Tarih: 15 Aralık 2018
Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu
Konu: “Hayallerin Hamalları” nın yazarı öldü.
             Paruşev’in İslam Beytullov ile dostluğu

Sofya’da hayat pahalı, zamlar birbirini kovalıyordu. Bir yazar ve şair edasıyla sokağa çıktığında, cebinde bir paket sigara olmasını, “Mavi Bölge” içinde lokantalarından birine oturup melon şapkasını ve şemsiyesini karşıya asıp oturduğunda bir küçük ısmarlayıp iki lafın belini kırmayı seviyordu. Onun bu tavrını taklit eden Vidin ve Rusçuk (Ruse) Çingeneleri de vardı ama onların ki, içeriksiz şekil, bir gösterişti.

Paro’ya, emekliliğinin başında hayatının tamamen değişeceğini söyleyenler olmuştu. Ne ki o birdenbire bu kadar dibe itileceğini, sefillerin yeraltı dünyasına düşeceğini, cebinde tramvay bileti alacak parası olmadığından saatlerce yürümek zorunda kalacağını, yürüdükçe tıknefes olacağını hiç düşünmemişti. Dairesi 5. kattaydı. Asansör yoktu. Gece dönerken dik basamakları çıkmak zordu. O tıknefeslik dese de, akciğerine kanser yuvalandığından haberi yoktu.

Komşusu Bay Mitko 80 yaşındaydı. Faşizme ve kapitalizme karşı mücadelenin eski tüfeklerindendi. General maaşıyla emekli olmuştu. Yedekten olduğundan dolayı, ayda birkaç defa evine koliler getiriliyor. Temel istekleri devletin gizli ödeneklerinden karşılanıyordu.

Bayramdan bayrama balkondan balkona kadeh tokuşturuyorlardı. Emekli olunca ateşi sönen Paro’nun katı bir yalnızlık dönemine girdiğini, sıkıntı kuyusuna düştüğünü ve yeni durumdan kendi başına çıkamayacağını ilk sezen komşusu oldu. Sabah ferahlığında balkonlarda yüz yüze geldiler.

Yaşlı adam, kalın sesiyle “Sana bir iş bulalım” dedi.

Paro, bu öneriye çok sevindi. “Olur!” anlamında baktı.

Yaşlı adam, “yazdığın kitaplar çok değerli, fakat Bulgaristan’da Çingene mahallesi kokusunu kitapta bile nefes etmek istemiyor. Piyasa yok, ilgi yok, devlet kör ve sağır, toplum tıknefes ve yoksul,” dedi.

Bir hafta sonra başkentin öğrenci kampüslerinden birinde gece bekçisi oldu. 700 (yedi yüz) leva alacaktı. “Yaşam perspektifi” açılacak, sigarasını yine içebilecek ve mayhoşken evine tramvayla dönebilecekti. Böylece “geçinemeyenler ve el açacak kapı da bulamayanlar” alt katmanında bir şair ve romancı olma utancından kurtulacak  ve daha küçük bir azınlık olan “zor zar geçinebilen” üst kattakilere katılacaktı. Ne yazık ki yalnız 2 ay çalışabildi.

İş başı yaptığı gece gözünü kırpmadı. Torbasına, İslimye’nin (Sliven) sırtını dayadığı “Koca Balkan” yamaçlarından Trakya şeftali bahçeleri ile üzüm bağlarına bakan “Medven” köy çoban Dalakçı’nın oğlu 1850 doğumlu Zahari Stoyanov’un kaleme aldığı “Bulgar Ayaklanmaları Üstüne Notlar” kitabının birinci cildini yanına aldı. Paro, okumayı seviyordu.  Gençliğinde “Medven” kilisesine girmiş, papaza verdiği 1 şişe rakı karşılığında komitacı ve yazar Zahari Stoyanov’un gerçek adını kilise sicilinden öğrenmişti: Cendo Cedev. O, Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’yi birleştiren bir Çingeneydi. “Bizden biridir” sözleriyle başlıyordu öykülemeye. Anlatırken gurur duyduğu belli oluyordu. Zahari Stoyanov, komitacı, politikacı ve yazar olmazdan önce, sırtında çoban torbası, Dobruca’da koyun kuzu ardında okumayı ilerletmiş, yazıyı düzmüştü. O, yaşadığı asrın yetiştirdiği en aydın çobandı. Yeni Bulgar tarihi onun yazdıkları üzerine bina edildi.

Paruşev, kitabı iki dilim ekmek ve bir parça peynirle koymuştu bekçi torbasına. Her şey başa döner diyenler haklı. Okuduğu birinci ciddi kitap ile ömrünün sonunda yeniden sarıldığı eser aynıydı. Okur ne hikmetse kendisini biraz komitacı yazarın yerine koyuyordu. O, Osmanlıya karşı Bulgarlarla birlikte başkaldırma bilincine yükselmiş bir Çingeneydi. Bulgaristan Çingenelerinin yeni devletin Anayasasında ve yasalarında hak ettikleri yeri almalarını sağlayamamıştı. Hatta işler deha da kötüye sarmıştı. Ayaklanmada yakılan evlerin çoğu sarıklı Çingenelerin evleriydi. Kulübelerse Bulgarlarındı. Kitabında sayfa sayfa yazmasa da Z. Stoyanov bu ayaklanma için Bulgar Komitaların İngiliz konsoloslardan para aldığını da biliyordu.

O, 1876 Nisanında ayaklananların komita başı yardımcısı seçilmişti. Tutuklandı. Diyarbakır’a düştü. Sağ sağlım döndü. İkinci ciltte “Bu topraklarda yaşayan Türklerin Vatan hakkına hiçbir asi el kaldıramaz! Bu topraklarda onlara her zaman yer olacak!” demişti. Aynı kitaptan okuyoruz: “ Halkımızın önder ve yurtseverlerinden hepsinin – G. Rakaovski, L. Karavelov, V. Levski, Hr. Botev, A. Kınçev, P. Volov, G. Bankovski ve diğerleri resmi Rusya’ya karşıydı ve biz bununla gurur duymalıyız. Rus kamçısının Türk kamçısından daha fazla acıttığını bildiğinden ötürü,  bu liderlerden hiç birisi Rusya’ya herhangi bir çağrıda bulunmamıştır.”

Bu satırları okuyanlar onu “bir işle” Paris’e gönderdiler. Bulgar Halk Meclisi Başkan vekiliydi. Orada bir otel odasında ölü bulundu. Nerede mezar olduğu biliniyor ama mezarının nerede olduğu bilinmiyor. Mezar taşında ne yazdığını gören yok. Birkaç ilk ve ortaokula Zahari Stoyanov adı verildi. Filibe’de (Plovdiv) anıtı dikildi. Bulgar meclis başkanlarının listesi olsa bile, meclis bahçesinde iki yanında güller açmış bir fikir babaları ve başkanlar yolu veya duvarında onları anımsatan bir levha, içinde dizi dizi fotoğrafları yok.  Bu gerçek Paro’yu boğuyordu. Bazen kendi kendine Bulgar Prensliği ve Doğu Rumeli’yi tüfek patlatmadan birleştirme fikri bir Bulgar’ın başından çıksaydı ne büyük bir anıt dikilirdi. Eserlerini okudukça kaynak suyu içmiş gibi ferahlıyor, iç çekiyor ve gurur duyuyordu. Bulgaristan Çingeneleri tarihinde en yüksek doruk oydu.

İslimye BKP İl Komitesi “Foto-Pres” merkezinde çalışırken o yıllarda Sofya’da Türkçe ve Bulgarca çıkan “Yeni Işık-Nova Svetlina” gazetesinin il muhabiri İslam Beytullov ile aynı odayı paylaştılar. Muhabir Razgrad’ın Brestovene köyündendi. Moskova’da okumuş, ileri görüşlü bir aydındı. Kazan (Kotel) Balkanında 12 Türk köyü vardı. Onları birçok defa birlikte ziyaret etmişler, fotoğraf çekip köylülerle hal hatır olmuşlardı. Beytullov güçlü bir kalemdi. Fotoğraflarla beslenen röportajları iz bırakıyordu.

1985’te Türker’in isimlerini değiştirme çılgınlığında İslam Beytullov bir gece evinden alındı. O zaratıcı kaleminin kırıldığı geceydi. Tutuklandı. Paro, dostunun dövüldüğünü işitti. “Belene” Ölüm Kampında atıldığında dostundan mektup aldı. Olayları birinci elden öğrendi. 1989’un yazında öteye geçen dostuna dur gitme diyen olmadı. Yıllar sonra görüştüklerinde o Ankara’ya yerleşti. Bulgarlaştırma süreci çilesini bir otobiyografik uzun öyküde, Bulgaristan Türklerinin çilesini de 2 hikâye derlemesinde orada toparladı. Son görüşmeleri Sofya’da oldu. Gece boyu dertleştiler. Aydınlarını ezen bir devletin yaşam hakkı olamaz noktasında anlaştılar. İslam Paruşev’in deli dolu gençlik yıllarının değerli dostuydu.

Yazar Paruşev Bulgaristan Türkleri trajedisine tanıktı. Birçok kaderi talihsizi şahsen tanıyordu. Sabri İskender ile Ali Ormanlıyı hemşerisiydi. İsim değiştirmeye karşı ve insan hakları ve demokrasi davasında mert öncü ve önder oldular. Siyasi tutuklu Koşukavaklı (Krumovgrat) Mustafa Ömer öğretmenle birlikte parti kurdular. İnsan Haklarını Savunma Örgütü – Demokratik Lig (birlik). Bu diriliş, insan hakları ve etnik haklarımızın mücadele örgütü oldu. Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanmasının ateşini yaktı.  Örgütleyen öncü örgüttü. Legal bir Kurucu Kongre çağırdı. Georgi Paruşev de İslimye’nin Ablanlar (Yablanovo) köyünde toplanacak Kongre’ye fotoğraf olarak davet edilmişti. Açlık grevleriyle başlayan ve 72 bin Türkün Mayıs direnişleri olarak tarihe geçen, Todor Jivkov’un devrilmesiyle sonuçlanan direnişlerin tarihsel önemi son derece büyüktür. Paruşev, 1985’in Ocak-Şubat Aylarında Bulgar Üçüncü Ordusundan tank ve zırhlılarla Ablanovo’yu ve diğer Kazan Belediyesine bağlı Türk köylerine amansız baskınlara karşı  şehitler verilerek verilen kahramanlık dolu direnişten hep gururla söz etti. Geceleri şehirde ışıkların söndürüldüğünü Bulgarların korkudan sokağa çıkamadığını, haksızlık ettiklerinin farkında olduklarını ve birkaç yıl sonra Üçüncü Ordu, milis ve baret güçleri dağılmadan huzur gelmediğini paylaşıyordu.

İslam Beytullov, Demokratik Lig örgütünü devrimci yükseliş dönemi örgütlenişinde öncülük eden, Batı radyolarını ve uluslararası insan hakları örgütlerini hak ve özgürlükler davasına katan Mustafa Ömer ve arkadaşlarını bütün kitaplarında Bulgaristan Türklerinin lideri olarak tanıtmıştı.

Yıllar sonra yine görüştüklerinde, karede resmi olan fotoğrafların hepsini dostuna hediye etti ve bir daha görüşemediler.

Paruşev ardında derin bir Türk dostluğu izi bıraktı. Bulgaristan’daki etnik ve kültür azınlıklarının birleşmesi ve hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, kolektif haklar ve sivil toplum uğruna cephe politikası geliştirilmesi gerektiğine derinden inanıyordu.

Onun algıladığı Bulgaristan’ın içinde bir ejderha vardı. O bu ejderhaya “kartogen” diyordu. Herkesin içinde var ve insan kendisini kendi kartogeninden kurtarmadan başkalarının hürriyeti için savaşamaz sözleri onundur. Bulgar halkının bu korkuyla kendi başına başa çıkamayacağını görüyor ve buna uyanıyordu.

O Bulgaristan’da medeniyetler çatışması olacağına da inanmadığı tekrar ederken, “medeniyet yok ki, çatışması olsun, biz Avrupa’nın fikir çöplüğüyüz, Londra’da yaşarken üretilen maya Bulgaristan’da tutmaz” gibi savları dile getirirken sesi sertleşiyordu.

Halkı uyandırmak için “Jitem” dergisi çıkardı. Hiç kimse okumuyordu. İnsanların okumaları için okuduklarını anlamaları gerekiyordu ki, Çingene azınlığı arasında bu tabaka yok denecek kadar ince ve etkisizdi. Hiçbir Çingenenin evinde üst üste konmuş 5 kitap yoktu. Çöp kofalarında bulduklarını ikinci hurdaya veriyorlardı. Bulgaristan Avrupa devletlerinin her bakıma çöplüğü durumuna getirilmiş, ne ki devlet ve hükümet, meclis ve yargı bunu kabullenmek istemiyordu. Adalet olmayan yerde demokrasi olamayacağına inanmıştı. Bulgar dini halktan koptuğu için ortada güçlü bir din yoktu, dinden başka ahlak yaratacak güç de yoktu. O, dalaverenin başkasının eliyle yapılmış bir ağır suç olduğuna inanmıştı. Adalet sisteminde reform mitinglerinin hepsine katıldı. Şu da vardı. O Bulgar varlığının Bizans’ın bir yansıması olduğu görüşüne katılmıyordu. Bin sene hukuk yaratan bir devletin günümüze yansımasının hukuksuzluk ve adaletsizlik olması mümkün değildi.

En büyük acısı memlekette hiçbir Çingene Okulu olmamasıydı.  Ona göre, ana dilde eğitimin zorunluğu olmadığı bir ülkede aydınlanma yolunda adım atmanın olanak dışı olduğuna kesin inanıyordu. Göbek atan veya horon tepen Çingene kızları sayısının artması yeni bir kültüre yanaşmamız anlamına gelmiyordu. Bulgar evirip çevirip zurnayı zurnacının götüne sokma yolu buluyordu. Özgür sanat yaratan Aziz’i 400 000 leva borçlu çıkardılar ve istediklerini yaptırıyorlar. Çingene savcı olsa, onu da hapishaneye tıkma taktikleri vardı. Azınlıklara karşı dikilen kartagenle başa çıkmnın yolu henüz açılmamıştı.

Paruşev bir Türk dostuydu. Türklerin öncülüğü olmadan Bulgaristan’daki Çingene kitlenin hiçbir başarıya ulaşamayacağına, göbek atılıp sürünmeye devam edeceğine herkesten fazla inananlardan biriydi.

Davasını gençlere bıraktı.

Mezarı nur olsun. O artık bir mezar oldu.

BGhaber.org sayfalarında buluşmaya devam edelim.

En iyi günler sizlerin olsun.

Paylaşmaya unutmayınız.

Sizin bildiklerinizi arkadaşlarınız da öğrenirse, hayat daha kolay olacak!

Reklamlar