Musa VATANSEVER
Tarih: 06.09.2017
Konu: 73. Yıl Önce İşgal Edilmiştik. Sonuçlarına bakalım.
1944’ün 5 Eylül günü Kızıl Ordu Tuna nehrini geçip Bulgaristan’a yayılırken, mısıra giren öküzden daha serbest hareket ediyordu. Aynı gün Sovyetler Birliği Bulgar Çalık’ına savaş ilan etmişti. 5 kişi çıkıp da yabancı asker memlekete girmiş “Dur!” demedi. Nerde o Osman Paşa 1887’de Rus Ordularını Plevne’de 2 yıl durdurmuştu.
Savaşın gerekçesi ise Bulgaristan’ın Nazi Almanya’sını desteklemiş olmasıydı. Bizde 2-3 yıl yiyip içen Almanlar da tası tarağı toplamış arkalarına bakmadan kaçıyorlardı ve Kızıl Ordu askerlerini görmek bile istemiyorlardı.
O günlerin Başbakanı İvan Bagryanov iki elini kaldırmış ve Almanya – Sovyetler Birliği Savaşında “bağımsızım” demişti. Fakat geç kalmıştı ve inanan yoktu. Nazi askeri birliklerinin ülkeyi terk etmesi için emir vermiş, gitmek istemeyenlerin de silahı alınsın demişti.
Kelleyi kurtarmak için İngiltere ve Birleşik Amerika ile barış görüşmelerine başlayan Bulgar diplomasisi, SB’nin savaş açmasıyla görüşmelerden çekilmişti.
Sovyetler Birliği’nin Hitler Almanyası’na karşı III. Ukrayna Ordusu Romanya topraklarında Tuna kıyısında konuşlanmıştı ve 5 Eylül 1944 gecesi Bulgaristan’a gir emti aldı. 250 000 (iki yüz elli sekiz bin) Sovyet askeri birden bakışlarını Bulgaristan’a çevirdi, 5 583 top namlusu Bulgaristan’a döndü. 508 “T-34” tankı vites değiştirdi ve tam gaz Tuna’ya doğru ilerledi. 1 026 Sovyet savaş uçağı ve Karadeniz’deki Sovyet Deniz Gücünün tümü Varna ve Burgaz istikametinde ilerlemeye başladı.
Gece saat 20.30’da Bulgaristan Tuna nehri üzerinden karadan ve Karadeniz’den istila edilmeye başladı. Bu saldırı II. Aleksandır’ın 1877’de Osmanlıya topyekûn saldırısı benziyordu, sanki yeni plan çizilmemiş, yalnız atlar tank ve gemiler de daha büyük olmuştu. O zaman Osmanlı orduları Rusları 200 kilometre ilerlemeden bir ucu Plevne bir ucu da Varna ve Suvorovoda stop ettirmişlerdi. 1944’te Sovyet birlikleri Bulgaristan’a danaların yoncaya, mısıra, yulava girdiği gibi deli dolu girdiler ve kimse onlara “Durun! Nereye?” diyemedi. Bulgaristan bitmişti. Bir gün sonra Kızıl Ordunun Bulgaristan’a girdiği haberini alan dağlardaki partizan çeteleri Sofya’ya yöneldiler ve 9 Eylül gecesi yine sükûneti koruyarak ve silah patlatmadan askeri darbe yaptılar ve Vatan Cephesi hükümeti kurdular ve ellerinin altında Başbakan olacak eli yüzü düzgün biri olmadığına gözünün birini Birinci Dünya Savaşında Makedonya cephesinde yitiren Kimon Georgiev’e “sen bu işlerden anlarsın” diyerek Başbakan ilan ettiler.
Moskova’nın Bulgaristan üzerindeki totaliter yönetimi bundan 73 yıl önce böyle başlamıştı ve 50 sene sürdü. Bu istila döneminde memleketimizin bağrında öyle yaralar açıldı ki bugün de doldurulabiliyor ne de sızısı diniyor.
Böylece Bulgaristan 1989 yılı sonuna kadar “Demir Perde” ardında kaldı. Soğuk Savaş yıllarında dünyadan tecrit edildik.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgaristan kaderinin, sınırlarının belirlenmesinde, dış siyaset açısından birkaç önemli olay rol oynamıştır. Bir, İngilizlerin Bulgaristan’la ilgili tutumunun belirlenmesine, 1885’te Bulgar Prensliği Güney Rumeli’yi işgal ettiğinde Osmanlı’nın Güney Rumeli’yi kurtarmak için hareketlenmesini engelleyen Londra iktidarı teşekkür beklemiş ama bulamamıştı. İkinci olarak da Enes Midya hattında Ege Denizine çıkan Bulgar güçlerine İngilizler engel olmamıştı. Bir de Birleşik Amerika 1919 Paris Antlaşması imzalanırken Bulgaristan’a arka çıkmış ve Vidin şehri ve kalesi ile Küstendil şehrinin Bulgaristan sınırlarında kalmasını desteklemişti. Küçük hesaplar peşinde olan Bulgar iktidarları 2 büyük savaş arasındaki yıllarda deniz demokrasilerini Bulgar işlerine dahil etmeye gerekli çabayı göstermemişlerdi. 1941 yılında Almanya ile İtalya sıkışmışlar ve Büyük Britanya’nın yardımına ihtiyaç duymuşlardı. O zaman Bulgaristan’ın arabuluculuğuna gerek görülmüş ve Bulgaristan bu rolü üstlenmemişti. Sovyetlerin Kızıl Ordusu Eylül 1944’ün ilk günlerinde Bulgaristan’a rahatsız edilmeden yerleşirken, Bulgaristan’ın hiçbir hizmet sunmadan yalnız beklemesi, birden bire kendini belli etmiş ve ülke çaresizlik içine düşmüştü.
Durum bugüne çok benziyor. Günümüzde Bulgaristan AB ve NATO gibi büyük güçlerin gölgesinde rahat ettiğini sansa da huzursuzdur, çünkü uzun vadede stratejik yenilgi ufukta kızarmaya yeniden başlamıştır.
1944’te Bulgarlar parçalanmış oldukları için Rus askerlerine silah çekemediler, istilayı durduramadılar. Ne yazık ki 73 yıl sonra memleket yine parçalanmış durumda. Bu yıllarda işledikleri suçlardan, gerçekleştirdikleri Bulgar ve Hıristiyan olmayanlara karşı gerçekleştirdikleri kolektif katliamlardan, ortak suçluluk duygusunda birleşmiş de olsalar, azalan bulgar milleti ve çoğalan azınlık nüfus olarak toplum ikiye bölünmüş ve bu uçurum derinleşiyor. Ülkenin bir yarısı “Batı”, Bir yarısı “Türk”, Bir yarısı da “Rus” gölgesinde olmak üzere üç büyük gölgenin kesişme alanında bulunuyor.
Bulgarlar tarihsel değerlendirmelerde bulunurken, daha Hazar bölgesinde X. Yüzyılda yaşadıkları bozkırlardan gelen Rus saldırılarının, XIII. Asırdaki tatar saldırılarının ve 1944’te gelen Sovyet saldırı ve işgalinin etkisinin çok uzun süreli olmadığını kaydederken, Anadolu üzerinden gelen akınların etkisinin asırlarca sürdüğüna vurgu yapıyorlar. Son 20 yüzyılın 13’ünde Konstantinapol / İstanbul’u elinde bulunduran Bulgaristan topraklarına da her zaman hakim olmuştur. Bulgar basınında çıkan yazılarda, Küçük Asya’da yeni bir Balkan akını gelirse, Bulgar devleti ilelebet yok olacaktır iddialarına yer veriliyor.
Bu bağlamda Bulgaristan’da yapılan yorumlarda “deniz” devletleri ve “kıta” devletleri ayrımında, “deniz” devletlerinin her zaman Doğu’dan gelen bir güçle zafer kazandıklarına dikkat edilirken, Bulgar halkının bundan böyle hep “deniz” devletleri arasında yer alması tavsiye ediliyor. Kötü örnek olarak Napoleon Savaşları, olumlu örnek olaraksa Bitinci ve İkinci Dünya Savaşları gösteriliyor.
En önemli itiraf ise şudur. Bulgar bilim adamları ve yorumcular, samimi açıklamalarda bulunarak, Bulgar toplumunun hiçbir zaman sözün tam anlamıyla “liberaller” ve “tutucular”, “solcular” ve “sağcılara”, hatta “komünist” ve “anti-komünistlere bölünmediğini,, bu parçalanmaların hep şekilsel ve kamuoyu gözüne kül atmak için olduğu belirtiliyor. Bu parçalanmaların her biri aşılabilir ayrılma ve bölünmelerdir. Bunu günümüzde “Ataka” partisinin aşırı soldan aşırı sağa kaymasında, BKP partisinde BSP ve GERB gibi biri sol biri sağcı iki parti çıkmasında izleyebiliyoruz.
Fakat Bulgar toplumunda aşılması mümkün olmayan bir siyasi hendek var. Moskova’yı sevenler /Rusofiller/ ve Rusya’dan korkanlar /Rusofoblar/ arasındaki derin uçurum. Bulgaristan’da bu hendek 138 yıldan beri kapanmamış ve aşılamamıştır. Sosyalizm yıllarında Sovyetlere karşı yeni duygular geliştirilerek bu aşılmaya çalışıldı fakat ancak beyinlerde bir tümör oluşturdu ve durumda değişiklik kaydedilmedi.
Rusya’dan korkanlara daha 1871’de bağımsız ve egemen Bulgaristan için mücadele eden komitacı Vasil Levski’yi ele veren Rusofob Papaz Kristü idi. 1886 yılında bağımsız Bulgaristan kurulması çabalarının “rublacılar” tarafından engellendiğini de biliyoruz. Bulgaristan’da Moskova’dan maaş alan binlerce kişi var. Bu nedenle Rusofiller ile Rusofovlar arasında uzlaşmaya varılması olanak dışıdır.
Günümüzde Rusya’dan kopan, fakat kanı Batı tarafından emilince yüzüstü kalan Bulgaristan seçenek aramak zorundadır. Çünkü görüldüğü üzere Batının devlet güçleriyle bütünleşmek veya verimli işbirliği yapmak görüldüğü kadar kolay değil. “Brexit” olayı Batı dünyasının parçalanma yoluna girdiğini kanıtladı bu durumda Yakın Doğu’nun ve Güney Doğu Avrupa’nın dev gücü olarak Büyük Türkiye güneşi doğduğunu görmeliyiz. Son dönemin en hızlı gelişen ve ceo-politik konumunu belirlemeye çalışan ülke Türkiye’dir ve dünya bunu görüyor. Almanya gibi devletlerin son dönemde Ankara’ya dil uzatmasının asın nedeni budur. Güçlü ve büyük TC istemiyorlar.
Bunu önleyebilmek için günümüz Bulgar diplomasisi Yunanlara Sırplarla aranızda Makedonya var ve siz bir daha beraber olamayacaksınız, karadan tez müttefikiniz Bulgaristan aşısı yapılmaya çalışılıyor. Makedon-Bulgar ilişkilerine ortak tarihi olan halklar teorisine göre çözüm aranıyor. Romanya Güney Dobruca’yı geri istemekten vaz geçince, Asya Bozkırlarından gelecek yeni bir saldırıya karşı kalkan olmasına arka olunmaya çalışılıyor. Bulgaristan yeni bir Milli Felaket yaşamamak için bu gibi adımlar atmaya çalışıyor. Bu çabalarda TC samimiyetine bel bağlamak istememesi dikkat çekicidir. Buna rağmen 2017’nin ilk yarısında iki komşu arasındaki alış veriş % 17,6 oranında büyümüştür. Buna rağmen, Yunanistan ile demiryolu ve kara yolu bağlarını genişleterek ve iki devlet arasına petrol boru hattı çekerek, bir defa Yunanistan’a Karadeniz anklavına katmaya çalışıyor. Bu planlerın özünde Türkiye Cumhuriyeti’ni Asya dünyasında ve Avrupa medeniyetinden uzakta bırakmak olduğunu da görebiliyoruz. Bulgaristan da buna karşı Yunanistan’dan Ege kıyılarına daha serbest ve yoğun ve kolayca çıkma imkânları arıyor, deniz devletleriyle ticaretini Yunan limanları üzerinden yapmayı planlıyor. Ege kıyı şehirlerinden başlayıp Burgaz, Varna ve Rusçuk üzerinden Tuna köprüsüyle Orta Avrupa pazarlarına uzanma olanakları da Yunanistan’a tepsi içinde veriliyor. Hedeflerinde Küçük Asya üzerinden gelecek her girişimi birlikte karşılama ve püskürtme yolları aramak da vardır.
Bulgar stratejik düşüncesine göre, bunlar gerçekleştirilince derin milli parçalanmışlık aşılacak ve 1944’te başlayan büyük milli felaket de aşılabilecektir. Bu yapılamazsa, Stalin’in 1944’te Bulgaristan’ı işgali ve 50 yıl devam eden amansız sömürünün yakın sonucu Bulgar devletinin yok olması olabilir.