Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar
“Mevlid kandili Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle kutlanır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zatın Erbil Atabegi Muzafferüddin Kökböri (ö. 629/1232) olduğu kabul edilir. Bu kutlama için toplananlara mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Çerkez hükümdarlarından biri veya Mısır Fâtımîleri olduğu söylenir (Ca‘fer Murtazâ el-Âmilî, s. 20). Makrîzî’nin Fâtımî bayramlarıyla ilgili yazdıkları bu konuda onların önceliğini teyit eder mahiyettedir (el-Ħıŧâŧ, I, 490). Osmanlı döneminde mevlid kandillerinde çeşitli kutlama faaliyetleri icra edilirdi. İbnü’l-Hâc gibi bazı fakihler, mevlid münasebetiyle yapılan eğlencelere ve israf olduğu gerekçesiyle çok sayıda kandil yakılmasına karşı çıkmıştır. Süyûtî, mevlid gecelerinde toplu halde Kur’an okunmasını ve Resûl-i Ekrem’e dair sohbetlerin ardından yemek ikram edilmesini bid‘at-ı hasene olarak görmektedir (Ĥüsnü’l-maķśid, s. 41; ayrıca bk. MEVLİD)”[1]
Anı bir kurgudur, hakikatten iz taşır ama artık asla hakikatin kendisi değildir. Esasında bir mana, bir muhabbet, bir iş için insanlar ‘anma günü’ tertip etmeye başlamışlarsa o mana, o muhabbet, o eylem, o toplumda gerçek manasını yitirmeye başlamıştır demektir.Mevlit kutlamaları çok sonraları Fatımiler döneminde başlamıştır. Anadolu’daki ilk kutlamalar ise Artukoğulları dönemine denk gelir. Osmanlılarda ise III. Murat ile başlamış. Bu gelenek daha sonra Cumhuriyet tarafından da tevarüs edilmiş. Bugün Diyanet bu iş için ciddi bütçe ayırıyor ve Peygamberimiz (as)’i tanıtmak maksadıyla ciddi etkinliklere imza atıyor.
Elbette Müslüman bir toplumda, âlemlere rahmet –gerçi bu kavram da manasını yitirmeye başladı; çünkü çoğu insan âlemlere rahmet kavramının pratikte ne anlama geldiğini bilmiyor- Peygamber’in (as) sadece bir hafta aralığında anılır hale gelmiş olması züldür, hazindir. Çünkü onu anmayı bırakmış veya ihmal etmiş, her gün ekmek ve su kadar onun davranış kalıplarına (sünnet) muhtaç olduğunu unutmuş Müslümanların, bir hafta oturup onun için ağıtlar veya naatlar düzmesi ciddi bir anlam ifade etmez.
“Mevlid-i Nebi” nin ana teması Hz Muhammed’i anmak değil, anlamak olmalıdır. Peygamber Efendimizi nasıl kendi çağımıza ve kendi gençliğimize taşımamız gerekir bunun üzerinde yoğunlaşmalıyız. Peygamber Efendimiz zihinsel ve bedensel hicretler yaşamıştır. Bu hicretler bizim için anlamlıdır. Yani bütün cahiliye anlayışlardan, bütün kirliliklerden ve toplumdaki tüm hastalıklardan Hz. Muhammed (sav) hem zihinsel hem de bedensel olarak hicret etmiştir. Peygamber Efendimiz gibi her birimiz insanları çevremizdeki insanları uyarabilmeliyiz. Dolayısıyla bu uyarı sistemi için Kur’an-ı Kerimden beslenmeliyiz. Kur’an-ı Kerimi hakkıyla okuyup beslenmesek biz yarınlarda çağımızın her türlü kirliliklerine karşı kendimizi koruyamayız.
Yaşayan Kur’an” olarak da adlandırılan Hz. Peygamberin “en güzel örnek”[2] olduğunu, ona ittibâ edilmesi gerektiğini haber veren Yüce Allah’tır.[3] Hal böyleyken onu kendisine rehber edinmek isteyen insanlara düşen en önemli vazife; onu lâyık-ı vechile tanımak ve onun uygulamalarındaki maksadı doğru kavramaktır. Onun “bir insan peygamber”[4] olduğu gerçeğini göz ardı etmemektir. Onu aşırı derecede yüceltmek suretiyle örnek alınma konumundan uzaklaştırmamaktır. Bütün insanlığı onun getirdiği en büyük mucize olan Kur’an-ı Kerim’e çağırmaktır.
Dünyanın bilgeliğini, düzgün bir hayat yaşamayı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen bir kimsenin örneği Hz. Muhammed Mustafa’dır. O, hayırda en ileride olan, ahlâkı övülen, faziletleri kendisinde toplayan ve her türlü kusurdan arınmış bulunan, bütün insanlık için örnek bir şahsiyettir. Onu gerçek anlamda seven ise onun ilkelerini hayatına tatbik eden, onun yolundan giden ve her yönüyle onun gibi olmaya çalışan kimsedir.
Hz. Peygamberi daha doğru tanıyabilmemiz için onun bazı kişilik özelliklerini hatırlamamız yerinde olacaktır. Şöyle ki;
Hz. Muhammed (sav); hayatı boyunca sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini de harfiyen yaşamıştır.
Hz. Muhammed (sav); daima tatlı dilli, güler yüzlü ve hoşgörülü olmuş, sözlerinin saygı ile dinlenilmesini sağlamıştır.
Hz. Muhammed (sav); temizliğe ve sadeliğe önem vermiş, giyim ve kuşamıyla çevresindekilere örnek olmuştur. Lüks ve ihtişamdan kaçınmış, gösteriş yapmayı yasaklamıştır.
Hz. Muhammed (sav); yemeğe besmele ile başlamış, sağ elini kullanmış ve tıka basa doymadan sofradan kalmıştır. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamış, sağlığa zararlı şeyleri yiyip içmemiştir. Yemek yerken sofra adabına uymuş ve etrafındakileri de nezaketle uyarmıştır.
Hz. Muhammed (sav); geçici sıkıntıları tasa etmemiş, hayata daima gerçekçi ve iyimser bir gözle bakılmasını öğütlemiş, her zaman Allah’a yönelmeyi tavsiye etmiştir.
Hz. Muhammed (sav); insanlara kanaatkar olmayı öğretmiş, kimseyi incitmemiş, kendisine düşmanlık edenlerin bile iyiliğini istemiştir. İnsanların kusurlarını yüzlerine vurmamış, isim vermeden tenkit etmiştir.
Hz. Muhammed (sav); sürekli herkese iyilik yapmış, açlık sıkıntısı çekmiş, Allah’ın rızasını kazanmak için bütün çilelere katlanmış ama asla şikayet etmemiştir.
Hz. Muhammed (sav); adaleti titizlikle korumuş, insanlara makamlarına göre muamele etmeyi doğru bulmamış, fakir, kimsesiz, hasta, özürlü ve yetimlere daha fazla ilgi göstermiştir.
Hz. Muhammed (sav); kibirden nefret etmiş, kimseye karşı büyüklük taslamamıştır. Ancak hakikati inkara şartlanmış olanlar karşısında da asla ezilip büzülmemiş, hakkı ve doğruyu sonuna kadar savunmuş, hedeflerini bir bir gerçekleştirmiş ve asla ümitsizliğe kapılmamıştır.
Hz. Muhammed (sav); otoritesini zorlama tedbirlerle değil sevgiyle yerleştirmiş, dalkavukluktan ve yağcılıktan da hoşlanmamıştır.
Hz. Muhammed (sav); meclislerde boş bulduğu yere oturmuş, kendisinin aşırı derecede yüceltilmesini asla onaylamamıştır. O, hayatta iken Yahûdî ve Hıristiyanların düştüğü bu yanlışı görerek sahâbîlerini önceden uyarmıştır.(5)
Hz. Muhammed (sav); halkın arasına katılmış, komşularını, dostlarını ve hastaları ziyaret etmiş, Müslümanların acı ve tatlı günlerini onlarla paylaşmıştır.
Hz. Muhammed (sav); kendisinin de diğer insanlar gibi bir insan olduğunu, sadece Allah’ın koruması ile hata ve günahtan kurtulabileceğini, hiçbir kaygıya kapılmadan samimiyetle ifade etmiştir.
Hz. Muhammed (sav); eşlerine saygı göstermiş, haklarına riayet etmiş, gece ibadet etmek istediği zaman bile eşinden izin alma inceliğini göstermiştir.
Hz. Muhammed (sav); aile bireyleri ile şakalaşmış, aile içi tatsızlıkları anlayışla karşılamış, kusurları affetmiş, ikazlarını incitmeden ve medenice yapmıştır.
Hz. Muhammed (sav); bir ömür boyu doğruluk çizgisinden asla sapmamıştır. İyilik yolunda sebat göstermiş, sık sık tövbe ve istiğfar yapmış, ahlakını güzelleştirmesi için Allah’a bolca dua etmiştir.
Hz. Muhammed (sav); bütün ömrü boyunca erdemli bir hayat yaşamaya kendini adadığı için insanların en seçkini olmuş, Yüce Allah tarafından da “en güzel örnek” olarak takdim edilmiştir.
Hz. Muhammed (sav); inanmadığı ve yaşamadığı hiçbir şeyi söylememiştir. Onun kendisiyle çeliştiği tek bir örneğe rastlanmamıştır. Düşmanları bile onun bu hakkını teslim etmişlerdir.
Hz. Muhammed (sav); insanlığa evrensel ahlak ilkelerini getirmiş, herkesin sorunlarıyla içtenlikle ilgilenmiş, kendisine küstahça davrananlara bile insanca muamele etmiştir.
Hz. Muhammed (sav); İslam’a davet ettiği insanlara ahiret kurtuluşundan başka hiçbir peşin çıkar vaad etmemiştir. Aksine bu yolun uzun, çetin ve çileli olduğunu önceden haber vermiştir.
Hz. Muhammed (sav); saygınlığını zor kullanarak değil, getirdiği ilâhî prensipler doğrultusunda yaşadığı erdemli bir hayat sonucu kazanmıştır. Onu sevenler de gönülden sevmişlerdir.
Hz. Muhammed (sav); her fırsatta alçak gönüllü, kinden uzak, bağışlayıcı ve üstün bir cesaret sahibi olduğunu göstermiştir.
“Altın ve gümüş biriktirmek, servet istiflemek, başkasının ihtiyacı varken saklamak, kendisine ait olmayanı almak ve hele hele kendisi için ter dökmediği bir lokmaya tenezzül etmek asla Muhammedî bir tavır değildir. Bunları yapan da onun hakiki ümmeti olamaz. Bir insanın yüreğindeki Hz. Muhammed (as) sevgisi tebei/yüzeysel değilse, aldatamaz. Değil insanları, hayvanları dahi aldatmaya yanaşamaz. Şuna göre buna göre davranamaz. Onun her hareketi tahmin edilebilirdir. Bir insanın –savaşlardaki hile hariç- ne zaman ne yapacağı tahmin edilemiyorsa, en ufak çıkarı için aldatmayı göze alabiliyorsa, milletin malını kendi şahsi serveti yapmak için her daim bir gerekçe bulabiliyorsa, ümmetin ekseriyeti aç ve bîilaçken o rahat döşeğinde sıkıntı çekiyor ve bu sıkıntısını dağıtmak için yeryüzünü bir cennete dönüştürüyorsa, ‘bulduğu’ paraları istifliyorsa, yanında çalıştırdığı işçiyi kölesi haline getiriyorsa, onu insanlığından mahrum edecek bir geçim düzeyine mahkûm ediyorsa, elinin altında çalışanların hak ve hukukuna karşı kendisini ‘Allah’ın ahbabı’ (!) gibi sorgulanmaz zannediyorsa, insanların emeğine saygı duymuyorsa, inanların yüreğindeki ‘Allah’ın rızası’ fikrini, onları söğüşlemenin aracısı yapıyor ve o masum insanları para toplama ağacı sanıyorsa, onun yüreğindeki ‘Muhammed’, muhabbetin aslı ve kaynağı olan Muhammed Mustafa (as) değildir.
Ne kadar dindar görünse bile Hz. Muhammed’e (as) ittiba etmiş de değildir. Ona ittiba etmemişse inanmış da sayılmaz. Çünkü Allah kendisini sevme şartını ona uymaya bağlamıştır. (Ali İmran, 31) Hz. Muhammed’e (as) uymayan, Allah’ı da sevmiyordur.” [5]
Prof.Dr.Sönmez KUTLU [6]“Hz. Peygamber’in beşerîliği, örnek alınabilmesi için son derece önemlidir. İnsan üstü vasıflara sahip birisi veya bir melek peygamber olarak gönderilseydi, dini hayat için örnek alınması mümkün olmazdı. O zaman insanlar, farklı varlık düzeyine sahip birisine bağlanmaya ve onu örnek edinmeye haklı olarak itiraz edebilirdi. Zaten insan üstü bir varlığı, insanlara örnek ve elçi olarak göndermek Allah’ın adaletine bağdaşmaz. Çünkü insan olmayan birisinden yapmasını istediklerini insanlardan istemek adaletsizlik olur. Kur’an’da “sizden birisini size resul olarak gönderdik”[7] denmesi bunun içindir. Bu durumda Hz. Peygamber, model oluşturma anlamında ittiba (uyma, takip etme, rol model) edilecek bir örnek olabilir. Aksi takdirde her hareketi tekrarlanan anlamında taklid edilecek ve her şeyiyle kendisine benzenilen anlamında teşbih edilecek birisi olurdu. Halbuki Hz. Peygamber’in asıl örnekliği, sureten değil sîretendir.
Hz. Peygamber’i ve İslam’ı doğru anlayabilmek için, İslam’ın tarihiyle Müslümanların tarihini ayrı ayrı değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü İslam’ın tarihi, benim kanaatime göre vahin başladığı ve bittiği dönemini kapsamaktadır. Burada savunulamayacak, insanlığa ve insani tabiata ters düşebilecek bir fikir ve uygulama yoktur. Ama Müslümanların tarihinde İslam’ın genel doktrinine ters düşen unsurlar ve olumsuz örnekler bulunabilir. Biz İslam’ı ve Hz. Muhammed’i bilimsel verilerin ışığında ve bilimsel yöntemlerle yeniden okumak zorundayız.” diyerek Hz. Peygamberi anlama yol ve yöntemine işaret ediyor.
Sonuç olarak; ahiret güzelliklerini, dünyanın bilgeliğini, düzgün bir hayat yaşamayı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen bir kimsenin örneği Hz. Muhammed Mustafa’dır. O, hayırda en ileride olan, ahlâkı övülen, faziletleri kendisinde toplayan ve her türlü kusurdan arınmış bulunan, bütün insanlık için örnek bir şahsiyettir. Onu gerçek anlamda seven ise, onun ilkelerini hayatına tatbik eden, onun yolundan giden ve her yönüyle onun gibi olmaya çalışan kimsedir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav)’in doğduğu gece olan mübarek Mevlid Kandili’nin ülkemiz ve tüm İslam alemi için hayırlara vesile olmasını dilerim.
[1] Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt: 24; sayfa: 301[KANDİL – Nebi Bozkurt]
[2] Ahzâb, 33/21. “Gerçek şu ki, Allah´ı ve ahiret gününü (korku ve umutla) bekleyen ve O´nu her daim anan kimseler için Allah´ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.”
[3] Âl-i İmrân, 3/31. “De ki (ey Peygamber): Eğer gerçekten Allah´ı seviyorsanız bana tabî olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin; zira Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.”
[4] Kehf, 18/110. “De ki: Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım. Tanrınızın bir ve tek Tanrı olduğu vahyolundu bana. Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi, hiçbir şeyi (O´na) ortak koşmasın!”; Fussilet, 41/6. “(Ey Muhammed) de ki: “Ben de ancak sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana Tanrınızın tek Tanrı olduğu vahyedilmiştir. Öyleyse O´na yönelin ve O´ndan bağışlanma dileyin!”
[6] Hz. Peygamber’i Anlayabilmede Tarihsel Muhammed İle Menkabevî Muhammed’i Birbirinden Ayırmanın Önemi, http://www.sonmezkutlu.net/
[7] Bakara, 2/151.