Tarih: 21 Mayıs 2018
Yazan: Raziye Çakır
Konu: Yeni Ruhun Doğuşu.
1989’da Bulgar devleti bizim ayaklanacağımızı düşünememişti. Öğretmenleri, doktorları, mühendislerimizi vs aydınlarımızı içeri attığı ya da sürgünde tuttuğu için takatsiz ve çaresiz olduğumuz görüşü amirliklerde egemen olmuştu.
Sofya “Simyonovo” Polis Akademisinde, Pazarcık milis okulunda ve diğer askeri ve üniformalı eğitim merkezlerinde, müsteşarlıklardaki analiz merkezlerinde Bulgaristan Türklerinin isyan etme olasılığı sıfırın altında bir hiç gibi değerlendiriliyordu. Türkleri korkuttuklarına inanmışlardı.
1985’ten beri uygulanan dil tahlillerinde Dobruca ve Rodop Türklerinin konuştuğu lehçelerde “isyan”, “başkaldırı”, “ayaklanma” ya da “celallenme” gibi söz ve kavramlara rastlanmadığı gibi, işte ve sokakta Bulgarca konuşan Türklerin “bunt” yani “toplu direniş” sözüne rastlanmamıştı. Türklük içine çekilmişti. Dişleri dillerini kilitlemiş, dudaklarına fermuar çekilmişti.
Bulgar Bilimler Akademisi üyesi doktor, doçent ve profesörlerin kaleminden 1795 Vidin Pazvantoğu Ayaklanması, 1876’da Bulgar Nisan Ayaklanmasının bastırılmasında Karlovalı Tosun Bey’in karakteri ve rolü, Batak İsyanında Türklerin ve Pomakların rolü tek tek incelenmişti. Türk köylerine girip çıkanlar biliniyor, araçlar aranıyor, kuş uçamıyordu. Türk çocukların Posta Güvercinine bakması, avcıların av köpeği yasaklaması yasaklanmıştı.
Türkiye’de tarih bilimi taçlısı Prof. Dr. Halil Ilıcak’ın BULGARİSTAN TOPRAKLARINDAKİ AYAKLANMALAR eseri Bulgarcaya tercüme edildi. Uluslararası nüfusu fazla olmayan, ama her konuda bildiklerini doğruluk terazisine koymadan anlatmayı seven Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın yazıları incelendi.
1878’den 1989’a kadar Bulgaristan’da çıkan Türkçe gazete ve dergi yazılarda da halk kitlelerinin evrimi ve devrime mayalanması, ruhsal dönüşüm, kitle psikolojisinde değişiklikler ve yeni ruhun oluşumu gibi konular işlenmemişti. Bu konular, Bulgar devletine Türklerin, Pomakların, Müslümanların ayaklanacağına ilişkin en küçük bir ipucu vermiyordu. Uzmanlarının kafasında kapkara bir karanlık vardı ki, havada dolaşan direniş ruhunun dirilişi sezilememişti. Buhranlar yumağına dönüşmüş Bulgaristan toplumu büyük değişiklere gebeydi. Bu değişiklerin içinde hiçbir vatandaşın Bulgarlaştırılmasına gerek yoktu. Türkler asil ve şahsiyetli bir duruş içindeydi. Kadim bir medeniyetin akisleri vardı ruhlarında ve bir asırdan beri süregelen mücadelelerin yaratacağı güçlübir deprem beklentisi vardı.
Bulgarların anlayamadığı başka gerçekler de vardı. Örneğin Makedonya topraklarında yetişen, Selanik’te ruhu uyandıktan sonra, Fransa Sorbonne niversitesinde Edebiyat okuyan, Osmanlı ümmetinden doğan Türklüğe yürek verip kanat takan şair Yahya Kemal’i okumamışlardı. Bu konuda o şöyle demişti:
Çok insan anlayamaz eski müziklimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden
Bulgar makamları Türklerin Vatan şuurunu da okuyamadı. Bulgaristan Türklerinin tarihi Rumeli’ye yerleşmemeleriyle başlamamıştı. Fakat İslam medeniyeti ile Batı uygarlığı Rumeli topraklarında yüzleşirken, onlar daha öncü, daha ilerici olan Müslümanlığı temsil etmişlerdi. Onların da katıldığı İstanbul’un fethi yeni bir çağ açmıştır. Dünyanın en büyük devleti, imparatorluğu, şehri, en adil toplumunun kuruluşunda onların ter damlaları vardı. Bu çilekeş insanların belleğinde Alpaslan Ruhuna Gazel, yasaklanmış dillerinde “Halilim” türküsü, yüreklerinde Türklük yemini vardı.
Türkler en ağır günlerinde bile kendilerini yenilerken güç toplayan bir topluluktur. Her cenaze ardından odalara badana yapılması, cenazede kullanılan sabunların bile yakılması, vefat edenlerin kişisel eşyalarının onu sevenlere dağıtılması, eşleri evde olmayan kadınların gece boyu bekleyişi gibi sayısız örnekler ruhsal güzelliğimizi tamamlayan farklılıklarımızdır.
Bulgarlar bir de, ezilen, zulüm gören insanların topraklarında sihirli bir rüzgâr estiğini de bilmiyordu. Türkler, rüzgârın sihrinden isyan daveti alıyordu.
***
Camilerin kapısında kilit, cemaat ve encümenliklerin toplanması yasak, tarım kooperatiflerinde ve sanayi tesislerinde çalışan Türker’in 4 yıl boyunca bir araya gelmesi, toplantı yapması, karar alması vs özellikle yasaklanmıştı. Sünnet törenleri, düğün, mevlit, Müslüman usulü cenaze yasaklanmış, hatta Müslümanların köyden köye gitmeleri bile izne tabii idi. Hapishane ve toplama kampı ziyaretleri de kaydediliyordu. Türk köylü kadınların özgürlüğü ev ile tarla arasına kilitlenmişti. İsimleri değiştirildikten sonra özgürlükleri tamamen budanmıştı.
Durum böyle iken, Deliorman, Dobruca, Koca Balkan, Doğu ve Batı Rodoplar’da ve Trakya’da 5 yıl boyunca dokunan ayaklanma dokusu renklerini almıştı. Yeni oluşum aslanlar kafesinde Türkler kaplan gibiydi ve aslanlardan korkmuyordu.
Nasıl oldu da Türkleri çözemedik diye 35 yıldan beri kafa kaşıyan Bulgar kanaat önderleri, siyaset ve bilim adamları Bulgaristan Türklerinin Anaerkil bir toplulukta yaşadıklarını, bu topluluğun yalnız ve bir tek kendilerine ait olduğunu, hayat hakkını koruduğunu, bu ortamda Bulgarlardan çok farklı, düzenli ve ilk ve son sözün hanımlara ait olduğu, ne kadar büyük olursa olsun ailede eli öpülenin, en büyük içsel saygının analara olduğunu vs. sanki bilmiyorlardı. İsim değiştirme silahlı saldırılarından ilk kurbanların yaşlı kadınlar ve gelinler olduğunu unutmuşlardı. Bulgar devlet ve makamları Bulgaristan Müslüman kadınları toplum dışı, kültür dışı, uygarlık dışı bırakılmıştı. Birkaç Türk Bayanın milletvekili olması veya yüksek devlet makamlarında görev alması gerçek durum üzerinde etkili değildi. Ülkede Türklerin önüne geçecek bir otorite bir kudret bir lider yoktu. Durum aile ve soy önderlerinin elindeydi. Erkekler tutuklu, hapiste veya sürgünde olduğu için dizginler kadınların elindeydi. Türk hanelerde tek söz Bulgarca bilmeyen bayanlar yaşıyordu. Erkeklerin askere, okula, işe, gurbete gittiğinde onlar hep endişeliydiler. Hapisler, sürgünler, aile içine yabancı saldırıları çok sıkıntılar yaşatmış, geleneksel yaşam düzenleri bozulmuştu, yaşayış gelenekleri altüst olmuştu. Hapisane duvarlarına dayanmış Türk kadınlar eşleriyle, yakınlarıyla görüşebilmek için günlerce bekletiliyordu. “Belene” ölüm kampı önü panayır yeri oluyordu. Her kişinin her birimiz için ölmeye hazır oluşu böyle biçimlenmiş ve pekişmişti. Ayaklanma ruhu her gün oluşuyor, her gün pekişiyor, her an yükseliyordu. Türklerin “Merhabasında” isyan hazırlıklarını tamamladınız mı, Kongre’ye gelecek misin sorusu vardı.
Köylere jandarma yerleşmesi de hayra alamet sayılmazdı. Bu açıdan bakıldığında 1989 Mayıs Ayaklanması kıvılcımı dışardan taşındı iddiasında bulunanlar 30 yıldan beri yalan söylüyorlar. Bulgaristan Türklerinin ilk ulusal ayaklanması Pazarcık hapishanesinde otel sefası süren Medyu Doğanov (Ahmet Doğan) tarafından yönetildiğini, örgütlendiğini iddia edenler de 30 yıldan beri yalan söylüyorlar. Bu yalanların yarattığı öfke, kin ve nefret pek çok kardeşimizin canına mal oldu, onların hepsi de ölümsüz kahramanlarımızdır.
HÖH Başkanı Karadayı 2018 şehitleri anma mitinglerinde Bulgarca yaptığı ve ne demek istediği anlaşılamayan konuşmalarda, Ayaklanmayı Doğan yönetti yalanlarını gençlerin beyinlerine ekmeye devam etti. Bu yalanların bilincimizi ve ruhunu zehirleyen özü cımbızla çıkarılıp yok edilmeden ileri adım atamayız.
1989 Mayıs Ayaklanmasının ruhunda ve eylemlerinde hainlik yoktu. Hainlik 4 Ocak 1990’da başladı.
Ayaklanmaya katılan 72 bin Türkün herpsi kahramandır, kardeşimizdir. Ayaklanmamızı birpikte anıyoruz. Sizden biri olmak ne güzel!
Devam edecek.
Dalga dalga ayaklanma.
Oku okut ve paylaş.
***