Ertaç ÇAKIR

 

Bulgaristan Türklerini “Bulgarlaştırma” politikasının 1989 Mayısında açlık grevlerinin yaygınlaşmasıyla taşa çarpması, hepimizi Bulgar ve dünya politikasının odağına çekti. Protestoların 6. günü olan 12 Mayıs 1989’da Sofya basın, radyo ve ulusal televizyonu tamamen susuyordu. “BTA” Haber ajansında çıt yoktu. Açlık grevlerine ilişkin en ufak bir haber sızdırılmasa da, dünya ajansları gün boyu bizi konuşuyordu.

Bulgar totaliter devlet politikasının yoğunlaştırarak tırmandırdığı saldırıların ana hedefinde bizi asimile edip yok etmekti. Yol haritasına, yapılan masrafa, asker ve ordunun el attığı bu olaylar, sözde daha 25 Aralık 1984 ile 13 Şubat 1985 arasında bitirilmeliydi. Ne ki, kimlik kartlarının değiştirilmesi ve nufüs belgelerden “Türk” sözünün silinmesi ve üzerindeki Türk isimlerinin Bulgar ismiyle değiştirilşmesiyle olay bitmemişti.

Bulgaristan devlet sınırları içinde yaşayan ve çok adil, namuslu, çalışkan, yardımsever, hoşgörülü ve sabırlı insanlar olarak bilinen bu azınlık 1878’den sonra 107 yıl boyunca kendilerine karşı uygulanan devlet politikasına karşı hiçbir şekilde ciddi bir itiraz ve direniş göstermemişti. Devletçe kendilerine uygun görüldüyse, onu sineye çekip boyun eğmişlerdi. Ancak zorla isim değiştirme olayı onlara çok dokundu ve değiştirdi. Sınırları dahilinde yaşadıkları devlet onlara devlet terörü uygularken, baskı ve terörü taşırdı. Günlük yaşamı dayanılmaz hale getirdi. Umutlarını yüzlerine kapadı. Vatanlarını Türklere zından etti. Acı olaylar çok can aldı. Büyük sayıda Türk’e eziyet edildi. Cezaevlerinden sakat çıkanlar çoktu. Zulümden nasibini almayan Bulgaristanlı Türk ailesi kalmamıştır. Sınır kapısı açıldığında Bulgardan ilk kaçanlar, durumları sözde iyi olan, BKP üyeleri yani iktidara yakın olanlar oldu.

Bulgar politikacıların kuzu postundan sıyrılıp kurt postuna büründükleri zaman, Türk ahalisinde çok derin ve esaslı değişiklikler başladı. Önce mukavemet duygusu uyandı. Dünyaları döndü. İsim değişikliğiyle Türk benliği ve kültürünün yok edilmesi, mezar taşları da sökülerek tarihe amansız ret ve saldırı gerçekleştirmesi, cami ve mescetlerin kapatılması onları mobilize ettiği gibi hepsinin ruhunu birden uyandırdı.

100 uyıldan beri şiddetlenen baskı ve terör uygulamasının Anavatan Türkiye’ye bile sığınma yollarını kapadığı ortaya çıktı. Zulümden kurtulmaları için direnişe geçmekten başka şansları kalmamıştı. Bir asır ikinci sınıf vatandaş statüsünde yaşadıkları gün ışığına çıkıp kafalarına dank dediğinde, statü değişikliğiyle gönüllü köle haline getirilmek istediklerini fark ettiler. Kölelerin karısı yoktu. Onların erkekleri de yıllardan beri zındanlarda çürütülüyordu. Kötürüm olmadan eve dönen yoktu. Aile bağları koparılıp, soy ağaçları budanıyor, adet ve gelenekleri nefes alamıyordu.

Açlık grevleri (Bulgar Anayasında ve yasalarında hiç kimsenin açlık grevi yapma hakkı yoktu, çünkü ortak mülkiyer ve politik iktidar herkesin olduğuna göre, kimsenin ona itirazda bulunma hakkı olamazdı) başladığında T. Jivkov’un totaliter iktidar çevresi kudurdu. 5 yıl ezdikleri Türkler ezilmemiş, suları çıkmamıştı. Kendileri gizlice ulusal direnişe geçmeye hazırlık görmüşler ve Türk olarak tarihte yaşamak için, açlıktan ölümevi tercih ederek, direnişe en ağır grevl şekliyle başlamışlar ve yılmıyorlardı. Evinin önünde, meydanlarda aç susuz oturarak mücadele eden ve dünyanın dikkatini üzerine toplamayı başaran bir Türkü öldürmek de akıllarından geçse bile, onlar ne öldürmekle bitecek ne de dünya susacaktı. Açlık grevleri Türklerin kollektif bir seçeneği olduğundan 6 günde birçok Kuzey ve Güney Bulkaristan iline yayıldığı gibiher yerde duyuldu.

Grev direnişine katılanların mantığı şöyleydi: Bundan sonra kaybedecek neyim kaldı! Türk bir onuru için yaşar! Bulgar onu da elimizden aldı! Kölelikten kurtulmak istiyorsan kendi kendine yardım et! Haklarını kendin koru, başkalarından hiçbirşey bekleme, bu konuda birşeyler yapacaksan kendin yap ve hemen şimdi yap! Hemen greve katıl. Yarın çok geç olacaktır!

Açlık grevlerinde başı çeken Türk öncüler, Bulgarların aşağılayıcı ve küçük düşürücü tavırlarına aldırış etmediler. Hepsinin kesin olarak inandığı büyük gerçekte, ya öleceğiz, ya zafer kazanacağız, inancı vardı. Grev direnişine katılanların ruhunda içinde bulundukları kara günlerin aydınlığa dönüşmesi umudu yaşıyordu. Bulgar canilerin onların kişisel ve ortak hayatlarına geçirdiği zehirli tırnaklardan mutlaka kurtulmak istiyorlardı. Geneleştirici bir ifadeyle Bulgaristan Türklüğünün her geçen günle ölüme biraz daha yakınlaştırdığını sezmişlerdi. Uçurumu gördükleri için diklenmeye karar vermişlerdi. Bu savaşımın kendileri için haklı olduğuna hem dış hem iç demokratik güçlerden destek bulacaklarına inanıyorlardı.

Direnişçiler köylü ve işçi, genç ve yaşlı, kadın ve erkekti, aralarında hamile kadınlar ve ufak çocuklar da vardı. Onlar kimseden öç almak istemiyordu. Öz haklarını talep ediyordu. Ata toprağı olarak bildikleri topraklarına, atalarının onlara miras bıraktığı emanetlere, asla ihanet etmeyeceklerine dua ve yemin ediyorlardı.

Onların derin inançlarında sabahı olmayan gece yoktu. Bu kararlı direnişle 5 yıldan beri devam eden zifiri karanlık geceyi yırtıp parlak bir sabah yaratacaklarına inanıyorlardı. Güçlerinin buna yeteceğine de inançları sonsuzdu.

Türk, İslam dini ve Türk milleti yoktur iddiaları yapay saçmalıktı. Yemlendikçe yolunu şaşıranlar, üç beş çöplük horozuydu ve kimse onları ne işitmek ne de görmek istiyordu. Türkleri kötüleyip karalayarak öcü gibi göstermek isteyenler, açlık grevleri devam ederken yerli ve yabancı dostlardan çok kibarca bir meydan dayağı yemiş ve ilk kez maskeleri indirilmişti. Onların maskeleri dosyalar açıldığında da düştü. Baş ajan A. (Dönek) onlara karşı 40 cilt ihbar yazmıştı. Ona da kızmıyorlardı, çünkü hesabının görüleceği zaman çok yakındır.

Türklerin sarsılmaz ve yenilmez bir ruhla ayaklanmayı seçtiklerini görenler sığınacak yer aramışlardı.En önmelisi de Bulgaristan Türklerini harekete geçiren kin ve nefret değildi. Grevci dolan meydanlarda sevgi ve saygı hakimdi. Onlar daha önce hiç karşılaşmamış, birbirlerini zor günde hiç görmemiş gibi güler yüzle birbirlerine sarmaşıyor, bayramlaşıyordu. İİsyan onların bayramıydı. Büyük bir sıcaklıkla kucaklaşıp, davaya sevgiyle ve omuz omuza sarılmışlardı. Açlik grevcileri ve onları destekleyenler Bulgar milliyetçiliğine ve totalitarizme meydan okuyordu. Sokak ve meydanlara dolan Türkler mertçe, karşı karşıya ve yüz yüze dövüşmeye çıkmıştı.

Kimsede din kini de yoktu. Hıristiyanlara karşı kin, nefret ve düşmanlık gibi duygular besleyen yoktu. Onların davası kutsaldı. Saflarında yer alanlar kardeşti.

Bulgaristan hepsinin ortak aziz vatanıydı. Eşikleri ve beşikleri orasıydı. Mezarları da orası olacaktı. Başına gelenlerin sebebi, itimat etmiş olmaları, sabırla beklerken, saldırılara karşı bugüne kadar ayaklanmamış olmalaıydı ki, artık İSYAN ATEŞİ YANMIŞTI!

Reklamlar