Nafiye YILMAZ
Elimizde avucumuzda bir şey kalmadı deyenler tamamen haklı. Vere vere bir şeyimiz kalmadı. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Lütfü Mestan, Merkez Yürütme Kurulu üyeleri ve eski Sosyal İşler Bakanı D-r. Hasen Ademov gibi bölgede bilinen milletvekilleri Razgrad bölgesindeydiler. Parti büro toplantısını Deliorman başkentinde yaptılar.
Olay hakkında halkın dilinde dolaşan şudur: “Öküz öldü ortaklık bozuldu.”
Toplantıda L. Mestan’ın esip gürlediği ve yerlilere gözdağı vermeye çalıştığı işitildi.
Anlaşılan o yaklaşan yerel seçimlerden önce, tepkisi fazlalaşan ve bazı köylerde kaynayan TABAN GAZINI ALMAYA GELDİ. Taban gazı zehirlidir, hareketlendiğinde önüne geçilmez. Lütfü başkan partinin seçim stratejisini değiştirdi. Muhtar ve belediye başkanı seçimlerinde kimseye taviz ve özgürlük tanımak istemiyor. Yukarıdan kimi gösterirsek onu seçeceksiniz, diyor. Halk “gene bir çıkarları vardır, bizi düşünmemişlerdir, kendi hesapları vardır” şeklinde yorumlarken tepki ifade ediyor. Lütfü konuşmasında, “oy oydur, rengi kokusu yoktur, verin oyunuzu DPS’ye!” dedi. Bu sözleri tohum gibi eksen çıkmıyor, slogan yapsan bakan yok. Bilinçli seçmen biz bu günlere mücadele vererek geldik, kayın peder, gizli polis “DC” falan yardımıyla değil, cevabını yapıştırıyor.
- Mestan’ın kılcal damarları gizli polis “DC” tarlasında olduğundan, Delirorman Türklerini, Deliorman insanını, onlar suskunluğunu ve ne yapacağını asla anlayamadı. Bu toprak dünya şampiyonları çıkarmış bir kutsal adaletin vatanıdır. Halkın gönlü Lütfü Ahmedov, Hüseyin Mehmedov ve daha nicelerinin coşkusuyla dolup taşmaya devam ediyor. Deliorman insanı hak ve özgürlük davasına önce adalet bilinciyle yanaşır. Mestan’ın kendi köydeşleri adalet sözünü bilmediklerinden “Allah ne verdiyse kabulümüzdür” inancıyla avunurken, bu bölge halkı 1985’te ve 1989’da ayaklanmıştı, Ak Kadınlar (Dulovo) bayanları çapaları, tırmıkları, yabaları sırtlamış askere karşı yürümüştü. Kemaller (İsperih) aylarca nöbet bekledi, gece gündüz ayaktaydı. Bu insanlarımız için bir toplumda önce adalet sağlanması sorunu çözülmeliydi ki, Hak ve Özgürlükler partisi 25 yıldan beri hükümet ortaklıklarına katılıp ayrılıyor, sürüden ayrılmamak için kendilerine hep oy verdiler, fakat BULGARİSTAN CUMHURİYETİNDE ADALET SAĞLANMASI İÇİN BİR ADIM ATILMADI. Anayasa ve kanun değiştirmek kendiliğinden adalet anlamına gelmiyor.
L.Mestan haklarımızın ve özgürlüklerimizin kutsallığını bilmez, bilemez. Onun okuduğu okullarda ve kitaplarda bu konuda tek satır yoktur. Ona baş danışmanlık yapan Mariyana Georgieva da bu işlerden pek anlamaz. En düzgün Bulgarca kullansan da, bilmediğin bir şeyi kimseye anlatamazsın.
Birkaç defa “Demir Baba Tekesi” anma törenlerine katıldı. “Saltuk Baba kimdir?” diye sordu. Anlatılanı anlayamadı. Şeyh Bedrettin ismini işitmemişti. Çömelip oturanların önüne çıkıp, yüksek meşe dallarının gölgesinde konuştu. Havada sözler dolaştı. Dikiş tutmadı. Onun anlatmak istediği şeyler, sanki ekmeğimizde “DC” – gizli polis mayası olmadan somun kabarmaz anlamındaydı. Şimdiye kadar işittikleri en iyi melodi çapa sesi, ya da yonca biçerken kosa fışlaması olan bu insanlar, her buluttan rahmet yağmadığını biliyordu. Oysa onlar dünyanın en kaliteli buğdayını üreten köylülerdi. Gizli polis ajanları mayanın ne olduğunu öğrenmezden önce, onlar Balkanların ve Avrupa’nın en kabarık, kabı en kızarmış, hem kıtır kıtır hem de sünger gibi has ekmeğini pişirenlerdi. Hak ve özgürlük tohumları bu topraklarda mayalanmıştı. Osmanlıdan önce, Şeyh Bedrettin zamanlarında hak ve özgürlüğün adı adaletti. Adaletin olduğu yerde bütün insanlar kardeşçe yaşayabilirdi. Adalet Vatandan da öndeydi. Adalet olmadan Vatan olmazdı. Onlar bunu anlatırken “kuduz tarlasına kuşlar konmaz” diyordu.
Halkımızın geleneklerini, ahlakımızın ve kültürümüzün tüm ayrıntı ve özelliklerini bilen aydınlarımız bu topraklarda yetişmişti. Kılcal damarları bu toprakların 1000 yıl derinlerinde olan “Bir orman gibi beraber ve bir ağaç gibi hür” biçimindeki özgürlük ve adalet anlayışı dünyayı değiştiren güç olmuştu. Doğal hakların, insan haklarının ne olduğunu çok iyi bilen Deliormanlılar son yıllarda kendilerine verilen sözlerin hiç birisinin yerine getirilmediğini çok iyi bildikleri gibi, “yalancının mumunun yassıya kadar yandığını” da biliyordu.
Bu bakıma halkın artık uyandığını, Hak ve Özgürlükler Partisi liderine ve yönetimine verilen kredinin tükendiğini son genel seçimlerde, “yukardan” gelen, saraylarda dizilen aday listelerini elinin tersiyle kenara itip, kimi milletvekilini seçen, kimi başkente göndereceğine kendi karar veren ve Günay Hüsmen’i Sofya’ya göndereler yüksek iradeli ve bilinçli seçmenlerdi. Onların kararı bir yandan Bulgaristan Türklüğü tabanının uyumadığını, gece gündüz adalet nöbetinde olduğunu kanıtlarken, parti liderinin “oy oydur” politikasını tamamen ret etti. Deliormanlı aydınlardan hiç biri Romandan oy dilenmedi. Para karşılığı oy istemedi. Vratsa, Montana köylerine ne de ta a Vidin iline oy aramaya gitmedi. Deliorman insanımız biz kendimize yeteriz inancıyla yaşamaya devam ediyor.
Bölge hastanelerindeki hekim yetersizliği, Razgrad il hastanesinde çocuk cerrahı olmaması, İsperih hastanesinde yerli doktor kalmaması, hemşerilerin de daha yaşanası bir hayat için bir nebze İngilizce öğrenip Batı ülkelerine göç etmeye karar vermiş olmaları çok düşündürücüdür. DPS şefi Lütfü’nün derdi “oy”, halkın derdi ise bambaşka. Halkımızın vatan sevdasından vazgeçmesinin ana nedeni ülkemizde adalet olmamasıdır. Adil olma ve Tanrının verdiğinle yetinme anlayışının rafa kaldırılması, hak arama savaşımının boğulmasının ardında DPS olduğunu bilmeyen kalmadı. 4–5 milyar levanın kayıplara karıştığı BTK-bankası şaibesinin ardında da DPS-yönetimine bağlı olduğunu konuşan olmasa bile herkes gerçekleri biliyor. Son gelişmeler yalnız endişe değil, hesaplaşmaya da neden olabilir tehlikesi büyüyor.
Bulgaristan’da çocuk doğum oranının bu bölgede yıllardan beri en düşük olması, insanların yaşadıkları yerleri terk edip kaçmaları, hükümetlerin hiçbir tedbir almaması, anaokullarında anadil eğitimi olmaması vs. vs. sebepler Deliorman köylerimizin ıssızlaşmasında ana neden olmaya devam ediyor. 25 yıldan beri dinmeyen göç, son beş yılda özellikle ekonomik göç şeklinde Batı Avrupa ülkelerine yöneldi. Hayvancılık yok oldu.
Şunu ilave etmek istiyorum. Hafta sonunda Bulgaristan “Dayanışma” sendikasının kurucusu ve 26 yıl başkanı olan D-r Konstantin Trençev, kurultayda bir veda konuşması yaptı. “Geçiş Döneminde” Bulgaristan halkı üzerinde “soy kırım” yapıldığını söyledi. Bu sözleri söylerken, deneyimli sivil toplum örgütü başkanı gözyaşlarını tutamadı, “ömrünü özgürlük davasına adadım ama bir şey elde edilemedi” dedi. Bu sözler öncelikle Deliorman için geçerlidir. Geçen yüzyıl bir dönem bu bölgenin şirin köy ve kasabalarında 1 428 Türk Okulu, din okulu vs. eğitim merkezlerimiz vardı. Bu irfan ocakları Müftülük ve vakıf yardımlarıyla, örencilerin evden gelirken kitaplarıyla birlikte getirdikleri birkaç odun kesmesiyle ısındıkça halkın ruhunu ısıtıyordu. Şimdi o da yok. Hep bizden, hep bizden aldılar. Alamadıkları bir tek Türklüğümüz, Türk ruhumuz ve Türk vicdanımız kaldı. Bu topraklarda Türk ve Müslüman kimliğimizi yaşatan halk aydınlığımız-dır.
Bana bu sözlerimin anlamı hep soruldu.
Anladığım şudur:
Bulgaristan Türk kimliğinin özellikleri nelerdir? Bizim Deliorman insanımızı öncelikle hiçbir zaman birey olarak sivrilmek ve halktan kopmayı hedeflemedi. Kılcal damarlarıyla her zaman halkımıza bağlı yaşadı ve yaşıyor. Bu sözlerin pratik anlamı, kışı birimiz çıkarırsak hepimiz çıkarırızdır. Bu diyarda biri aç biri tok insana rastlanmaz. Sofra kurulur aç olan oturur. Karnı doyan kalkar. “Atın şu adamı sofradan” sözü Deliorman’da bilinmez. Son dönemde Kemallerde, Kubrat’ta, Torlakta ve Ak Kadınlar’da aramıza solucan gibi sokulan Ahmet Doğan hakkında “Atın bu adamı saraydan” haykırışı yükselmeye başladı. İşte bu nedenle olacak L. Mestan ve ekibinin Razgrad ziyareti tamamen sönük geçti. Olaylara bu açıdan yanaştığımızda biz Deliorman Türklerini “mücadeleci emsali” olarak kabul ediyoruz. 1989 Mayıs Ayaklanmasında en çok kurban veren onlar oldu. Büyük Göç çığı da Deliorman’dan koptu.
Bizi tanımayanlar var. Bulgaristan Türkü nasıl bir insandır? Bu sorusuna yanıtını Deliorman’da ararken, Türklerin bu topraklarda kişiliğinin nasıl şartlarda ve nasıl etkiler altında, nasıl şekillendiğini buluruz. Ataları bozkırların soğuklarına dayanan, atı evcilleştirip yollara dökülen, göçebe hayatı teşkilatlandıran, savaşlarda cesaret ve dövüşmeden öncü olan, yağmayı gören, harama el uzatmayan, Çinlileri ve Bizans’ı yenerek, Araplardan ibadet etmeyi öğrenerek bu topraklara gelip yerleşmişlerdir. Bu uzun yolda sırtında taşıdığı iyi komşuluğu, hayırseverliği, insan sevgisini ve hoşgörüyü Avrupalılara da sunmuşuz. Avrupa’nın ve Avrupacıların “medeniyet derslerine” de giderek uyum sağlamak şartıyla yanaşmış, geleneklerimiz, özgün kültürümüz ve din-ahlak konularında her zaman pasif direniş göstermişizdir.
Başka bir değişle, biz bu topraklarda Şeyh Bedrettin ile düşünerek, Nasrettin Hoca ile gülerek, Mevlana ile sema ederek, Yonus Emre ile duygulanarak, yerli aşıklarımızla türkü söylerken, Nazım Hikmeti bağrımıza basarak ve ardından birçok kendi şair ve yazarımızı yetiştirerek yaşadık. Güreştik, at koştuk, avradımız kadar toprağımızı da sevdik ve küfür ederek stres attık. Bu Topraklarda Hacı Bektaşi Veli sevgisi de yaşamıştır. Fatihi, Mimar Sinan’ı, Avitsena’yı, Filibeli Hilmi’yi, Pazvant Oğlunu, Osman Paşayı Mustafa Kemali düşündükçe hep yüreğimiz kabarmıştır. Alın teri hep bu topraklara dökülen ve atalarının kemikleri de bu topraklarda bulunan Deliormanlılar, evrensel anlamda dünya çapında insanlar yetiştirmiştir. Bu toprakta ve insanlarında doğal başarı mayası vardır. Bu da yeryüzünde öyle pek kolay bulunmayan bir şey değildir.
Bizim tarafımızdan her zaman sevilen kadınlarımız hakkında un eleyen, yemek yapan, çorap ören, turşu kuran, sarımsak soğan soyan, domates biber suyundan kış yemeği hazırlayan
sürekli temizlik yapan, ahır, samanlık ve ev arasında gidip gelen bir de ev ve aile işlerinin tümünden sorum olandır denirken, geçen yüzyıl eşit haklılığa uzandık, aile direği rolümüzü de örf adet usulü erkeklerin yürütüldüğü bilinir. Bu yaşam tarzında bencil ve agresif eğilimlere de rastlarız, dış dünyaya karşı güvensizlik bizde nöbet tutarken, ne olur ne olmaz hesaplarıyla yaşayan bir asırda 8 defa göçe zorlanan insanlarımızda uzun vadeli planlama olayı yoktur. Kanaatkar ve alçakgönüllü olan Deliorman insanı gururludur, bu arada bir az da kadercidir. Biz aşırı derece de meraklıyızdır. Böyle olduğumuzdan olacak mesela Başkan L. Mestan Razgrad’a gelmiş diye başımızı kaldırıp bakmayız, haber radyo bültenine düşse dinlemek için durmayız, inancımızda “olacağına varır” kanaati ağırlıklıdır. Böyle durumlarda biz bir de “neye gelmiş, istediği ne ola” gibi soruları doğal olarak sorulur, çünkü her gelen bizden bir şeyler istemiştir, alıp götürmüştür, halk alıp götürülenin geri gelmeyeceğine inanmıştır ve bu konuda uysaldır.
İşte böyle hep bizden, hep bizden aldıkları için, bizim kimliğimiz de artık soyula soyula dalsız ve yapraksız kaldı. Bu günden başlayarak yeni kimlik birikimimize ihtiyaç var. 21. yüzyılda en önemli vazifelerimizden biri bizi çevreleyen ve boğazlamaya çalışan dogmaları, batıl görüşleri bir yana iterek, kimliğimizi koruma davamıza daha kararlı devam etmemiz ve bu mücadelemizde başı çekecek cesaretli evlatlarımıza yol açmaktır. Kimliğimizden daha fazla ödüm veremeyiz.