sevilcan-yuce Sevilcan YÜCE

Konu:  Vatan bir nostalji olduğunda.

Siz bizim tarihini kaybetme üzere olan, masal ve efsaneleri belleğinden sökülmüş bir halk olduğumuzu biliyor muydunuz? Bizde zamanın geçmesiyle ve insanlarımızın sürekli göç etmesi sonucunda doğaüstü doğan eserleri taşlandıracak öykümüz bile kalmadı. 50 yıl kendi tarihini yazıya dökemeyen, sesle okuyup kendini anlatmaktan korkan bir halk topluluğundan ne beklenebilir ki!

Bütün Avrupa şiirini ve yazılmış ve yazılmamış tüm Avrupa destanlarını bize her gün sesle okusalar, bizde Avrupalı bir şair zor çıkar. İnsan hangi havayı nefes alırsa onu geri solur. Bizim mayamız Doğu ile Batı arasındaki yok kesişinde tutulmuş ve biz ne Batılı gibi Batılı ne de Doğulu kadar Doğulu olabiliriz. Her insan için en güzel su doğduğu yerin kaynak suyudur. Ve bizi doğamıza, memleketimize, toplumsal kültürümüze bağlayan en güçlü araç efsanelerimiz, masallarımız, şiirimiz, edebiyatımız ve sanatımızdır. Bizim değerlerimiz nesnel sebeplerden dolayı sürekli kan kaybettiği için biz her gün, her yıl yeni bir düğüm köklerimize, yeni bir düşüm geleceğimize ve yeni bir düğüm de ulusal topluluk olarak kendi kendimize en sağlam bağlanma ve kenetlenme aracımızı kaybediyoruz. İyi kötüyü her fırsatta anımsayamaz ve anlatamaz bu bağlanmışlık nefes alamaz olur ve takatten kesilir.

Kırcaali dil, sanat, kültür çalış tayımızı düşünüyorum. Baskı altında kültür ve edebiyat olmaz. Taşıma suyla sanat eserleri yetiştirilemez. Bizim ürünlerimizin kendi toprağımızın, kendi ulusumuzun ürünü olma zorunluluğu vardır. Burada geçerli olan bakımsız ve çelimsiz olmaları değil, var olmalarıdır. Bu, sokağa çıkmaya, tutuklanmaya, hapse düşmeye korkan devrimcilik gibidir. Güneşten korkan çiçek olmadığı gibi, ölümden korkan devrimci de olmaz. Bu, aynı ders odasında Türk dili dersi veren ama saat arasında öğrencileriyle Türkçe konuşmaktan korkan öğretmen gibidir.

Çok kötü bizim kendi mitolojimiz yok gibi, varmış da biz vatan yolunca asırlarca yol alırken ağır gelmiş ve yolda düşürmüşüz. Dünya tarihinin en zengin mitolojisinin doğup öldüğü topraklar üzerinde yaşasak da, her kişinin kendisi doğup öldüğü gibi, mitoloji de son yoluna giderken beni arayıp bulamayana benim yardımım olmaz demiş ve öylece kaybolmuş. Bize 138 yıldan beri bu topraklardaki tarih sizin değil, bizimdir diyorlar. Bu, sanki aynı topraklarda 2, 5, 10 tarih, üst üste 20 uygarlık olamazmış gibi bir şey. Saçma toplayamazsın, ufaltma sayamazsın, diyenler bu durumu algılamış gibi. Bizim ele göğe sığmayan efsane kahramanlarımız olmamış olsa bile, 20. yüzyılda dünyaya diz çöktüren Lütfi Ahmetler, Naim Sileymanoğulları bizim evladımız değil ml? Yoksa bir kahraman ölmeden kahraman olamıyor mu? Bizim kahramanlarımızın kahramanlığını canlı canlı tartacak kantar, boyunu ölçecek, etkisini yazıp çizecek yazar, anıtını yontacak heykeltıraş yoksa kabahat benim kuşağımın mı?

“Herkes adam oldu bir biz olamadık”, sözü bizimdir. Halka mal olmuş kişilerin ruhu halkta yaşar ve o boyut ölçülemez! Bizim efsanelerimiz günlük hayat hikâyelerimizdir. Bizim efsanelerimiz radyo haberleri, çocuk masalları ve anlattığımız fıkralardadır.

Yaratıcılığımızın öz kaynağı Balkanla Ormanın birliği, vadiyle çayırın bütünlüğü, gülle dikeninin birbirine sevdası gibidir. Dikeni eline batmadan gonca gül açacağını kimse fark edemez. Parmak kanı gül rengine habercidir. Bizim oralarda yorulmak sevmek kadar zevklidir. Başak sürmüş yeşil ekin ve her dalı açmış gelincik denizinde kaybolmak sahile koşan köpüklü dalgalar içinde çırpınmak kadar güzeldir. Efsanelerimizde arılarla insanların çiçek sevdası, denize koşan ırmakların şarkısı, göçebe kuşların bereket çığlıkları, ayrılık ve buluşmanın hüzün ve sevinç deryası yaşar.

Memleketim

Doğduğum köy

Yolum düştü yıllar sonra

Uğrayım dedim

Şöyle bir çocukluğuma

Koştuğum harmanlara

Dere boyları,

Ayazmalar,

Akpınar,

İnek Kaya,

Bal tepe,

 

Yolsuz bir köy

Camsız evler

Çocuksuz mektep

Öğretmensiz okul

Komşusuz komşular

Hocasız cami

Kofasız kuyu…

 

Git gideli

Hepimiz değiştik,

Hiç birimiz eskisi gibi değiliz

Bırakıp kendimi anıların koynuna

Yola koyuldum İstanbul otogarında

Yürüdüm köy ortasındaki dut ağacına

Köklerinde saklamış bütün hatıraları

Ne kaldı değişmeyen diye sormaya

 

Bende saklı

Çocukluk hatıralarım

Yarım umutlarım

Güzel memleketim

 

Koyunlarımız inerdi

Güneş batımında

Bağlar başı toz duman

Koşar sürü köyümüze

 

Komşularım aklımda

Sıcak yaz gecelerinde

Tütün işi bitmiş

Yaşlılar bağdaş kurmuş

Kapı eşiklerinde

Kuyu başında gelinler

Kucağında bebekler

Koşuşurdu etrafta yetişenler

 

Elleri tütün katranından sıyrılmış

Kınalı ak yüzlü kadınlar

Hayat sevinci saçar

Sustukça gözlerim önünde

 

Köyümü bırakıp

Başka bir yere nasıl gittin be gardaş?

Bütün köyü sırtlayıp

Nasıl yürüdün be gardaş?

 

Köyümde tütün kokusu

Çeker beni o koku

Hem uyutur hem de

Şafakla uyandırır o koku.

 

Köyümün çamuru asfalt

Yassı taşları dik bordür

Kağnı arabası gıcırdar

Emin yürür öküzler

 

Kokmaz köfte kebap köyüm

Kokusu çörek hünerli ellerin

Yemeniler çiçek oya

Bindallı güzeli kızların

 

Gül derlemez köylü kızı saça

Dikenlidir bizim güller

Akkalabak çelenk her başa

Çiğdem, menekşe gelir saça

 

Bir demet tütünle gördüm

Sımsıkı kolların arasında

Çaktı gözlerinde kıvılcım

Aşk tutuştu tütün tarlasında

 

Bu toprağa kök salmak için

Ne savaşlar vermiş atalarımız

Unutabilmek mümkün mü

Olunca anının adı memleket

 

Ve köyümdesiniz hepiniz

Anılarımda yaşayanlar

Sokaklar evler tütümlük ve siz

Hepiniz her yerde benimlesiniz.

Reklamlar