Ertaş ÇAKIR
Hayat, elimizdeki bir kum saati gibi akıp gidiyor. Zamanın sesini duyuyor muyuz? Belki bir kısmımız dünden kalan izlerle meşgul, bir kısmımız bugünün telaşında kaybolmuş. Ama her şeyden biraz biraz alarak ilerliyoruz: biraz dün, biraz bugün, biraz ömürden ve elbette biraz da gönülden…
İnsan, çoğu zaman dünü sorgular. “Keşke”lerle dolu bir geçmiş, zihnimizi meşgul eder. Halbuki dün, bir öğretmendir; onun bize bıraktığı dersler, bugünü inşa etmek için kullanılır. Peki, biz ders almayı biliyor muyuz? Yoksa dünün ağırlığını sırtımıza yükleyip, bugünü de harcıyor muyuz?
Bugün ise bir armağandır, elimizdeki tek gerçek. Ama farkında mıyız? Günümüzü planlarla, işlerle, beklentilerle doldururken, o sessizce avuçlarımızdan kayıp gidiyor. Oysa bugün, bir an durup gökyüzüne bakmayı, bir dostla kahve içmeyi, bir çocuğun gülüşünü izlemeyi hak ediyor.
Ve ömür… Ömür dediğimiz şey, dünle bugün arasındaki ince bir çizgi aslında. Uzun mu kısa mı, kimse bilmiyor. Bir nefeslik süre içinde yaşanan koca bir dünya gibi. İnsan bu yüzden ömrünü neyle doldurduğuna dikkat etmeli. Para mı, mevki mi, yoksa sevgi mi? Çünkü sonunda yanımızda taşıyabileceğimiz tek şey, gönülden gönüle dokunan izler olacak.
Gönülden Yaşamak
Gönül… Hayatın özüdür belki de. Gönülden yaşamayan, hayattan ne anlar? Bir tebessüm, bir dokunuş, içten gelen bir dua… İşte gerçek zenginlik bunlardır. Gönülden yaşamak demek, sevgiyi pay etmek demektir. Bazen bir çiçeği sularken, bazen bir dostu dinlerken hayat buluruz. Ama gönlümüzü sıkıştırıp yalnızca kendimize sakladığımızda, o kurur.
Sonunda hepimiz şu gerçekle yüzleşiyoruz: Hayat geçiyor işte. İster yakalayalım, ister kaçırıp gidelim. Dünden, bugünden, ömürden ve gönülden aldıklarımızla biriktirdiğimiz anılar, bizden sonra kalan tek miras. Öyleyse, her anı dolu dolu yaşamalı, gönül kırmamaya özen göstermeli ve hayatın bize sunduğu güzellikleri fark etmeliyiz.
Unutmayalım, hayat bir yolculuk. Yolculuğun tadını çıkaran kazanır.