12 Mayıs’ta yeni tarihimizin kararsız ve çalkantılı bir gününü yaşadı. 23 yıldan beri seve seve oy verdiğimiz Hak ve Özgürlükler Hareketi bu defa bizi sandık başına çekemedi. Demokrasiye bir oyla katkı ver!
Kıvılcımı yüreklerde şılamadı. Köy seçim merkezlerine uğrayan kadınlar parmakla sayılacak kadar azdı.
Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar 1990 şahlanmasından sonra derinleşen çalkantılı dönemde adeta şok yaşıyor, bizde bir türlü yuva kuramayan denetimli demokrasi, özgürleşmemiz ve özel haklarımızı elde etmemiz uğruna direnişlerimizin sonuçsuz kaldığından, hayat günden güne daha yorucu oldu.
Rafet Ulutürk
Rafet Ulutürk

Bu ağır didişimden yakın geçmişimizin sentezini sadece bir seçim önü görüşmesinden örneklerle çıkarmak bile mümkün oldu.

Başkan Lütfü Mestan “Türkçe konuşma cezası” ödediği Kırcali büyük mitingine giderken Doğu Rodop köylerinden birinde az soluklanırken etrafını deynekli nineler sardı.
Hayriye nine, “Hadi hoş geldin çocuğum!” dedikten sonra, “Gönlünden koparsa 30 metre markuç (plastik hortum) ve “Kazma yalama oldu, bir de kazma gönder!” dedikten sonra şöyle devam etmiş: “Hasan agan ayakta, vakit saati yakın. Hepimiz yaşlandık. Görüyorsunuz iki büklümüz. Gusilhane uzak. Musalla taşına su taşıyacak takatımız kalmadı, markuç uzatıverelim de sutaşıma derdinden kurtar bizi, sevap olur.” demiş.
Yanlarına sokulan imam da “Kazma yalama oldu, mezar açarken zorlanıyoruz” diyerek Hayriye nineyi desteklemiş.
Etrafa toplanan takkeli yaşlılar “Verenin eli tutulmaz, sevep olur!” demişler.
Halen yalvaran durumda olan bu nineler ve dedeler 1989’da Bulgaristan’ı ırgalamışlardı. Totaliter rejimi titreten onlardı. Şimdi halleriyle bürgü ve fereceli elleri deynekli bu nineler o vakit bütün kimlikleriyle aydınlığa çıkmışlardı. Özgürlüğe giden yolun çok uzun olduğunu bilmeseler de yürümüşlerdi. Ayaklanan Türk kadınları Bulgaristan toplumunda odak noktayı oluşturmuşlardı. Katranlı ve nasırlı elleri korku saçıyordu. Birbirlerine sımsıkı kenetlenmişler başları dimdikti. Onların Mayıs Haziran 1989 Ayaklanmasıyla Bulgaristan’da Türk ve Müslüman kadınların itaatsızlığı ve politikaya güçlü ve hür girişi başlamıştı. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin yatağını onların direnişleri açmıştı.
O yıl bu yıl değişen birşey olmayınca, yavaş yavaş onların da umutları kırıldı, güçlerinden en büyük parçayı ise göçler kopardı, ekmeği taştan çıkarmaya devam ederken, göklere göçenleri birer birer yolcu ederken, yeni bir ruh hali ağır basmaya başladı, ölülerle yaşamak, olü olmakla aynı olmaya başladı. Onlarda, bu ruhsal çöküş, manevi şok dalgasını aşabilecek takat kalmamıştı. Hayatı devretmek için doğurdukları, eğittikleri, yetiştirdikleri dedelerinin mezar taşlarını öpüp öpüp gittiler.
Nesiller arası iletişim bir telefon düğümesine bağlandı. Gözleri iki pınar telefonda dertleşiyorlar. Birileri bir gün onlara “kültürel şok yaşadıklarını” söyledi ama kimse birşey anlamadı. Kültür neydi, köy çeşmesi, derin kuyu, çardaktan örtü silkmek, derede yıkadıkları halıları çayıra sermek, keçi ve inek südüne karıştırmamak, koyun südünden peynir yapmak, sarımsak dikince sapını kurt kesmesin diye dibine turşu suyu dökmek, pişirdikleri yemekleri komşuya tattırmak, gönülden paylaşma ve yardımlaşma…
Onlar bunların hepsine birden ve iş yaparkan mırıldandıkları türkülerle düğün kına oyunlarının, gelinlerin yaşlıların elini öpmesinin kültür olduğunu bilmiyorlardı, çünkü onların hayatının her taneciği yabancı sözlü bir ad söylemeden de kendi kendi yaşıyor, yetişiyor, zamanı gelince serpilip açıyordu…
Bunlar iyi de, şu Lütfü Mestan’la görüşmede, ona söyleyemedikleri, dillerinin varmadığı bir de koku yayılıyordu, korku kokusu…
Köpekleri hiç nedensiz havlıyor, kediler büzülmüş, horozlarsa ötmez olmuştu.
Onların hayatına giren bu korku kokusu gece boyu göz yumdurmuyordu. Vijdanındaki kadın, kızlıktan kocayana kadar çalışma, evlilik ve aile bağlamında vardı. Zamanla iş güce katılıp sosyal güç oluşturup politikaya aktılar. Fakat politika kısır çıktı. Doğrusu, politikanın kısırlığı kadın işi olmadığından değildi. Politikacılar adam gibi adam çıkaramamalarıydı.
Belleklerinde derin ve sarılmaz yara açılan, utandıkları bir olay da oldu.
Eski Başkan Ahmet Doğan Bulgar kızını kapı dışı bırakıp Ayselin’le İsperih’te düğün kaldırınca onlar da gittiler, gelin duvağına takı taktılar. Hemen ardından kötü haberler geldi. Kızlığı üzerinde genç gelinin bataniyeye sarılmış baba evine götürüldüğü işitildi. Yorum yapamadılar. Dilleri tutulmuştu, Müslümanların örf ve adetlerinde böylesi yaşanmamıştı. Herkesin ruh ateşi söndü. Mum gibi eriyen öz namus anlayışımız, medeni kimliğimizdi. Yıllar geçti. A. Doğan artık gölge adam. Bazı yaraların sızısı ömür boyu sürer, diyenler bu defa da haklı çıktı. Bu olay Müslüman toplumumuzu kirleten bir onur yarası olarak açık kaldı.
Hayriye teyze bu yüzden istedi 30 metre markuçla bir keskin kazmayı L. Mestan başkandan. Hafızalarandaki namus lekelerini bol suyla gasil edip çok derin gömülmeliydi. Bu, yaşlıların son emelliydi. Onların kitabında, dedelerin mezarının olduğu yer Vatandı. Vatan kutsaldı.
Mezarların derin olmasını gerektiren başka bir neden de vardı, Hayriye teyzenin hafızasında. Mestan bunu bilmeyebilirdi.
93 Harbinden sonra Osmanlı şehitleri Plevne kenarına sığ bir toplu kabre gömüldüğünde kulaklarda bir uğultu belirmiştir. Gece gündüz dinmeyen bu uğultu git gide büyüyen bir dehşete dönüştüğünde, hiç kimse göz yumamaz olmuştur. Dirilirler korkusu taaa Londra Lortlar Kamarası’nda konu olmuş, özel bir kararlar şehit kemikleri çıkarılıp sandıklara Plevne’de doldurulmuş, trenle Varna’ya, oradan da gemilerle İngiltere’ye taşınmıştır, orada öğütülüp kemik unu olarak tarlalara, ormanlara saçılmıştır.
Uğultu ancak o zaman dinmiştir.
Neyse, istedikleri markuç ve kazma gelmeyince 12 Mayıs günü Hayriye nine ve diğer eli ayağı tutan köylü kadınları mezarlığa gidip eğirilen yıkılan mezar taşlarını dayaklamış ve gelen telefonlara cevap verirken “Oy kullanmadık… kullanmıyacağım… mezarlıktayım… dedenizin mezarının başındayım, taşı eğirilmiş, iki taşla dayakladım…
Anlayamadım…
HÖH’e oy vermemek sevapmış…
Lütfü kazma getirmedi, sen bağli getir artık…” sesleriyle etrafı çınlatmışlardır.
Böylece bu seçimlerde Müslüman kadınlar oya gitmemişlerdir. Neden acaba…
 
 Rafet Ulutürk
Reklamlar