olguyu aramaya ve bulup çekim yapmaya gitmişler. Dip dalgasını duyumsamak zor iş olsa gerek…
Olayı gören balıkçının biri, o anlatılan “kaya balığı” gibidir, ne zaman hareketleneceği belli olmaz, böyle çıplak gözle bakınca görünmez, demiş.
Biz, olayların ruhunu izleyenler olarak M. İnce mitinglerine katılanlar hakkında derme çatma kalabalık diyebilir miyiz bilmem, fakat son mitingine katılanlar otobüslerle taşınmıştı. Kürsüye bakanların gözlerinde, CHP ruhu parlamıyor, ilgileri sönmüş, hatır için geldik vardı. İnce de söyleyeceklerini hatırlamak için ikide bir göz attığı kâğıtla hapishane avlusunda olta atar gibi, ileri geri gidip geliyor ve hiçbir kimsenin yüzüne gözüne bakmadan, sanki “ben söyleyeceklerimi söyleyeyim de, sonra dağılırsınız, can sıkmayın” havasına girmişti.
Her gün yaşanan bu tabloyu izleyenler, “bu adam ezberci” diye düşünmeden edemedi.
Sonra “Hoca bildiğini okur!” atasözü, onu an an ele verdi. Kuşkusuz insanın kendisini aşması çok zor! Hele öğretmenlikten gelmişsen! Ömür boyu öğretmen kalırsın! Hocandan kaptığını ömür boyu satarsın! Bilgi dediğin, günemez, buruşmaz, yaşlanmaz, zamanı dolmaz fikri yanlıştır. Onun da ruhu ve ömrü var. İnce fiziği 50 yıl yaşında. Raf ömrü dolmuş. O, o kitapların üzerinde 40 yıl önce göz gezdirmiş. Bir fizik dergisine asla abone olmamış. 50 gün süren kampanyada fizikçiyim diye tutturdu. Okuttuğum öğrencilerden şu şu doktor, şu şu, pilot, şu şu da nükleer dalda bilgin diyemedi. Yarınlarımızı belirleyecek yeni fizik bulgularına işaret etmedi. Albert Einstein’ın ismini bile anmadı.
İzafiyet Teorisini (Özel Görelilik Kuramı) anlatsaydı mitingciler hiç olmadı bir şeyler kapardı.
Yer çekimi kuvveti göz önünde bulundurularak ortaya atılmış kuramdır. Ne ki, Bay İnce’de yer çekimi kalmamış. Kendi köyünden 2 oy alamadı. Einstein tarafından ileri sürülen Özel Görelilik Kuramına göre cisim zamanla, zaman cisimle, hareket mekânla, mekân hareketle, kısacası hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Fizikçi İnce, 143 yıllık tarihi olan Türk Meclisi içindeki bağımlılığı, bugünlere neden ve nasıl geldiğimizi, gerçekleşen nitel gelişimi anlatamadı. Bu teoriye göre, ışık hızı her yerde aynıdır. Işık hızından daha hızlı bir cisim olamayacağını savunan Einstein, bu hıza ulaşıldığına zamanın durması gerektiğini savunmuştur. Oysa bugün Türkiye genç bilginleri artık ışık hızının 6 katına ulaştılar. Ama zaman durmadı. 50 gün süreyle Bay İnce’ye Cumhurbaşkanlığı hayal etme hakkı tanındı ve sonra halk onun kaç para ettiğini görünce çöp poşeti gibi güverteden attı.
Dünya böyle, akü gibi boşalınca kendini şarj etmeyenlere devam hakkı yok.
Einstein, hayata gözlerini yumduğunda beyni bir sefer tası içinde hastaneden kaçırılmış. Vladimir İliç Lenin’in beyni de kaçırılmıştı. Ölü beynin bir işe yaramadığı kanıtlanınca her ikisine de XX. yüzyıl “dehası” dendi. Onlara “binyıl” (milenyum) dehası diyen olmadı. Beyinler yetiştikleri ortamda çalışır. Bay İnce, çiftçi ortamında, şoför ailesinde, Okey masasında ve tavla oynarken yetişmiş, kırkayak ayağımı sokar diye saban çizgisinden yalın ayak yürümekten, dümensiz araç sürmekten, bilgisayarda okey, satranç, tavla oynamaktan uzak duruyor. Yine bu nedenle olacak “Ben Saray, Beştepe, Kütüphaneli ofis, dünya ile 24 saat bağlantı, stratejik düşünü merkezi vs” istemiyorum, “kendi pişir kendin ye, Çankaya mutfağı yeter bana!” diyor. Halkın verdiği cevap ortada!
Biz mitingciler, Bay İnce’nin kimi yönetmek istediğini de anlayamadık. Türk ulusunu mu yoksa bir kuru kalabalığı mı? Bilemedik. Kuru kalabalığın ruhu yoktur. İpsiz sapsız insan topluluğudur.
Ulus ise, yok olmayla mücadeleden süzülerek gelendir. Türk ulusunun tarih yolu 2 200 yıldır. Geçmişimiz kendiliğinden bir nimet olmasa da, o olmadan geleceği göremeyiz. Tarih filmlerden öğrenilemez. Canlı olmadığı için beyaz perdede oynatılan ruhu çarpıtır. Modern terör vahşeti büyük ve küçük ekran ürünüdür. Birikimsiz insanlarda oluşan ruh yalın ayak ve açtır. Paraya ve kana susamıştır. Hayattın en büyük nimetlerinden olan sabırdan yoksundur.
Yeni ikili seçim kurallarını bilenlerin Bay Muharrem İnceyi “eritmek” istediği defalarca duyuldu. Kulaktan kulağa gezenler, belleğimin derinlerinde bir öykü canlandırdı. Yıllar 1908. II. Meşrutiyet vakti. Gidişattan kuşkulanan Padişah Abdülhamid, Mithat Paşanın kurtulmak ister ve tutuklatır. Aklında onu Bağdat’a ya da Malta’ya sürgün etme fikri henüz geçmez. Zindan karanlığında kendisine bir yemek seçmesi, içerde kaldığı sürece bir tek o yemeği yiyeceği söylenir. Uzun uzun düşündükten sonra, Mithat Paşa “paça” der. Sabah öğlen, akşam paça gelir.
Padişah, bir tek tür yemek yiyenin vitamin ve mineral eksikliğinden güçten kuvvetten düşeceğini, eriyip biteceğini, dayanamayıp öleceğini düşünmüştür.
- Nasıl o? Diye sorduğunda aldığı yanıt, hep “turp gibi” olur.
Yediği yemeğin “paça” olduğunu öğrenince hiddetlenir. Çünkü 7 çeşit et olan paçaya, kemik suyu da katılınca insan vücuduna gerekli tüm mineral ve vitaminler eksiksiz sağlanmış olur. Mithat Paşa’nin sağlık durumu yerindedir.
Ardından hemen sürgün cezaları gelir.
Şimdi Bay İnce, meclis dışı, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık dışı kaldı yani bir kalemde siyasetten silindi. Bu bir eritme operasyonu mu oldu dersiniz?
Okudunuzsa paylaşmayı ihmal etmeyiniz.