Musa VATANSEVER
Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 Büyük İsyanının yıldönümüdür. O zamandan bu yana 26 yıl geçmiş olmasına rağmen hiç bir şey unutulmadı ve ebediyen unutulmayacaktır. 10 bin kahramanı hapislerde yatan, 2 bin aydını sürgün edilen, 40 cesur ayaklanmacı gencin kurşunlanarak öldürüldüğü, ardından 500 bin kişinin yurdundan sökülüp kovulduğu feci- trajik olaylar unutulabilir mi?
Asla unutulmaz ve unutulmayacaktır. Son demecinde HÖH Lider benzetmesi L. Mestan “unutalım artık” o yılları demiş. “Bulgar Etnik Modeli” işe yarıyor bu gidişle zaten Türklükten iz kalmayacak, fazla eşelemeyeyim derken, sözde Türkçe propaganda yapıyor diye Momçilgrad (Mestanlı) mahkemesinin kestiği 2 bin leva cezadan yakınmış. Besbelli, “Türkçeyi iyice unutun ki” kimseye ceza yazmasınlar demek istiyor.
Bu ceza oyunu halkı oyalama taktiğinin yeni bir halkası olarak gelişiyor, dikkatinizi çekerim. Olay, Baş Müftülüğün cami, medrese, mescit, hamam, bezensen ve vakıf mallarımız, tarla, çayır ve korularımızı geri almak için lehimizde çıkan yerel mahkeme kararlarına Bulgar Temyiz Mahkemesi’nin toptan bir sünger çekip çöpe attığı gibi bir şey olacak benziyor. Gizli polisin subaylarından eski Baş Müftü Bulgaristanlı Müslümanları suniler (Hanefi) ve diğerleri olmak üzere ikiye ayırmayı, sözüm ona sunilerin Baş Müftülüğünü tescil ettirmeyi başardı ve kendisini de Baş Müftü tayin etti. Şimdi artık resmi Baş Müftülüğün her işine itiraz ediyor ve “itilaflıdır” gerekçesiyle Bulgar mahkeme karlarını bozmayı da başarıyor. Karlovo “Kurcun Camii” 1974’te kurulmuş olsa da, Müftülükten alınıp belediyeye verilmesi için bu gibi sudan gerekçeler yeterli vesile oluşturabiliyor. Özet: mülklerimizi geri almamızın yasal yolu tıkanmıştır. Herşeyimiz yine itilaflı oldu. Bulgar yargısı zaten uzun zamandan beri örnek (emsal) bir karar bekliyordu ve dosya kapandı.
Şimdi, şu “lider” sevdalısı, çocuksuz köy okulu Bulgarca öğretmeni Lütfü Mestan, sözde “A. Doğan’ın icat ettiği” aslında Bulgar gizli politikasının bizi topyekûn eritip asimile etme planının 5. Halkası olan “Bulgar Etnik Modeli” ni-ana dilimiz Türkçemizi Bulgar yerel mahkemelerine düşürerek tamamen yasaklama oyununu kanunlaştırmaya ve dosyayı kapatmaya çalışıyor. Yüzde yüz vaat edilen ve yakın zamanda göğsünde bir “Kalın Şeritli Koca Balkan Madalyası” parlarsa şaşırmayınız. Olacak olan budur.
Şu Lütfü anasından babasından, köydeşlerinden, askerde vs. hiçbir şey mi öğrenmemiş, şaşıyorum doğrusu. Bulgar halk meclisinde geçen sene Sosyalist Partisi Milletvekili Maya Manolova tarafından, HÖH-meclis grubuyla danışmalı hazırlayıp sunduğu ve onayladığınız “seçim propagandası Bulgarca yapılır” kanunu, sana Türkçe propaganda yasağı getirmedi mi? Kanunu onaylamakla sen bunu kendin istemedin mi? O zaman HÖH-BSP ve “Ataka” iktidarda değil midiniz? Ne zaman unuttunuz! Bu kanun yazılırken, ilaveler yapılırken, sözde tartışılırken, senin adamların sözde itirazda bulunurken her şey belli değil miydi? Bir de şu var, neden bu cezalar 2014’te yalnız sana seçmeni Arapça selamlayan –Lütfü Mestan’a ve Türkçenin elifini bilmeyen ve seçim mitinglerine toplanan Türk ve Çingeneleri “maraba” (toprak kölesi) olarak selamlayan N. Tsonev’e kesildi? Soruyorum: Siz her şeyi mi danışarak yapıyorsunuz? Tuvalet için izin istiyor musunuz? Kimseyi aldatamazsınız, suratınızı gören her şeyin farkında, sakal şeklini değiştirmeniz durumu değiştirmiyor. Sizin hedefiniz şudur: yerel mahkeme kararlarına itiraz edip olayı yine Sofya Temyiz mahkemesine (KasasyonenSıd) taşımak ve geçen yıl kabul ettiğiniz kanuna dayanarak çıkarılacak gerekçeli bir kararla BULGARİSTANDA TÜK DİLİ, TÜKÇE KONUŞMA VE TÜKÇE YAZIP ÇİZME, YARATMA meselesini kökünden söküp yok etmektir. Bu onların kadım emelidir. Sizin uyguladığınız “Bulgar Etnik Modelinin” son hedefi budur. Bunu yapınca sen L. Mestan Bulgar tarihine bir “dönek-kahraman” olarak yazılabilirsin, ama Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının belleğinde asla unutulmayacak olan bir ajan-hain, Türk halkına ihanet eden en zavallı uşak olarak kalacaksın. Yaptıklarınız unutulmayacak, unutturulmayacaktır. Başka ayrıntıları unutabilirsiniz ama bunu aklınızdan çıkarmayın, çünkü bundan sonra uykunuzu kaçıran huzurunuzu bozan bu olacaktır.
İlk açlık grevinin başladığı 6 Mayıs 1989’da ayaklananlar şu bilinçle isyan etmişti: “Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı! İnsan bir onuru için yaşar! Bulgar onu da elimden aldı! Kölelikten kurtulmak istiyorsan kendi kendine yardım et! Haklarını, dilini, ismini, namusunu, şerefini kendin koru! Başkalarından hiçbir şey bekleme. Kendi kurtuluşun için ne yapacaksan kendin yap. Hemen şimdi yap! Yarın çok geç olacaktır!”
Yönettiğini sandığın HÖH partisi tepki, direniş ve protesto hareketlerinden doğdu. Davaya insan kazanmak balık tutmak değildir. Türklüğünü bilen Türk oltaya vurmaz!
Bu olaylar olurken, Türklerin vicdanı kan ağalarken seni Momçilgrad lisesinden kovmuşlar, Ali Veli’nin namusuna ve merhametine sığınarak Cebel lisesine yazılmaya çalışıyordun. Dertlerin başka, kafanda dumanlar dolaşıyordu.
O yıllarda sen, dünya benim etrafımda dönüyor havalarına kapılmıştın ve “Türklerin isimleri kendi seçenek ve özgür iradeleri ile değişti saçmalığına kendini inandırmıştın ki” Bulgarların sana hem ajan adı “Plamen” hem de kendi seçtiğin Bulgar adını vermelerini cömertlik sanmıştın. 1990’da şimdi “Başkanı” olduğunu sandığın ve elinin kolunun bağlı olduğunu kulaklarının yalnız onların duymanı istediğini duyduğunu, gözlerinin se yalnız onların görmek istediklerini görmeye mecbur olduğunu, okudukları bile onların yazıp önüne koyduğunu farkedemez duruma getirildiğini kabul etmesen de gerçek budur. Son 10 yılda, köyüne gidip, o sizin bahçedeki “proşta” ya da “ohça” eriklerden, duvarınıza yaslanmış kızılcıktan ya da muşmuladan bir tanecik koparıp tadına baka bildin mi. “Hayır!” “Hayır ya!” Sen artık sen değilsin. Sen artık bir kuklasın – korumalı, Sekreterli, yardımcılı, metresi vs. kuklasın sen.
Uyguladın plan ise daha 1950’de hazırlanmıştı:
İlk aşamada, daha 1959’da bütün okullarda, ana dilde yapılan eğitim (Türklerin kendiana okulları, çocuk bahçeleri, ilkokulları, ortaokulları, liseleri ve Sofya Üniversitesinde 4 fakülte Türkçe eğitim veriyordu) ve öğretim Bulgarcaya dönüştürüldü.
İkinci aşamada, 1960yılında Müslüman Çingenelerin kimlik değiştirmeleri gündeme geldi.O insanlarla okulda ve mezarlıkta birdik ve bölünecek hiçbir şeyimiz yoktu. O zaman o iğrenç işi Vatan Cephesi’ne yüklediler. Hani şimdi sözde Müslüman ve Türker’den siz sorumlusunuz ya, o zaman o işlere Vatan Cephesi bakıyordu. Ama her şey BKP’nin başının altından çıktı. Çingenelerin Müslümanlığı da yarım yamalak olduğundan, isimlerinden sonra din konusunda da kaydılar ve bugün birçoklarının Hıristiyan ya da Evangelist olduğuna şahidiz. Çarlık döneminde atalarına verilen doğum belgelerinde Müslüman ve Türk isimleri yazıyordu. Azınlık politikası o yıllarda değişiklikler ardından değişiklikler görürken baltalandı. “Bugün onlara yarın bizlere” tekerlemesi o zaman belirdi.
Üçüncü aşama 1970’li yılların başlarından itibaren, Çingenelerle Pomakların isimlerinin değiştirilmeye başlanmasıyla büyük dalgalanma yaptı. 1972’de Pomaklar GotseDelçev (Nevrekop) belediyesinin Koçani, Belitsa, Banya köylerinde ve komşu köylerde ayaklandı, silahlı güçlerle çatışmalar oldu, büyük sürgün yaşandı, öğretmenler, aydınlar, militanlar, aydınlar yakalandı sürgün edildiler hapse atıldılar ve yıllarca ezildiler. 1912’lerden sonra başlayan Pomak diyarı baskın ve saldırıları 1972’de doruk yaptı, tüm baskı ve teröre, yasaklara rağmen efsane Pomak isimleri her yerde duyuldu. Bulgaristanlı Pomakların dini İslam olup mezhepleri de Türklerden farklı değildir. Üçüncü aşamada sürülen Pomaklar, 1950 -1951 büyük Türk göçünden sonra boş kalan Türk köylerine yani cami, mescit ve Müslüman mezarlığı olan yerlere olmuştur. Pomakların asimilasyon süreci çok dalgalı ve dirençli geçmiş, bazı yerlerde 8 defa isim değiştirilmiş, yüzlerce minare yıkılmış, camiler kilise haline getirilmiştir.
Dördüncü aşama dolaysız olarak Türklerle bağlıdır. İsimlerimizin baskı ve zorbalık uygulanarak 2-3 ay gibi çok kısa bir serede değiştirilmesi süreci 24 Aralık 1984’te Kırcaali köylerinde başladı ve resmi yazışmalara göre 1 250 bin Türkün isimleri 13 Şubat 1985’de değiştirilmişti. Çingene ve Pomaklardan farklı olarak bu defa tüm totaliter devlet mekanizması harekete geçirilmiş, sokak ortasında, köyünde, evinde insan kurşunlanmış, dövülen ve işten atılanların hakkı hesabı yoktur, kimsenin gözünün yaşına bakılmamıştır. Türklerin isimlerini değiştirmekle şu hedef güdüldü:
Türkler için önemli olan Türk benliklerini yok etmek, ana dillerini unutturmak, özgün kültürlerini tamamen yasaklayıp, Anavatan Türkiye’ye göç etmeleri yollarını tamamen kapatmak: 100 yıllık zulümden kurtulma şanslarını tamamen ortadan kaldırmak; ikinci sınıf vatandaş statüsünden doğrudan köle sınıfı statüsüne geçirilmeleri vb.
136 yıllık yeni Bulgaristan tarihinde en büyük olay Türklerin ve Müslümanların 1989 Mayıs Ayaklanmasıdır. Totaliter rejimin devrilmesi ve demokrasiye açılım yolunu başlatan Türklerin isyanı oldu. Bu isyan aynı zamanda bir Avrupa ülkesi olan Bulgaristan’ın ve Bulgarların yüz akıdır. Bu ayaklanma olmasaydı, belki de büyük güçler Bulgaristan’ı Avrupa haritasından silebilirdi.
Ayaklanma Türklerin politik bilinçte olgunlaşma aşamasına tanıklık etti ve 120 yıl sonra ülkede ilk kez bir Türk partisi kurma yolunu açtı. Bu parti HÖH’tür. Ne yazık ki, duruma yön vermek isteyen Bulgar makamları parti ideolojisine ve yönetim kadrolarının belirlenmesinde büyük oynayıp acele ederek, kendi kadrolarını parti başkanlığına dayatarak, olayların normal akışına engel olarak, beklentilere ters yön vermişlerdir. Türkleri daha öte asimile etme, Türk’ü benlişksişz bırakma, kimliksizleştirme, kültürsüzleştirme, malına mülküne el atma politikalarının değişik biçimdeki uygulanışı işi bu defa da HÖH Başkanlığına verilmiştir.
Geçen ay Baş Müftülün malı mülkü olan taşınmazlarımızı geri alma davalarımızı kaybetmemiz, L. Mestan’ın ana dilimiz Türkçemizi mahkeme dosyalarına sokması vs. uygulamalar hep aynı iğrenç ve sinsi Türk ve Müslüman düşmanı politikanın perdeleridir. Trajik gelişmeleri izlemekten bıktık ve usandık. HÖH Partisinin kurulması ve sözde politik temsilcilerimizin Sofya ve Brüksel meclislerine göndermemizle aslında fazla bir şey değişmedi. Ezen ve ezilen aynı gemi güvertesindedir. HÖH partisinin Türklüğü yaşatma ideolojisi ve ülküsü yoktur. Yaş söğüt odunu gibi ocakta tütmekle Türklük tenceresi kaynamıyor.
1989 Mayıs direnişlerine katılan ve aramızda sağ olan tüm arkadaşlarımızı candan yürekten kutlar kendilerine en başta sağlık ve huzur dilerim. Nice yıllara kardeşlerim.
Hiç bir şey unutulmadı ve unutulmayacaktır!