Sevilcan YÜCE
Konu: Bitmez sönmez memleket hasreti.
(YA DA ECDAT TOPRAĞINA SEVGİLERİMİZ)
Rodop dağlarında tan ağarmasını görmediniz mi hiç?
Görenler ala benzetiyor
Kızıla benzetiyor
Ama doğru değil
Ben on dörtlük kızların
Yanaklarındaki renge çalıyor diyorum
İçimden
Ama söyleyemiyorum
Toprak dalgalanırken görmemişsinizdir elbet
Bir duruyorum da Rusçuk kıyılarına
Çıkageliyor Timok tarafından
Dalgalar memleket memleket
Kimi yeşile yüz tutmuş
Kimi altın rengine
Kimi sarıya
Görenler buna doğanın oyunudur diyorlar
Ben toprağımızın bereketi
İnsanlarımızın mutluluğudur diyorum
İçimden
Ama söyleyemiyorum.
Sevgililer Vitoş’a çıkarlar geceleri
Vitoş’un üstü gökyüzü ile bitişik
Bakarsın ötelere bir ışık, bir ışık
Ve aydan, yıldızlardan bahsedilecekse o gece
Şaşırır insan
Sofya ovasındaki yıldızları görünce …
Meriç kıvram-dolam güney topraklarımızda
Şeftalilerin bir yanı kızıla çalar
Yabancılar gelir geçer buradan
Kalplerini kaptırır,
Gök mavisi mi, yaylalar mı birleşmiş uzaklarda
Renkler bir sarhoş eder insanı bir aydırır
Kimi elma der,
Kimi ayva der
Kimi nar …
Kimi Trakya düzü, der
Kimi yurdun yemiş bahçesi
Ama öyle değil bu …
Ben,
Ellerimizle yarattığımız cennet köşesi
(Ecdadımızın en mukaddes toprağı)
Diyorum içimden
Ama söyleyemiyorum …
Denizin güzeli sabahta belli olur
Döner durur baş uçunda bir martı
Rüzgâr kokusu duyar duymaz
Kıyılara çıkagelir bir hışırtı
Kimi deniz dalgası der buna
Kimi deniz çalkantısı
Ama doğru değil
Ben, Karadeniz delişmenliğe yönelmiş
Diyorum içimden
Ama söyleyemiyorum …
Rodoplar’da kalmanın zevki yıllarca
(Ve türkülerini haram etmek soyunla beraber)
Reçine kokusuna tutkunluk küçükten
Çamların selviliği rüyalarıma giren varlıklarca
Koparıp alınamayacak derecede yaylalar yürekten
Kimi çimen yeşili diyor onlara
Kimi çoban -yeşili
Kimi koyu- yeşil
Ama doğru değil
Ben sevdiğim gözlerin rengine çalıyor diyorum
İçimden .
Ama söyleyemiyorum …
Güneş batmaya yönelir de uzaklarda
Memleketimin dağlarında bir renk kalır
Soydaşlarımın akıtılan kanlarıyla beraber)
Kimi buna ılık akşamönü der
Kimi güneşten kalan kırmızılık
Ama doğru değil
Ben, düşen ağabeylerimizin kanına çalıyor
Diyorum bu renk içimden
Ama söyleyemiyorum …
İliğim kemiğim etim
Eyyyy, bağrında dev çocuklar emzirmiş
Benim küçük memleketim
Sevdaların söylenilmeyeni tatlıdır
Kimi güzel diyor sana
Kimi dilber, kimi şirin
Ben sana vurgunum demek istiyorum içimden
Süleyman Yusuf ADALI
***
Memleket sevdalı şaheserlerimiz edebiyatımızın inci gerdanlığındaki pırlantalarımızdır. Yaralı yaratıcılarımızın kalem teri doğacak şafağın habercisidir. Edebiyat ölümsüzdür, çünkü kendi mezarını kendi kazamaz, hayat taşıyan bir umut yaşattığı için ebedidir. İnsanın doğup büyüdüğü yerlere sevdalanması öyle dükkândan çekirdek alıp soyamazsam kuşlara atarım, elimde kalırsa, tohum yapar bahçeye saçarım gibi bir şey değildir. Yetiştiği toprakları ana bağrı olarak kabul edip sevgili sever gibi sevebilmek, eline batan dikenlerine küsmeye bilmek, her ne pahasına olursa olsun kötülükleri yenebilerek, sevdalını sevdikçe seve bilmek ve gölü verdiğinden asla vazgeçmemek, yandıkça daha fazla yanmak, belki de mutluluğun gerçek adıdır.
Bulgar şaşkınlığı vatan sevgimizi öldürmek için atlarımızı, dağın taşın, derenin tepenin adını değiştirdi. Kuşları yuvasından kovar gibi kovdu bizi, ama “güneşten kalan kırmızılığa” isim bulmadı. Çünkü onu görebilmesi için onun BİZ olması gerekiyordu. O ezendi, biz ise ezilen. Sonunda kovduğu kuşların kırmızılıkta kayboluşunu kıskandı ve kendisi de uçup yolsuz semada dağıldı. O, mutlu olmamızı çok bulurken, biz gökyüzüne, güneşe, umuda sevdalanmıştık. Yuvamız orada kalsa da, kötülükler üzerinde umut doğmadığı için yeni bir hayatı ufka çağıramadı. Ve bugüne bugün onun gözünde ne “gökyüzünde kalan kırmızılık”, ne “çoban yeşili”, “ne “çimen yeşili” ne de “koyu yeşil” bir değer olmadı, çünkü mmleket sevdasıyla yanan rüyalarına girmedi.