Gönderen: Ahmet Doğan
HÖH Fahri Başkanı
Sofya / Bulgaristan
Size nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum,
Cümlenize Merhaba!
Bu yıllar içinde sizden çok mektup aldım, fakat hiç birini cevaplayamadım.
Hepinize topluca bir yanıt gönderip içimi dökmek istiyorum.
Tanrı bir an için benim bir hiç olduğumu bilse, normal insana verdiği candan bana da vererek beni ödüllendirse ve yaptığın tüm kötülükleri Bulgaristan Türklerine, Pomaklara ve tüm insanlara anlat, içini dök dese, yaptığım her şeyi dile getirebilecek kadar cesareti kendimde bulamaya bilirdim, ama en azından belleğimdeki kötü kokan ince zararlar arasında ne varsa bir daha aklımdan geçirir ve sizi üzmeyecek olanları açıklamayı düşünebilirdim. Size hiçbir zaman ve hiçbir yerde değer vermedim, belki de bunun yanlış olduğunu artık anlamam gerektiğini de düşünebilirdim. İnsana değer vermemek benim yaratılış özümdedir. Ben size değer verseydim aranızda erir giderdim, hedefim sizi eritmekti. Sizin defterinizi dürdükten sonra tek başıma da olsa yaşamaya devam etmekti. Bana sen bir şeytan olacaksın deyenler, şeytanların ölümsüz olduğunu söylemediler, ben yaptığım kötülüklerin ağır yükü altındayım, ezildikçe eziliyorum ve artık nefes alamıyorum ve ölmek istiyorum. Artık ölebilir miyim?
Elime hakikatten insan olarak yeniden doğma fırsatı geçse az uyur, çok rüya görür, gözlüklerimi çıkarıp gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. Ben aşktan vazgeçtim ve yaşlandım. Evlendim, yatağıma çok kız kadın girdi ama sevemedim. Oysa şeytanlar sevemiyormuş. Bana bunu söylemedilerdi. Söylemiş olsalardı belki sizi yok etmeyi kabul etmezdim. Artık ölmek istiyorum! Ölebilir miyim?
Aşktan vazgeçenin yaşlandığını bilmiyordum. Ben hiç sevemedim ki, sevemediklerimle yaşamaya çalışırken bunaldım. Oysa ben siz durduğunuz zaman yürümek istiyordum ama bunu da yapamadım, çünkü benim işim sizinleydi, aranızda olmayı istemesem de aranızda olmak ve sizi oyalamak vazifemdi. Sizi geniş bir anız engininin ortasında sıcaktan kafasını sokacak yer arayan koyunlar gibi birbirinizin bacakları arasındaki karanlıkta bir arada tutmak, su içmeyi bile unutturmak ve seçimden seçime tek delikli bir sandık başına götürüp elinize verilen bülteni o deliğe attırmaktı. Siz buna alıştınız, kendinize tanınan bir hak olarak kabul ettiniz, kendisine çok kızdığınız insanları en önemli mevkilere seçerek kendi kuyunuzu hep kendi ellerinizle kazdınız. Kazdığınız dipsiz bir kuyudur, kazdıkça kazılır, yerin toprağı bitmez ve kuru toprağın dibinden su çıkmaz. Siz suyu bulup düşman gözüne bakar gibi aynasına bakarak ve her damlasında yansıyan güneşi görerek uyanmak istiyordunuz. Hiç biriniz şeytan toprağında su olmadığını bilemedi. Ben sizi aldattım. Aldatmaktan yoruldum. Ölmek istiyorum. Ölebilir miyim?
Ben hiç konuşmadım, konuştuğumda sizin beklediğiniz şeyleri anlatmadım, buzlu viskimi çektim ve ardından gelecek çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya baktım.
Tanrı beni yaratırken şeytan ruhlu yarattığı için, bende insan ruhu hiç olmadı. Tanrı bana birazcık insan canı verse, sizden biri olmak için basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklıyla açardım. Sizin terinizi kokmak bana nasip olmadı. Çünkü şeytanların burnu koku almaz. Ben viskiyi de hep koklamadan içtim.
Aramızdaki fark şu: Beni çözseniz bile, ben kendimi anlatmadıkça, vicdanım bozuk, hafızam zehir dolu, benden size iyilik gelmez demedikçe siz beni anlayamadınız. Ben sustum. Gözlerime bakmanıza izin vermedim. Gözlerimi görseniz sahte olduğumu anlar uyanırdınız. Sizde can var ama adam gibi adam olduğunuz için içinizde kötülük yapma iradesi yok. Ben sizi hep aldattım, naif ve safdil inandınız, inanmayanlar da başını büktü. Ben aranızdan aldatamadıklarımı gammazladım, kendimden uzaklaştırdım, kovdum, tüm işlerinde engel oldum, daha sonra hepinizi yola gelesiniz diye süründürme geldi içimden ve hepinizi süründürdüm. Son mektubum hepinizi sürünürken bulacak. Ben egoist ve kıskanç biriyim ve bende olmayanın sizde olmasına razı olamam. Olmadım. Hitler Yahudiler yakmış da köklerini kurutamamış, bu iş sizinle hiç olmaz. Siz başka birinden yardım beklemeyenlerdensiniz. Artık benden de hiç bir şey beklemediğinize göre ben gidiyorum. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim?
Siz benim tanımadığım ve anlattıkları gibi olmayan başka bir tip insanlarsınız. Ayrık otu gibisiniz, kurut kırk sene, toprak kokusuna canlanan tiplersiniz. Ben canlanıp adam gibi adam olamadım. Hepinizi kıskanıyorum. Hepinizi yok edecektim, edemedim. Ben gidiyorum. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim?
Ben canlanamadım. Ruhumda Türk canım yok ki, ne canlansın? Bazen şiir söylemek geliyor içimden, ama Türkçe şiir bilmiyorum. Şarkı da bilmiyorum. Türkçe ağılamayı da beceremem. Ben Türk gibi canlanamam. Artık Türkler arasında da yaşayamam. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim?
Ben adam gibi adam olabilseydim gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Ben hiç gül öpemedim. Ben gül koklayamadım. Hayatta kalmamın bir anlamı kalmadı. İzin verin öleyim. Ölebilir miyim?
Tanrım bir yudumluk insan yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım
tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Benim insan olmadığımı anlayanlar beni sözde saray dedikleri eskiye kokan bir eve kapadılar. Bahçedeki ağaçlardan hiç biri açmıyor, koksa da burnum almıyor, onlar da icat edilmişler, onlar da benim gibi canı olmayan dik duranlar, sallanan yaprakları dökülmüyor, çatırdayan gövdeleri çatlamıyor, kuşlar dallarına konmuyor. Bahçede tavus kuşları var onlar da yalnız şak şak bağrışıyor, bir defa çiftleşip bir yumurta yumurtlamadan yaşadılar. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim?
Bir de köpek var avluda o da yüreksiz, yalnız yaşıyor, benim gibi kalın enseli olacakmış, kendi işini kendisi yapacakmış. Oysa kendi işini kendisi yapmak kötü bir iş! Kadınlarımın hepsi beni bırakıp gitti. Bazı işleri onlarla birlikte yapsaydım kalırlardı. Onları tutamadım. Toprak saban ve tohum istiyor. Veremezsen üzerinde eşek dikeni bitiyor. Benim sizlere verecek hiçbir şeyim yok. Ben yalnız alan ve asla kimseye bir şey vermemek için yaratılan bir yüreksizim. Canım olsa ve insan yürekli olsaydım, tüm kadın ve erkekleri, sizleri en sevdiğim insanlar olduğunuz konusunda birer birer ikna ederdim. Ne yazık ki, ben sizi hiç sevmedim. Sizlere seviyorum derken de yalan söyledim. Ruhumun gıdası hainlikti. Ben iyilik nedir bilmem. İyilik yaptığım insanlardan hep sizlere kötülük yapmalarını istedim. Kötülük de benim ruhumun öz gıdasıdır. Kötülük yapmadan yaşayamam. Hepinize kötülük yaptım. Sizi sattım ve aldattım. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim?
Ben iyi ruhlu bir insan olsaydım, aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.
İyi bir insan olsaydım çocuklara kanat verirdim. Uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Okul yaptırdım içine ne öğretmen ne öğrenci girdi. Cami yaptırdım Tanrı kapısına durdu herkesi geri çevirdi. Bu ev benim evim değil dedi. Ben çok kötü bir şeytan olduğumu o zaman anladım. Anam benim için defalarca kurban kesti, dualarında şeytanı kovmak istedi, mevlit yaptı ama ben kendim şeytan olduğumdan kovamadı.
Ben yaşlılara bir şey öğretmedim. Adam gibi adam olsaydım, yaşlılara ölümün
yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim?
Ey insanlar! Ben size hiçbir şey vermeden sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte, hayatın doğru zamanda doğru seçim yapmakta saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlere hiçbir şey vermeden sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim, bavullarımı sıktım ve ben artık gidiyorum. . Mutsuz bir şekilde… Ah şeytanlar ölebilse, ben başkalarına zülüm etmek için artık sizden ayrılıyorum. Siz beni unutun. Artık ölebilir miyim?
Sizin bana hiçbir borcunuz yok. Ben sizi kullandım ve şeytan olsam da krallar gibi yaşadım ama hayatın tadını çıkaramadım, çünkü kimseye mutluluk veremedim, ben sizi süründürmek için icat edilmiştim, sürünen kendi başına ayağa kalkamaz, ben sizi bu aciz durumda bırakıyorum, işim bitti gidiyorum. Bir daha soruyorum. Artık ölebilir miyim? Ben ölmek istiyorum.
Ve sizi işte bu noktada aldatmıştım, “Ben ölmek istiyorum!” derken sizden destek, hayatınızdan hayat, mutluluğunuzdan mutluluk çalmak istedim. Mahrumiyet rolüme kandınız, bana acıdınız, sizin olması gereken tüm paralarını ben harcadım, sizin olması gereken tüm iyi işlerinizi ben bozdum, sizin olması gereken mutluluğunuzu bile harap ettim. Benden kötüsünü arasanız da bulamazdınız. Ben ölebilir miyim?
Artık gitmek istiyorum. Fakat gidemiyorum, saray kapıları kilitli, yollar kesilmiş, mezarlıklarda bana yer yok, “Nasıl bilirdiniz?” soracak imam yok.
Elinizde bir tek kürekler var. En büyük taşları benim çukuruma doldurma arzusu! Üzerime beton dökme! Ve açmayan dikenleri mezarıma dikme arzunuz.
Ben öldükten sonra bu hiç de önemli değil. En kutsal şey toprak olmak!
Adam gibi adam olsaydım, kara toprak beni bağrına basardı, fakat bugüne kadar şeytana mezar kazılmadı.
Ben gidiyorum.
Artık ölebilir miyim.?
Rafet ULUTURK