Raziye Çakır
Konu: Bizim de masallarımız var.
Her yıl 15 Eylül’de ders yılı başlar. Çocukları okula toplayan zilimizi hurdaya vermişler, ne yazık ki, bizim köylerimizde okullarımız ısız. Bu ders yılında Bulgaristan’daki etnik azınlıklardan 11 bin birinci sınıf öğrencisi okula gitmeyecekmiş, Mestanlı, Şumen, Ruse gibi merkezlerdeki İmam Hatip Okullarımızda da “boş yıl” ilan edildi. 28 yıldan beri ülkemizde toplam 827 okul kapandı. Bunların 24’ü bu ders yılında kapı açamıyor. Açsa ne olacak, 1 000 öğretmen yetmiyor. Bu sene de yeni ders kitabı basılmadı. Türkçe dersi kitapları 20 yıl önceden. Eskimiş de eskimiş, ama Türkçemiz eskimiyor. Çocuklara koşmak için can atıyor. Uzatmayalım ve Bulgaristan’da hiçbir okul yokken bizim masallarımız vardı. Bundan 100 yıl önce bu masallarımız 1 727 Türk okulunda okunuyor ve anlatılıyordu.. 138 yıl önce bizi geri vitese taktılar, geri gitmek ilerlemek anlamına gelmez, gelin vites değiştirelim. Ders yılınız kutlu olsun. Allah hepinize zihin açıklığı versin.
İki Kardeş
Bir varmış, bir yokmuş. Vaktin birinde bir kız ile bunun bir erkek kardeşi varmış. Bunlar havanın iyi gününde dağa nevruz (bir çeşit kır çiçeği) toplamaya gitmişler. Bu işe öyle dalmışlar ki, akşamın olduğunu bile fark etmemişler… Çiçek kokularından kendilerinden geçmişler adeta. Bu arada karanlık da iyice basmış, ortalık zindana dönmüş. Çocuklar, göz gözü göremeyince yollarını iyice yitirip ortada kalmışlar mı öylece! Yukarı çıkmışlar, aşağı inmişler, sağa koşmuşlar, sola gitmişler. Yok, ne yol belli, ne iz.
Çok sonra zar zor tepecik bir yere çıkmışlar, uzakta bir ışık görmüşler. Yürüyüp o ışığa varmışlar. Bakmışlar ki içerde bir dev. Belki insaflıdır diye kapısını vurmuşlar.
Dev çocuklara güler yüz göstermiş, “buyurun girin” diyerek onları içeri almış. Sonra karınlarını doyurup yatırmış. İki kardeş şafak sökerken serçe cıvıltıları içinde uyanmışlar, bir de ne görsünler dev dişlerini bilemiyor mu! Bir yandan da altı harıl harıl yanan bir kazanın içinde fokur fokur su kaynıyor mu! Kafaları çat etmiş ikisinin de. “Bu bizi haşlayıp yiyecek” diye kendi aralarında fısıldamışlar.
O saat hemen açık kapıdan hızla çıkarak karşı tepedeki ulu bir ağaca koşmuşlar. Ağaca çarçabuk tırmanıp en yüksekteki dalına kurulmuşlar. Bu sırada dev de arkalarından koşup gelmiş, şöyle gürlemiş:
– Bir göğsümde süt, bir göğsümde ekmek getirdim size, demiş. Buraya nasıl çıktınız? Yanınıza geleyim de karnınızı doyurayım.
Çocuklar akıllıca yanıt vermişler deve:
– Bıçağı bıçağın üstüne koyduk çıktık, bıçağı bıçağın üstüne koyduk çıktık!
Dev dediklerini hemen yapmış. Ayakların katur kutur doğranmış.
Bu kez yeniden gürlemiş!
- Bakın al kan içinde kaldım. Bre kuzular, doğrusunu söyleyin, buraya nasıl çıktınız?
Birlikte gülümseyerek bağırmışlar:
- Tuzu tuzun üstüne koyduk çıktık, tuzu tuzun üstüne koyduk çıktık!
Dev çocukların dediklerini yine hemen yerine getirmiş. Az sonra devin ayakları yanmaya başlamış, yaralarını acılar sızılar sarmış. Bu acılara dayanamayan dev gürültüyle yere yıkılarak debelene debelene ölmüş. Çocuklar da kurtulup derin bir soluk almışlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
***
Gençlerin en büyük güçlükleri yenme ve en dehşetli tehlikelerin üstesinden gelme yetisi özünde gizlidir. Başarı dilerim.