Dr. Nedim BİRİNCİ
Hak ve Özgürlükler Hareketi bu gidişle Allaha ruhunu teslim edecek.
Nasipse var olacak olan bizleriz –Bulgaristanlı Türk, Müslümanlar.
Toplumsal barış, herkese güven, daha güzel yaşayış, adalet gibi özlem ve değerlerle kurulan HÖH hareketi halkımızın gönlünde ısınmıştı. Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu etnik topluluk, tüm Müslümanlık aynı dava uğrunda birleşmişti. Şanlı hareketin yüce davasını halkımız aziz ve kutsal buldu. Bayrağı dalgalandıranlar öze ve hedefe ihanet etmedi. 25 yılda yetişen parti akranı genç kuşak hak ve özgürlük davası ruhuyla mayalandı ve metanetli yetişti. Avrupa Birliği devletleri arasında öz davasına bağlı olan en güçlü gençlik hareketi bizimdir. Sembollerimiz birliğimizle, yüksek azimle barış için savaşçısı olmamızla ve öz güvenimizle hareketlendi ve güçlendi.
Ne yazık ki, bugün HÖH-DPS partisi kendi içindeki kurtların hainliğine ve zalimliğine kurban gidiyor. Türklük ve Müslümanlık prensiplerine ihanet edildi. Her zaman ve her yerde dürüst ve yüksek ahlaklı olma prensipleri ayakaltına alındı. Devletin, özel ve tüzel kişilerin malına mülküne göz dikenler yasal düzeni bozdu. Ülkemizi soyup soğana çevirmek isteyen yabancı oligarşi çevrelerinin hizmetine geçenler çöküşe neden oldu. Halkından, emekçi insanlardan, seçmenlerinden kopan bir parti ayakta kalamaz!
İnsana düşman olan yakınında olandır, diyenler doğru söylemiştir. Bu sözlerin sahibi aslında Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibileri, onların etraflarına toplanmış olanları uyarmak istemiştir. Türklük, hoşgörü, karşılıklı güven ve barış ortamında birlikte yaşama davamızın mezar kazıcılığını da sözüm ona “dostlar” yapıyor. Kazma ve kürek kâfirlerin elindedir! Partinin bugünkü yönetimi nasıl feryat koparırsa koparsın suçlu olan kendisidir. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları öz davalarında her zaman birlik oldu. Ödün vermeyen onlardı. 1990 öncesi yaşanan acı geçmişi selamete çıkaran uyanışımız bir daha hayata çok zor çağrılabilir. Toplumsal uyanışımız ve bilinçli hareketlenmemiz atılımlarımızla gerçekleşti.
Biz yeni bir nesiliz! XXI. yüzyılı yaşıyoruz. Dedelerimizin, babalarımızın ve yakınlarımızın çektiği büyük acılar bizim için anlatılan masallardır. En büyük kahramanlık öyküsünü en büyük fedakârlığın hikâyesini dinlerken bile biz onların çektiği çilenin küçük bir nebzesini, en ufak parçasını yaşayamayız. Ezilenler onlardı. Onların bize devredebileceği en büyük zenginlik çıkarılan ibret dersleridir. Yeni tehlikeler karşısında uyanık olmamız, bilinçli davranmamız, dostla düşmanı uzaktan seçebilmemiz inceliğini bize de öğretmiş olmalarıdır. Aynı anda kaynaktan fışkıran ve denize dökülen su aynı olsa bile birbirini tanımaz. Her kuşak kendi derdiyle yaşar. Giderken kendi acılarını götürür. Dünya yeni kuşağın sırtına yüklenir. Ne var ki, aynı problemlerle yaşayan aynı dava için direnen insanlar bile birbirine benzemez. Kimileri hoşgörüyle yaşamak isterken, diğerlerinin içi kin ve öfkeden köpürür. 25 yıldan sonra Bulgaristan’da göbek bağında milliyetçilik zehri olanların yeniden hortladılar ve politik piyasaya çıktılar. Bu ay onların yeniden meclise doluşuna tanık olduk.
Hayat alabildiğine değişiyor. 1989’da Bulgar kanındaki zehrin aktığını, o da biz de kurtulduk sanmıştık. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının, tüm ezilenlerin hak ve özgürlüklerinin, ülkede adaletin ve demokratikleşmenin garantörü olarak meydanları dolaşan 1990 uzantısı Ahmet Doğan bugün dilini yutmuş, adına saray denen hapishane koğuşundan başını çıkaramıyor, artık herkes için korkulu bir rüya oldu. Halkından kaçanlar halkı yönetemezler. “Ben yükümü yaptım sizinle işimiz olmaz!” deyenler haindir. Halkımız çalınan her bir lokmasının hesabını tutuyor. Yargı günü yakındır. Bir sene 3 ay iktidarda kalıp yalnız bir bankadan 4.2 milyar çalanlardan hesap sorulmalıdır. Kaçıp gizlenmek kurtuluş değildir.
Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar hakları ve özgürlüklerini elde etmek, hapistekileri kurtarmak, totalitarizmi yıkmak ve yepyeni bir dünya yaratmak için mücadele ederken ufuk kanlı ve ölü gibiydi. Bir asır boyu çok tehlikeli bir yalnızlık yaşandı. Kayıplara karışanların sayısı bilinmiyor. Bulgaristan Türklüğü kendi özgürlük imgesini kendisi yarattı. Bunu yapmaya çalışırken önce dünyaya canlı olduğunu, nefes aldığını, ezildiğini ama var olduğunu, hala dayanabildiğini ve yaşama azmini koruyabildiğini duyurmak için az mı direndi, az mı süründü, az mı düşüp kalktı!? Bizi yok etmek isteyenler ruhumuzdan ve gözlerimizdeki ateşten başka her şeyimizi elimizden almıştı. Kuduz sürüleri gibi saldıranlar önce Türklüğümüzün sembollerine göz diktiler. Bize kırmızıyı fazla bulanlar önce feslerimizi çaktırdılar. Belimizin kudretinden korkanlar kuşağımızı aldılar. Temizliğimize imrenenler ibriklerimizi kırdılar. Keşkek kazanlarımız delindi. Dibeklerimiz kırıldı. Tüm yaşam tarzımızı dinamitlemeyi düşünürken onların can damarını da ezan sesimiz deldi. Annelerimizin şalvarı dikkatleri çekti yasakladılar. Kızlarımızın güzelliğini kıskandılar. Pehlivanlarımızla baş edemediler. At yarışlarında hep yenik düştüler. En yeni icatları, üç çocuktan fazla doğum yapan annelere devlet yardımını kestiler. Köstendil’de Fatih Sultan Camii’ye, Karlovo’da Kurçun Camiye, Kırcaali’de Medreseye, Vidin’de Konağa göz dikmişler. Baş Müftülüğün açtığı 90 dava Türklük, Müslümanlık ve İslam simgeleri içindir. Yalnız kimliğimizle değil malımızla mülkümüzle ve her şeyimizle hesaplaşmak istiyorlar. Herkesin nasibiyle doğduğunu bilmiyorlar…
Bizi yaşatan, ünlü eden, kanatlandıran onların yasakları değil, binlerce sembolümüzdür. Sakin ve sabırlı imajımız hepsine taş söktürür.
Çocuklarımıza ana dili, okumak, aydınlanmak çok görüldü. Okul işleri karıştırıla karıştırıla dersler ders olmaktan çıktı. Hocalarından iki üç kuşak ders alamayanlar, Türk öretmen karşısına çıkamayanlar Müslümanlığı ve Türklüğü yaşatmaya çalışanlar değilse, kahramanlımızın sembollerini yaşatanlar değilse, kahraman olan kimdir? XXI yüzyılda çözmeye çalıştığımız sorunlar insanlık namına utanç vericidir. Mahkeme kararları uygulayamayan bir ülkede adaletten söz etmek mümkün müdür?
Aile bütünlüğü, yaşlılara saygı, Türk komşuluğundan düşman çıkmaz gibi geleneklerimizi yaşatmamız, önemsiz olanı görsek de görmezden gelmemiz, selamlaşıp bayramlaşmalarımız, yaratan karşısında boynumuzun kıldan ince olması, akan soy suyumuza katılıp yolumuza devam etmemiz düşmanlarımızın asla alamayacağı kalelerimizdir. Türk halkının beraberli, iyi ve kötü gün dostluğu, ayrım gözetmeden yücelmesi her kalemizde erişilmez bir kuledir. Ne kadar iyi olursak olalım, hoşgörü ve gönül hoşluğumuzdan asla ödün vermemiş olsak da biz onlarla ne yazık ki asla etle kemik gibi olamadık.
1989 Ayaklanmamızdan ve ardından gelen Büyük Göçten sonra “başımıza gelecek var” bulutu üzerlerine fazla çöktüğünden olacak azdan az sümüklü böcekler gibi kabuklarına çekilmişlerdi. Uzunca bir süre kamuoyu oluşturan söylem değişirken hele de şu ulus devlet döneminin bittiğine sanki birlikte inanmaya başladılar. Dillenen “ortaklığın kutsallığı”, “birlikte yaşamamızın zorunlu oluşu”, “yeni uygarlığın farklılıkların birliğinden oluşacağı” gibi sloganların yükseldiği ve daha ılımlı değer yargıları yerleşmeye başlarken, yeni esintilere yön veren, yakınlaşmamıza yol açan, zıt tavırları uzlaştıran ve sivri uçları hakikatten törpüleyen bir mekanizma, yargı değerleri sistemi oluşmadı. İçi parçalanmış olan bizler acılarımızı unutmaya çalışsak, çığlıklarımız yankılanmasın diye sesimizi kıssak bile, bize bu acıları yaşatanlar uygun ortam bulup git gide dirildi ve toplumu zehirlemeye başladı. Artık her gün Türklere karşı ya erken yapılan seçimin sonuçlarını beğenmediklerinden, ya milletvekillerinin isimlerine itiraz ettiklerinden en az 2–3 gösteri, miting, yol kesme, Cumhurbaşkanlığı önüne toplanma gibi olay oluyor. TV yayınlarında aynı nitelikli 10 haber yayınlanıyor.
Hortlama önce Burgas şehri konumlu milliyetçi-ırkçı “Skat” TV yayınları başladı.
1913’te kükreyen Makedonya milliyetçileri (VMRO) düşmanlıklarından asla vazgeçmedi. Türkleri, Müslümanlığı, İslam dinini haber yaparken sanki şeytan görmüş gibi konuşan ağzı açlıktan kokmuş sözcülere yazıp yazıp okuttular. Bir şeye ne kadar kötü derseniz deyin, o şey iyi bir şeyse asla kötü olmaz. Bir Türk’ten de asla kötü bir kimse olmaz. Çünkü iyilik bizim özümüzdeki nurdur.
Öte yandan totalitarizm illetini sözde eleştirenler, demokrasi için verilen mücadeleyi, insan hakları ve adalet savaşımını hep hasıraltı ettiler, hep anlatmaya vakit bulamadılar.
Zehirli oklar kısa sürede Bulgar milliyetçiliği kösteresinde yeniden bilenerek Türk ve Müslümanlara karşı dikildi. Türkiye Bulgaristan sınırına 3 metre dikenli tel örgü dikenler “av elimizde artık kaçamaz” havalarına girdiler. Zehirli uç sivrildikçe sivrildi.
Dedikleri dedik, normal ortamda sakin konuşma yeteneği olmayan Türklük ve İslam tarih ve kültürü düşmanları ters mayalanmış kendini beğenmişlerdi. Bulgar toplumunda ve devlette demokratikleşme sürecinden korktuklarından değişimlerin derinleşmesini durdurma ve yenileşmeyi bütünüyle dondurma yolunda birleştiler. Parçalanmış görünmeleri oyundur.
Kendi aklıyla hiç bir iş görmeyen A. Doğan gibi sahte liderlerin pazara uymayan tamamen yanlış hesaplarından da destek alan “Ataka” gibi milliyetçi ve ırkçı subjeler bizim öz kalemize önce küçük bir grup halinde girdi. “Ataka”cı Başı V. Sideov’un milliyetçi it sürüsünden ayırmayı başaranlar zafer kutladı. “Saray”da yaşatılan sahte liderlerimiz hangi hesabı doğru dürüst çıktı ki? Kokuşmuş eski Bulgar ırkçılığı ve öteki düşmanlıyla isabetli mücadele kolay iş değildi. “Ataka” şımardıkça şımardı. Öteki şımarık ırkçıların XX. yüzyılda olup bitenlerden sonra bize karşı konuşmaya önce dilleri dönmüyordu. Giderek parti kurmalarına izin verildi. 2014 yılında gerçek demokrasi raylarına geçilmesi mücadelesi yürütüleceğine 2 adet milliyetçi çıbanbaşı birden sivrildi. Milliyetçi Cephe saflarına eski ajanlar, Türklerle çatışmadan gelenler, Müslümanlarla yüzleşmeden tiksinen, isim değiştirme çirkefliğinden aldığı ödülleri göğsüne takıp böbürlenememiş yani hevesi kursağında kalanlar birden hortladı ve sıra düzdü. Milliyetçi Cephenin 19; Sansürsüz Bulgaristan’ın 15 ve “Ataka”nın 11 milletvekili sol ve sağ marjinal cephedenmişler gibi görünseler de aynı ırkçılık ve Milliyetçilik zehri artık kaynıyor. Onlar şimdi GERB kabinesine yön vermeye çalışıyorlar.
Burgazlı ırkçıların başkanı olan V. Simyonov, Reormcu Blok grubunun kurucularından Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi Başkanı Korman İsmailov’un yeni kabineden bakanlık almasına kesin karşı çıktı. “Türklerin iktidarda yeri olmayacak” dedi. Yeni hükümet döneminde zaten son derece kısıtlı olan özgün haklarımızın yeniden iyice sıfırlanması söz konusudur.
BKP Partisinin Andrey Lukanov kanadı olan Sosyalistler (BSP) ile isimlerimizi değiştiren, zulmün en kötüsünü Türk ve Pomaklara yaşatan aynı partinin T. Jivkov kanadı 19 yıl pusuda yattıktan sonra baş kaldırdı. GERB partisi Milliyetçi Cephenin mecliste, medyada ve kamuoyunda anti-Türk ve anti-İslam şımarıklığına göz yumup dayanmak, katlanmak zorunda kalmaya zorlanıyor. Bu defa Bulgar milliyetçilerinin Türklük, Müslümanlık ve İslam’dan gelen son sembollerimize de saldırmasını bekleyebiliriz. Hiçbir yasa ve devlet gücü önünde durmayacaklarından eminim.
Ailelerimizde, mahallelerimizde, topluluğumuzda daha şimdiden derin bir sessizlik ve hüzün sezildi. Birçok köyde yalnız erkekler ve yaşlılar yaşıyor. Yaptığımız yanlışların artık farkındayız. Bundan 25 yıl önce perde ardında ipleri çekilerek yükseltilen adamın (A.Doğan) iplerini çekenin başkaları olduğunu anlayamadık. Daha doğrusu gözümüze gül yaprağı atıldı ve aldatıldık. Geleneklerimize göre kendiliğinden yükselen güçlü bir adama ihtiyacımız vardı ve güvenmemiz doğaldı. Bizi “liderli” yaşamak isteyen, lider yaratan ve yetiştiren milletlerdeniz. Artık biliyoruz ki, bir lider halkını yönetirken yüceltebilir ama aynı zamanda çökertebilir ve yok da edebilir. Bizim başımıza gelen sonuncusudur. HÖH – DPS partisi ayakta kalmak istiyorsa “fahri liderinden” hemen kurtulmalı ve oligarşi ajanlarını parti yönetiminden ve meclisten uzaklaştırmalıdır.
Biz başı sıkışana el uzatan bir milletiz. İyiliklerin en iyisi hak etmiş insanlarız.
İyi olmamızın temelinde devamlı mücadele azmi, ehlileşme ve arınma gibi meziyetlerimiz yatar. Gücümüzü er meydanında toplarız. Bu defa da Bulgar milliyetçiliğiyle gelen yeni kabadayılık, umumi kahkaha tufanı, sonsuz içkili kutlamalar bizi etkileyip yanlış yola yönlendiremez. Zekamıza, bilincimize, kollarımıza ve ayaklarımıza pranga vurulmasına bir daha asla izin vermeyeceğiz.
50 yıldan beri hesabı yanlış çıkanların kuruntularını bu kez de yanlış çıkartmak zorundayız. Her zaman her yerde birlik olmak ve birbirimizi desteklemek öncelikli oldu. Durumun acısına katlanabilmemiz için aldatıldığımızı, oyalandığımızı ve belleğimiz silinerek geçmişsiz ve geleceksiz bırakılmak istendiğimizi unutmamalıyız. Hasımlarımız kalabalaştı, sahaya çıktı, güç topluyor ve bizi yok etmeyi bir daha deneyecektir.
Yeni durumda genç kuşağımızın, öğrenimli göçmen gençlerin ana hedeflerinden biri halkımızın alın yazısıyla, geçmişimiz ve geleceğimizle kaynaşıp yeni ufuklara yönelmektir. Biz Balkanların en uyanık, en atılgan, en iyi örgütlenmiş, en yaratıcı ve en cesur, gözü pek gençleri olmak zorundayız. Başka seçeneğimiz yoktur. Biz hayat alametlerimizi, eski ve yeni sembollerimizi, Türklüğümüzü, özgün kültürümüzü, ana dilimizi, edebiyat dilimi, türkülerimizi, halk sanatımızı ve daha neyimiz varsa her şeyimizi yaşatmak zorundayız. Dağ başlarında tek tük evlerde yanan lambalar, nefes alan yaşlılar, gıcırdayarak açılan kapılar bizimdir. Yaratan ve dünya bizi sevdiği için yaşamamızı istiyor. Kokumuz, bakışımız, terimiz yaratanın yaratabildiği en güzel nimetlerin başında gelir.
Onlar hortlaya dursun.
Biz güzellikler yaratmaya devam edelim.