Tarih – 18 11 2017
Konu: Bulgaristan’ı nasıl okumalıyız? 28 yılda olan nedir?
18 Kasım 1989’da yani diktatör Todor Jivkov’un devrilmesinden 8 gün sonra Sofya’da büyük halk mitingi yapılmıştı. Bu mitingde 370 pankart açıldı ve halkın istekleri yazılı şekilde dünyaya duyuruldu. 28 yıl sonra bu yazılı istekler 27 istek grup halinde toparlandı. Bunların yerine getirilmiş olması açısından bugünkü durum nedir. 2018 Bulgaristan gerçekliğini nasıl okumalıyız?
45 yıl yasaktan sonra düzenlenen birinci “özgür miting” bir kitlesel anti-komünist çıkış olmaktan fazla, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve devlet yönetimindeki imtiyazlı kadrolara (nomaklatür-elit) karşı düzenlenmişti. O tarihe kadar BKP yönetimine ve totaliter devlete karşı düzenlenen en büyük eylem Müslüman Türklerin Mayıs 1989 ayaklanmasıdır. Bu isyana 72 bin Türk katılmıştı.
Mitingin yapılmasına BKP’nin hemen değişen ve “değişim siyasetini benimseyeceğini” duyuran yeni yönetimi izin vermişti. Mayıs isyanında Türkler hiçbir makamdan izin talep etmemişlerdi.
20 yıl Hapis yatan ve Bulgarların İnsan Hakları Örgütünü Kuran İliya Mitev kürsüye alınmamış, konuşmasına engel olunmuştu. Hapislerde çürümüş Bulgar kesimi temsil ederek konuşan Petır Gogov ilk söz alan olarak “derileri duvarlarda sallanmalıdır” deyince kürsüden indirilmişti. Türklerin Mayıs direnişlerinde kişisel hesaplaşma yoktu. Yalnız politik ve kültürel istekler öne sürülürken en başta isimlerin, dini ve kültürel haklarımızın iade edilmesi, hapislerdeki tutukluların hemen serbest bırakılması, 1950 yıllarında Bulgaristan Türklerine tanına “kültürel otonomi” haklarının geri verilmesini, hak ve özgürlüklerini, okullarını geri istemişlerdi.
Sofya’da toplanan mitingde siyasi öz parlamadı. Toplananlar iktidar değişikliği operasyonu yapılırken “kansız operasyon için” sanki “cerrahlara” teşekkür etmeye toplanmışlardı. Bu miting “BKP’nin yönetici rolüne” saldırmadı. Bir tek Moskova’da başlayan ve M. Gorbaçov tarafından yönetilen “açıklık” ve “yenilenme” siyasetinden yana çıktı. Mayıs ayında ayaklanan Türklerin istekleri daha derin ve rejim değişikliği, demokrasi, adil ve özgür bir toplum istediğinden dolayı ve bu uğurda toplam 140 şehit verdiği için çok daha esaslı ve yön göstericiydi. İşte bu noktada, toplumsal yenilenme bayrağı kaldıran Bulgaristan Türk milli azınlığı ilk kez bilinç ve örgütlülük düzeyi olarak Bulgar ulusundan öne geçmiş, tüm etnik azınlıkların isteklerine siyasi öncü olmayı üstlenmişti.
Daha sonraki yıllarda Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in danışmanlarından olan Petko Simyonov bu mitingde en esaslı konuşmayı yaptı ve “Bulgaristan’da gelişmiş sosyalizm olarak tanıttığımız düzen bir sosyalist düzen olmadığını ve yerinde saydığını” belirtti.
Todor Jivkov’un devrildiğini ve ardında “çok ağır ekonomik, sosyal, politik ve moral sorunlar bıraktığı” belirtildi. Fakat bu sorunların başında Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların kimliklerinin yok edilmesi yarasının kanadığını söyleyen olmadı. Azınlıklardan yana bayrak kaldıran da olmamıştı. Konuşmacıların derdi imtiyazlı komünist güruhla hesaplaşmaktı.
Sofya mitinginde konuşan Jelü Jelev, Petır Beron, Blaga Dimitrova, Emil Kuşlukov, Hristofor Sıbev, Emil Kuşlukov, Evdin Sugarev ve başka demokratlar, mitingden sonra yaptıkları analizde katılan kitlenin “komünistlerle hesaplaşmaya hazır olmadığı” sonucunu çıkarmıştı. İşte bu doğru bir tespittir. 28 yıl süren “demokratikleşme” sürecinde Bulgar komünistlerle, cinayet işleyen katillerle, isimlerimizi değiştirenlerle, baskı, terör ve zulüm uygulayan güçlerle hesap kesilmedi.
6 ay önce Türklerin ayaklanmasından söz edilmezken 500 bin Türkün sınır dışı edilmesi de sorun edilmedi.
Demokratik güçlerin öncüsü olarak sivrilen, kendi köyüne 11 sene sürgün edilen Jelü Jelev’in okuduğu ve kabul edilen Bildiride şu istekler vardı:
1) Basın yayında sansürün kaldırılması;
2) Ajan dosyalarının açılması;
3) Politik mahkûmların salıverilmesi ve
4) Bulgaristan’ın bir demokratik devlete dönüştürülmesi.
Mitinge katılanların yükselttiği pankartların birinde “Hemen Yenilenme! Bugün Demokrasi!” yazıyordu. 2.5 saat süren ve 150 bin kişinin katıldığı bu mitingde, katılanların evlerinde el yazısıyla yazdığı bazı isteklerde “BKP dağılsın!” ve “Türk ahalisinin hakları tanınsın!” gibi yazılara da rastlanıyordu. Okullarda din dersleri olsun. Sofya merkezindeki adliye binasının Adalet Bakanlığına verilmesin ve 1879 Tırnova Anayasasının yürürlüğe konması gibi istekler de dikkati çekiyordu. Komünizme karşı sivil toplum ve direniş örgütlerinde birleşemeyen Bulgar halkının istekleri netleşmemiş, demokrasi mücadelesi programlaşmamış, Moskova’daki hava Sofya’da estirilmiş ve ülkemizin özgün durumu da doğru dürüst görülememişti.
18 Kasım 1989’dan günümüze kadar yürünen yolda ne kadar mesafe alınabildi?
1) Bizim kaderimizi oy birliği ile alacağınız kararlara bağlamayınız! Bu istek, 45 yıl boyunca BKP MK’nin oy birliği ile aldığı kararlarla halkın ve ülkenin kaderini belirlemesini reddediyordu. Ne değişti? Partiler son söz sahibi olmaktan alı konuldu. Toplum sol sağ ve aşırılarla merkez güçler olarak parçalandı. Tasama, yürütme ve yargı sözde birbirinde ayrıldı ve yasama meclis bırakıldı. Meclisi halk seçiyor. Fakat sivil vatandaşların ancak bireysel hakları olan toplumda seçmen meclisi denetleyemiyor. Sivil örgütlenme sınırlanırken, etniklerin kolektif hakları yasaklandı. Yasaklr anayasa ve yasalara girdi ve hak ve özgürlük davamızın yolu tıkndı. Bulgaristan Türklerinin hakları “hepimizi seçilmeden temsil eden Ahmet Doğan haininin eline verildi. O da halktan koptu. Saraya saklandı. Tüm isteklerimiz yüzüstü kaldı.
2) Emekçi yerine vatandaş olmak istiyoruz!
Yasalara göre Bulgaristan’da vatandaşlar sivil toplumda yaşasalar da insan haklarına saygı yoktur. Azınlıklarınmilli hakları tanınmamıştır. Bireysel kişi haklarını sözde garanti eden Bulgar toplumu, kolektif hakları tanımadığı gibi, bireyler arasında da seçim yapmakta ve seçtiklerini yedirip içirirken halkın sefaletine göz yummaktadır. Bulgaristan Türkleri arasında Bulgar istihbaratı ve devleti tarafından seçilen ve yedirilip içirilenlerin başında Ahmet Doğan, Lütfi Mestan, Kasım Dal, Orhan İsmailov, Osman Oktay, Güner Tahir, Ünal Lütfi, Güner Tahir, Ramadan Atalay ve daha birkaç kişi vardır. Bu kişiler dokunulmazlık altında olup, korumalı araçla dolaşır ve hiçbir iş yapmadan, ancı halkı aldatmak ve uyutmkla görevlendirilmişlerdir. Bulgaristan’da demokrasinin kök salmasını engelleyen kişilerdir.Hiç biri Mayıs 1989’da yapılan Türk İsyanına katılmamıştır. Bu tipler, ülkemizde sivil toplum örgütlenmesini de engelemiş ve engellemektedir. Onlar sözde demokrasinin imtiyazlı kadrolarıdır.
3) Hemen değişiklik istiyoruz. Yarım önlemler bizi boğuyor!
Bu istekse asla yerine getirilmemiştir. Devletin aldığı tedbirlerle toplum kutuplaşmış. Zenginler Avrupa Birliği’ne bağlanmış, paralarını Batı bankalarına kaçırmıştır. Bulgar toplumunun % 80’ni güçsüz, sefil, yoksul, ekmek parasına muhtaç, suyunu ve elektriğini ödeyemeyecek durumdadır. Toplumun azınlıklarını temsil eden HÖH partisi, onun meclis grubu ve diğer azınlık partileri aşırı sağcı faşist grupların ve iktidarın saldırına hedef oluyor. Bulgaristan’da yapılan değişiklikler, “değişmez ve yeri doldurulamaz bir güç olan öncü BKP” nin yerine güya Yurtsever Cephe’yi iktidara getirdi ve GERB ile aşırı sağcı grup arasında imzalanan ortaklık sözleşmesine göre, onların 3. Borisov hükümetinde aldığı 4 bakan ve 2 Başbakan Yardımcısını 4 yıl boyunca görevden uzaklaştıracak “güç” yoktur. Bu acı durumu ancak yeni bir seçim ve halkın ortak eylemleri gerçekleştirebilir. Şu da var, 18Kasım 1989’da “komünistlerin iktidardan düşmesi için yumruk sıkmayan mitingciler” bu günde faşistlere defolun gidin demiyor. Bulgar halkının hem komünist katillere hem de aşırı sağcı faşistlere hoşgörüsü düşündürücüdür.
4) Sansür, bulaşık çanağı yalayanlar, hainler basın, radyo ve TV’den dışarı!
Bu alanda bazı değişikler oldu. Özel basın yayın kurumları oluştu. Batılı güçler ve Moskovakendiş yayınlarını başlattı. TV çağında yaşıyoruz. Sofya TV’sinden işitemediğimizi Ankara, Moskova veya Lpondra programlarından izleyebiliriz. Çanak antenler, kablolu yayınlar, bedava dağıtılan basın pazara hakim oldu. En büyük güç hakline gelen propaganda araçları parası olanların, oligarşinin eline geçti. İstedikleri yayını istedikleri an durdurabildikleri gibi, beğenmedikleri gazetecileri sokağa atmaları da işten değil, Son olaran NOVA TV’den Ani Tsolova işten uzaklaştırıldı. Şoumen Slavi Trifon’un “halk oylamasından” sonra bacakları sallanmaya başladı, yayından alındı ve nihayet “ben uslu çocuk olacağım” sözleşmesi imzalayarak her akşam “bTV” de saat 10.30’da tatsız tuzsuz yayın yapmaya devam ediyor. Azinlık yayınları yasaklıdır. Bulgaristan’da merkez Türkçe gazete olarak yalnız FET’cuların “Sedmiçen Obzor” gazetesinin çıkmasına izin veriliyor. Radyo programı isteyenin dilekçesi kabul edilmezken, Türkçe TV programı da BNT -1 ‘de ancak her gün saat 16’da 10 dakika olarak devam edebiliyor. Hiçbir özel kanal Türk dilinde yayına başlamadı. Türkçemiz boğuluyor, Çingene dilinde yayından söz edenin dili kesiliyor. Bizdeki basın özgürlüğü ancak imtiyazlı dil olan Bulgarca için geçerlidir. Bizim ayrılığımız sınıfsal, politik, kast ve soy ayrışımı değil, dil, anadil, etnik kültür, halk bilinci ve birliğinden korkma temelindedir. Bulgar basın organlarında, radyo ve Tv programlarında çalışan Türk, Çingene, Pomak, Tatar, Gagavuz ve Ulah yoktur..
5) Memleketimizin gelişmesini frenleyen kurumsal komuta sistemi bozulsun!
Bu istek de gerçekleşmemiştir. Bulgaristan’da “geleceği olan şirketlerin sahipleri devlet tarafından seçilmiş” ve önleri açılmıştır. Onlar vergi kaçırabilir. Onlar KDV ödemeye bilir, ödese de geri alabilir. Onlar bankalardan kredi çekebilir, bazen bu kredileri geri de ödemeyebilir. Onlar işçilerin maaşlarını geciktirebilir, birkaç ay vermeyebilir. Onlar Bulgaristan’ı devlet olarak çökerten imtiyazlı eski komünistler ve evlatları olarak ezilen sefil halk kitlesinin üzerindeki kaldırılamayacak kadar büyük taştır, psişik baskıdır, zulmeden görünmeyenler ordusudur. Onlar memleketimizin her hücresini kemiren oligarşinin dayanaklarıdır. Totaliter faşist ve komünist omurga onların ana dayanağı olarak ayaktadır. Memleketimizin gelilmesini, özgürleşmesini, demokratikleşmesini 28 yıldan beri frenleyen işte bu totaliter cesettir. Satsan satılmaz, kaldırsan kaldırılıp atılmaz…
6) Herkesi savunan yasalar çıkarılsın!
Yasaların ve anayasanın değişmesi demokraside hukukun üstünlüğü sağlamak için zorunludur. Bulgaristan’da 4 anayasa çıkarıldı. Birincisi Prenslik-Krallık rejimi getirdi. İkincisi sosyalist demokraside komünist partisinin öncülüğünü yasallaştırdı ve hatta komünist partisinin yasaların üzerinde bir güç haline getirdi. Son anayasamız< 1991’de kabul edildi ve parlamenter demokrasi düzeni getirirken, memleket nüfusunun yarısını oluşturan azınlıklarımızın adını, isteklerini, haklarını, özgürlüklerini, kültürel otonomi hak ettiklerini yasallaştırmayı kabul etmedi. Bulgar yasaları Bulgarlar için geçerlidir denirken, isterseniz memleketi terk edebilirsiniz, isterseniz kayıt dışı yaşarsınız, zaten anayasada adınız esemeniz yok denildi ve “Bulgaristan Bulgarlarındır!” sloganı sükseltildi. Sivil toplum kurulamadı. İlan edilen sivil toplumda yalnız kişisel haklar olacak dendi. En büyük şahsi hak sahibi kişi ise Boyko Borisov oldu o beylerbeyi duruma geldi ve kişisel diktatörlüğe doğru adımlıyor. Herkesi savunan yasalar çıkarılmadığı gibi sivil vatandaş toplum hiçbir kimseye kolektif hak da tanınmadı. Son gelişmeler bizdeki liberal demokrat toplumda yaşayanların % 80’inin debil olduğunu ortaya çıkardı. Bunun anlamı da, tüm debillerin kişisel hak eşitliği olduğundan, sorun yok gibi bir gerçeklik ortaya çıktı ki, memnun olmamak elde değil. Zenginlerimiz de vergi kaçırmakta, soyup sömürmekte, kaçakçılıkta ve rüşvetçilikte eşit fırsat sahibidirler.
7) Feodal bir çiftlik mi yoksa hukuk devleti mi?
Bu sorunun cevabında hukuk devleti olamadığımız tamamen ortaya çıktı. Savcı devleti, polis devleti, bir itfaiyecinin başbakan olup hükmettiği bir devlet olduğumuz söylenebilir. Böyle bir devlette adalet, hukukun üstünlüğü, yasar karşısında vatandaşların gerçekten eşit olduğu hakikatten söylenemez, çünkü çökertilen bir devlette kodesi boylayan yok. 1997’de 15 banka kapandı, suçlu yok, yargılanan yok. Yani hukuk yok. 500 bin Türk memleketten kovuldu suçlu yok. 140 kişi kurşunlandı. Sorgu açılmadı. Yani hukuksal düzen yok. Bugün örneklerine bakalım biraz da. Türkiye sınırına tel örgü çekildi. AB’den bu iş için 168 milyon Euro alındı. İş, Haskovolu yeni-faşist bir “LTD” şirketine havale edildi. Bu şirket, 2 kat tel örgü yerine 1 kat tel çekti, her kilometrede delik bıraktı, kapılar araladı. Memleketimize giren kaçakların sayısı arttı, tutuklanan yok. Yani seçilmişler için “hukuk yok”, adalet yok, saya yok, yargı yok…
Feodal çiftlik miyiz sorusunun cevabı çok daha kolaydır. Bulgarlar feodalizmi Osmanlıda yaşadıkları için feodal düzen ve bu düzende adalet kuramazlar. Feodalizm tarım toplumuna ve kişisel yönetime ilişkin olduğundan, geri dönseler, ancak 1944 öncesi faşist düzene dönebilirler. Şimdi bu uygulama zaten gerçekleşiyor. AB’den tarımsal kalkınma için aldığımız yardım ve özendirme paralarının % 98’nini 100 seçilmiş “tarımcıya” vermişiz. Bu yüzü de iç işleri bakanlığı ve siyasi parti başkanları belirlemiş. Bu bakıma geçen ay GERB partisinden bir milletvekilinin Dobruca’dan Başbakan Boyko Borisov’a 400 kilo sucuk getirirken yakalanmasına şaşmıyorum. Bana da bavul dolusu para verseler ben de senede bir 400–500 kilo pastırma, kavurma, sucuk gönderirim. Alan belli veren belli bu işlerin bizde kanunu kuralı yoktur. Bu bakıma biz faşist-feodal kişisel derebeylik düzeni zaten kurmuş gibiyiz. Bu bakıma Borisov T. Jivkov’u geçti. İkincisi evde yemek yemediğinden gıda türünden rüşvet kabul etmezdi.
8) “Gastronom” – gıda dolu mağazalardan tebessümlü günleri yeniden yaşayalım.
1989’da Bulgaristan’da mağazaların rafları boşalmış ve kıtlık başlamıştı. Mitinge katılanlar yiyecek sıkıntısı sorununun çözülmesini istediler. Son 28 yılın ilk yarısında bu sıkıntılar devam etse de, bugün artık AVM sistemine geçilmesiyle, “Billa”, “Kaufland”, “Moll”, “Bauhaus” “Fantastiko”, T-Market” ve Euro Market” vb gıda zincirlerinin Bulgaristan’ın dört bir yanına yayılmasıyla bu sorun çözülmüştür. Çözüm bekleyen problem, halkın gelirinin düşmesi, Avrupa’nın en geçinemeyen, en yoksul ülkesi durumunda, en büyük sayıda işsiz olan ülkesi olmamızdır. Halk yoksullar “cennetinde” yaşamak istemiyor.
9) Aylıklarını değil, emekli maaşlarını açıklayınız!
Bu istek çok önemliydi. Çünkü BKP Merkez komitesinde çalışanlardan birçoğu maaşını partiden değil, güya çalıştıkları ağır sanayı tesisleri yönetim konseyi üyeliğinde alıyordu. Birinci sınıf emeklilik aldılar. Hayatlarını garantilediler. Bulgar Bilimler Akademisi üyelerinden bazılarına 3 bin leva emekli maaşı verildi. Generallere ve Amirellere tavandan yüksek primli emekli maaşları ödendi. Bu nedenle, en yüksek emekli maaşının bizde 700 leva olduğunu bilenler, özel emekli maaşlarının açıklanmasında direnseler de, dosyalar açıldı, ama emekli maaşları listesi açıklanmadı, gizli kaldı. Köylülere ise 130 leva emekli maaşı verildi. Şimdi de 2 milyon emeklinin % 80’nın 2018’den başlayarak 200 leva (100 Euro) emekli maaşı alacak. Sosyal uçurum çok derin.
10) İmtiyazlara son verilsin. Bakanların köylerine para akıtılmasın. 28 yıl önce ülkemizde imtiyazlı kesim için Merkez Komitesinde, Bakanlar Kurulunda, Bakanlıklarda ve Bazı kurumlarda hususi alış veriş merkezleri vardı. Bunlar kapatıldı. Yenileri açılmadı. Ticarette imtiyazlı olan kesim halka karışmak zorunda kaldı. Köylerde de insan kalmadı.
11) Kızıl zengin zümrenin paraları alınsın ve üniversite öğrencilerine burs verilsin!
Bu istek gerçekleşmedi, komünist zenginler arasında seçilenlere çuvalla yeni paralar dağıtıldı. Parti, Komsomol ve Bakanlıklardaki paralar seçilmişlere dağıtılırken, kalın enseli haylazlar (mutri) grupları oluştu ve onlar 1990 yılların sonlarında birbirini temizlerken 176 kişi öldürüldü ve diğerlerinden DPS-li milletvekili D. Peevski, Prokopiev, Zahariev, Borisov, Vasilev, Domusçiev vb oligarşi temsilcileri türedi. Onların paraları gasp edilmedi, artırmaları için kapılar aralandı. Şimdi mecliste talancı ve soyguncuların, yasa dışı yollardan zengin olanların yargılanması için bir yasa tasarısı görüşülüyor. Rüşvetle mücadele komisyonu ise henüz kurulamadı.Öğrencilerin durumu ise aynı kaldı.
12) Bulgar nasyonal-sosyalizmine hayır.
Daha 1989’da sosyalist toplum süzeninin yıkılmasından faşizm doğacağından korkanlar, daha ilk mitingde faşizme hayır demişlerdi. Demiş olsalar da tarihindeki kan lekeleri kurumayan İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO)1990’dan başlayarak derneklerde örgütlenmeye başladı. 25 adet faşist tabanlı sözde yurtsever hareket, kulüp, parti ve federasyon kuruldu. Bunların temelinde birleştiren etken Türkiye Trakya’sındaki topraklarını ve haklarını istemek oldu. Anti-Türk, anti-Türkiye, anti-Müslümanlık ve anti-İslam temelinde buluştular ve örüldüler. Yıllar sonra (2005) sol uçta “Ataka” anti-Türk, anti-etnik milliyetçi partisi kuruldu. Ardından yine ayni faşizan temelden sözüm olan “Yurtsever Cephe” belirdi ve birleştiler. Bugün 2 Başbakan yardımcısı, 4 Bakan ve 15 bakan yardımcısı bu güçlerdendir. İktidar ortağı oluşturdular ve Bulgaristan’da demokrasinin mezarını kazıyorlar, tek kişilik sınırsız haklara sahip diktatörlük için savaşım veriyorlar. Sivil vatandaş toplumunda milli azınlıkların kolektif haklarını tanımak istemeyen bu aşırı sağ güçler tek uluslu, yalız Bulgarca konuşan, azınlıkların etnik haklarından hiç birini tanımayan bir “demokratik” Bulgaristan için birleşmiş bulunuyorlar. Bu noktada ülkemiz faşizm yıllarına döndürülmeye çalışılıyor.
13) Benzin ucuzlasın, maaşlar yükselsin!
Bu konuda tam tersi oldu benzim hep zam gördü, maaşlar ise yükselme yolunu bulamadı. AB’de en düşük maaşlar ve emekli maaşları bizdedir.
14) Biz dün dönüştürenlerin bugün bir daha dönüştürmesine imkân tanımayalım! Bu da olmadı. Komünizmin yetiştirdiği kadrolar maske takıp ayakta kaldılar. Dosyası olanlar kamuda işbaşı yapamaz, dediler o da boşa çıktı. Krasimir Karakaçanov dosyalı ajandır, ama Başbakan Yardımcısı ve Savunma bakanı oldu. Bugün mecliste 86 dosyalı ajan var. HÖH partisi meclis milletvekili grubundan eksik olmadılar. Son seçimde (26 Mart 2017) 5 ajan DOST listesinde meclise girmeye çalıştılar. Mestan ile Doğan’ın ajanlıkları kitaplara konu oldu. Demokratikleşmemize ve özgürleşmemize, zenginleşmemize, insan gibi yaşamamıza engel olan hep onlardı.
15) Faşizme ve kapitalizme karşı savaşıma katılan günahkar neslin halkımızın önünde tövbe etmesini istiyoruz. Bu da olmadı. Bu kayıp nesille kişi başı 150-200 leva “kıdemli aktif savaşçı” maaşı veriliyordu. Bu paralar kesildi. Faşizme karşı savaşanlar ağır ve sıkıntılı yaşlılık geçirdi ve artık hemen hemen yaşayanlar arasından ayrılmış durumdadır. Onlara tanınan imtiyazlar evlatlarına geçmedi.
16) Sosyalizm metastazlarını (yayılmasını) önleyelim. Bu yolda önemli adımlar atıldı. BKP yasaklandı. Toplumdaki öncü rolü Anayasadan çıkarıldı. Malına mülküne el konuldu. Kooperatifçilik ve devletçilik dağıldı. Sosyalizmin sosyal sigorta kurumları bozuldu. Yerine tarımda mülklerin birleştirilmesi temelinde yeni tip kooperatifçiliğe geçildi. Sanayide özel sektör işletmeciliğine geçildi. Tıpta ve eğitimde etnik azınlıklar dışında özel kurumlar oluşmasına yol açıldı.
17) Gündöndü siyasetçilerden kendinizi koruyunuz. Partili bukalemunlar (hameleonlar) kahrolsun!
Bu da yapılamadı. Eski katillerin ipi çekileceğine bugün GERB partisinde buluştular. Komünist partisinin aktif üyeleri sosyalist maskesi taktılar. Demokratik Güçler Birliği (CDC) saflarından Volen Siderov tipi önce sol aşırı uç, ardından da sağ uç faşizan hareketlenmeler doğdu. Makedon savaş kaçakları ve göçlerinden (1912–1918) aşırı sağ faşizan tehlikeli oluşumlar belirdi. Gelip Bulgaristana sığındıkları yetmezmiş gibi bir de yerli unsur olan Türklere karşı saldırıya geçtiler. Bugün artık kendi kendini yenileyemeyen Bulgar toplumunda orta direk güç yoktur.
18) Komünizm dönüştürülemez, (reformla değiştirilemez) mutlaka tavsiye edilmeli (sökülmelidir).
Olay şöyle ki ne dönüştürülebildi ne de sökülebildi.
Gökten düşmüş bir meteor taşı gibi tarlanın (toplumun) ortasına uzanmış kımıldamadan duruyor. Söksen sökülecek vidası yok, çünkü insanların beyninin tam ortasına yerleşmiş. Kasım 2017’de yapılan bir ankette Bulgarların yarısından fazlası (% 55) komünizme dönmek istiyoruz demişler. İşsiz adamın karın tokluğuna köle gibi çalışmaya hazır olduğunu görüyoruz. GETTO-lara tıkılan insanların nefes almak istediğini görüyoruz. Üreyen kesimin çocuklarına özgürce bakmak istediğine tanık oluyoruz. Dilleri yasaklanmış kardeşlerimizin anadillerinde konuşmak istediklerine tanık oluyoruz. 28 yıl hurdaya çıkarılmayan komünist kalıt, toplumun sırtında baskın bir yüktür. Ağırlığı artıyor. Komünizm yıllarında Güney sınırımızı geçmen isteyenler kurşunlanıyordu. Şimdi devlet sığınmacıları soymak, paralarını almak için sınırda gedikler açmış. Fark nerede. Katil ile hırsızın ve soygunun cezası aynı olabilir. Ama ne suçlanan, he hor görülen ne de lanetlenip yargılanan var. Hatta bu işlerden zengin olan Valeri Simyonov gibi kişiler Başbakan Yardımcılığına kadar yükseldiler. Komünizmin köküne kibrit suyu dökülmesi için önce insanların dünya görüşü ve vicdanı değişmelidir. Bu, okullarda tarih dersi okutmamakla olmuyor besbelli.
19) Doğasına kıyılan ülkenin soylarına da kıyılır.
28 yıldan beri Bulgaristan doğasına kıyılıyor. En amansız kıyımı Çar II. Semeon 2001–2008 yılları arasında yaptı. Kocaman Rila Dağında ne kadar asırlık Çam varsa hepsini kesti ve Yunan tüccarlarına sattı. Ardından Pirin Dağı doğasına kıyıldı. Bansko’da kış sporu geliştirenler kayak alanı ve teleferik yolu açarken çamların ağalanışından etkilenmediler. Şimdi bir de 2. teleferik hattı açmaya çalışıyorlar. Dobruca’nın Balçık-kaliakra kıyısına Avrupa Birliği “Natura 2000” programı el atmış. Dobruca düzlüğünün alt katlarında kaya gazı arama lisansı Rus şirketlerine verilmiş, insanlar susuz kalacağız ve yok olacağız telaşı içindedir. Haskovo yöresinde kapanan madenlere toplanan sulardan baraj ve içme su kaynakları ağır metalle zehirlenmiş. Barajlarımız bakımsız. Mezdra yöresinde patladılar, bu güz de Burgaz ilinde 6 köy su altında kaldı. Felaketlerin önü alınamıyor. Bulgar soyu üremez oldu. İnsan topluluğu ve kültür olarak stop etmiş. Azınlık durumuna düşüyor.
20) Tiran Jivkov’un bukalemunlarını tutuklayalım
Bu konuda hiçbir şey yapılmadı. Katiller serbestçe dolaştılar, önce politikaya girmekten kaçındılar, fakat Bulgaristan’ın renk değiştirip Avrupa Birliği ve NATO üyesi olmasıyla yüreklendiler ve devlet katlarına tırmanmaya başladılar ve bütün devleti ele geçirdiler. GERB partisi ve sözde “Yurtsever Güçler” soya dönüş sürecinde” isimlerimizi zorla değiştiren, hapishanelerde ve sürgünlerde baskı ve terörü uygulayanlardı. Hiç birine hiçbir şey olmadı. Komünizm katliamları araştırılmadı, katiller tutuklanmadı, halk mahkemesi açılmadı, adalet dağıtılmadı, yaralar açık kaldı. Burada geçerli olan tez: katilleri koruyanlar katildir. Bu bakıma halkımız 28 yıl uyutuldu, yalandırıldı, yüzüne gül suyu sıkılarak gözlerini açması engellendi. Soya dönüş uydurması gerçeklerinin açıklanmasında en büyük engeli yaratan
HÖH lideri Ahmet Doğan haini oldu. Katillerle işbirliği yaptı.
21)Çernobil – Kozloduy.
Mitinge katılanlar Çernobil Atom Elektrik Santrali kazasından sonra Bulgaristan’ı kaplayan radyasyon dalgası harbinin halktan gizleyenler cezalandırılması istendi. Bu konuda da bir şey yapılmadı. Bulgaristan AB’ye girmezden önce 6 reaktörlü “Kozloduy” AES ‘de reaktörlerin dördü tehlikeli bulunduğu için kapandı, ikisi hala çalışıyor.
22) Suçlular yargılanmalıdır.
Mitinge katılanlar Bulgaristan’ı ekonomik, sosyal ve kültürel olarak çökertenlerin, halkı parçalayanların, işlenen katliamların sorumlu ve suçlularının tutuklanıp yargılanmasını istedi. Fakat olmadı. Moskova himayesine giren suçlulara HÖH ve BSP partileri kanat açtı. Onlara ekmek verdi. Onları gizledi ve hiç birinin kafasından tel düşmesine izin vermedi. Bugün de hükümette, mecliste, yargıda, polis ve savcılıkta oligarşiye hizmet sunuyorlar. Devlet çökerken halk ezilmiş, işsiz, aç susuz kalmış, 3 milyon kişi ülkeyi terk etmiş, köylr boşalmış kimsenin umurunda değil. Bu konuda savcılık tek dava açmadı.
23) Jivkov taraftarları aramızdadır.
Mitinge katılanlar Livkov çetesinden tüm kadrıların devletten temizlenmesini, atılmasını, onlardan hesap sorulmasını istese de onlar, gizlenmeyi başardı ve sonunda Jivkov’un birinci koruması olan Boyko Borisov 3. hükümetini kurdu, Türkleri devlet kurumlarından söktü ve haklarının tanınmasına her zamankinden daha sert bir tavırla engel olurken, Dobruca’da 120 bin Türk olu alarak başarı da elde etti. Bu konu geleceğimizi karartıyor. Türkleri parçalayanlar en büyük düşmanımızdır.
24) Kızıl milyonerlerin milyonları devlet tarafından gasp edilmelidir.
Bu da yapılmadı. Seçilmişlere çanta dolusu paralar yeniden dağıtıldı. Yeni milyonerler, onların arasından da oligarşi ve zengin kulis zümre yaratıldı ve bugün perde ardından memleketimizi idare ediyor. Çöküşü durdurmak kimsenin aklından bile geçmiyor. Seçilmiş kişilerden biri olan Boyko Borisov “mecliste uyuşturucu tacirleri var.” Meclise
girmek için “hapishanelerde para dağıtanlar meclis sandalyelerinde oturuyor” dese de aldıran olmadı. AB fonlarıyla milyonerlerin rengi ve para çantaları, kimlikleri değişti, sayıca azalırken kimileri çok büyüdüler.
25) Jivkov dinozoru tutuklanıp yargılansın, sürüsünden hesap sorulsun.
Bu istek güzel de Jivkov mahkemeye çıkarıldı, fakat ceza almadan kurtuldu. Katliam kararlarını, Türkleri, Pomakların, Tatarların, Ulahların, Makedonların ve Çingenelerin isimlerini değiştirme, dillerini yasaklama, dinlerini yasaklama, yaşam tarzlarını yasaklama kararlarını, göstericilere ateş aşma emirlerini sözde hep “kolektif almışlar” ve Bulgar yasalarında “kolektif suçlar için ceza öngörülmüyormuş”. Uydur uydur söyle. Karga karganın gözünü çıkarmaz! Birbirlerini kurtardılar. Suç ortakları da ceza almadı. Kahveden kahveye dolaşıp gün geçiriyorlar. Bugünkü ortam sol ve sağ liberaller arasında fark olmadığını, hainlerin de onlara hademelik ettiğini kanıtlıyor. “Devletin malı deniz yemeyen eşek” atasözünü seçkinler arasında uyguladılar. Halkı sofradan kovdular ve bir daha yaklaştırmadılar. Hiçbir katilin derisi duvara alılmadı.
26) Rüşvetçiliğe son verin, milyonlarını gasp ediniz!
Bu çok eski bir şiardır. Özgürlük sembolü olarak belirmiştir. Fransız devrimiyle doğmuştur. Geçen yüzyılın başında Bulgaristan’da rüşvet moda oldu. 100 yıl aldı yürüdü. Ne rüşvet alan doydu ne de adalet yerini bulup soyguncuların malına mülküne el kondu. Bu iş bugün de böyledir. En büyük rüşvetçiler bankacı ve politikacılar, avukat, savcı ve yargıçlardır. Bakanlar Kurulu rüşvet kazanı kaynayan yerdir. Yeni liberalizmin damarında dolaşan kan rüşvettir. Rüşvetle mücadele kanunu olmayan bir ülkede rüşvetle savaşım kazanılamaz. Rüşvet Bulgar demokrasisinin yağıdır. Yağlananlar Rüşvetten yağlanmıştır, işten değil.
27) Azınlık siyasetinin sosyal patlamaya dönüşmesine yol vermeyiniz. Sabırlı olalım! İnsan olalım. Allah ulusu değil, insanı yaratandır.
Bu alanda Bulgar makamları başarılı oldular. Aynı yılın sonunda Müslümanların isimlerini ve din haklarını iade ettiler ve dosyayı kapattılar. O gün bu gün başka bir hak elde edemedik. “Kültürel otonomi” istiyoruz. İşiten yok.
Yıllar geçti. O zaman korkak korkak adımlarla mitinge toplanan insanların yükselttiği istekler bugün radyo, TV ve basında tartışılıyor. Bir gün gelir belki hepsi çözülür. Fakat biz Türklere hak ve özgürlüklerimizin tepsi içinde sunulacağına inanmıyorum. Mücadele etmemiz gerek.
O zaman kürsüye çıkan şair Bayan Blaga Dimitrova “Todor Jivkov Bulgaristan’ı Güller Vadisinden, geri zekâlılar tımarhanesi haline getirdiğini” söylemişti.
Her şey çok değişti. Bugün okullarımızda çocuklarımız cahil kalıyor. Hastanelerden canlı çıkan çok az. Bu 28 yıl Bulgaristan azınlıklarını çok ezdi. Kimliğimiz koruma mücadelemizde büyük sayıda vatandaşımız dış ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Daha aktif, daha bilinçli ve ödün vermeden mücadele etmek zorundayız kardeşlerim. Bulgarlar artık kendi işlerini beceremiyor, bize verecek bir şeyleri kalmamış. Her şey göz önündedir. Saygılarımızla,