Tarih: 24 Ekim 2019
Konu:   Sözüm Karadayı’ya.  Tekrarlamakla eskiyi bugüne getiremezsin.

Yeni tip ırkçı Nazilerin (Cambazki’nin faşist sürüsünün) Batı Rodoplar’ın “Gırmen” belediyesinde Romanların evlerini yıktığı günlerde, dilini yutmuş gibi susan Mustafa Karada’yı  “Bulgaristan’a demokrasiyi Hak ve Özgürlük Hareketi getirdi,” dedi.
Ne var ki, çok rica ederim Türk Milletini bu kadar aptal yerine koymayınız, bu küflü yalanı Ahmet Doğan hainine yüklemeye çalışma lütfen.
Çünkü bakıyoruz “dil tutulması, tökezleme var”, Mustafa Karadayı’da  ve  Ahmet Doğan  demeden cümle kuramaz olmuş. Hain Doğan’ın adıyla başlayan cümleler, Rodoplu vatandaş için “ bu iş olmayacak” anlamı taşıyor uzun bir zamandan beri.  Karadayı,  bunu hala fark edememiş.  Kendi adına söyleyebileceğin bir şeyler varsa söyleyebilir ama anlaşılan yok. Halkımız kaygılı bakışları  “o şeytanı şişeye kapa!” anlamı yüklü. Önerimiz budur.

Mazlum halkımız 30 sene aldatıldı.
Yalanın uzayan kuyruğundaki sihir “Bulgaristan’a demokrasi nasıl geldi” sözlerinde gizli.  Şahsi görüşüme göre,” Bulgaristan’da demokrasi “ insan hakları uğruna ilk Türkün hapse düştüğü gün kapı çalmıştı. Her şey gibi demokrasi kavgası da bir süreçtir. Azınlıkların vatandaş hakları ve adalet mücadelesidir. Yüzlerce şehit düşmüştür.  Bulgaristan’da demokrasi kıvılcımını çakan 24 yıl hapiste kalan Nuri ADALI’dır. İçeri düşen ve zindanda körleştirilmeye çalışan aydınlarımız, öğretmenlerimiz, imam, hoca ve müftülerimizin başkaldırısıdır. Bulgar köylerinde ikamete zorlama, devlet terörü, sürgünlere, göçlere karşı direnişlerdir. Bu zorlama, 1958’den sonra Bulgaristan Müslümanlarını ezmek için çığ gibi yuvarlansa da  yenilgi ve zafer dalgalı biçimlerde gelişmiştir.

2019 yerel seçimi arifesinde olmamız münasebetiyle ve halkın istemediği, şimdiye kadar hiçbir iri rüşvet ve dev soygun olayını, milyarlık banka çöküşlerinin nedenlerini, daire ve apartman dalaverelerini, kamu ihalelerindeki dolandırıcılığı ortaya çıkarıp, suçluları içeri atmayan, gençliğinde Sofya Polis Akademisi mezunu Başsavcı Yardımcısı İv. Geşev’in Bulgaristan Başsavcısı atanmasına karşı başlayan protesto hareketleriyle SEÇİM KAMPANYASININ DURDURULDUĞU şu günlerde ülke gerçeklerini bir daha ele alma olanağı verdi.

Hainin uşağı Karadayı bu konuya değinmiyor.
Adaletten yana bir Başsavcı atanırsa “bize göz açtırmaz” diye korkuyor. Bulgaristan Türklerinin mücadelesini Ahmet Doğan hanesine kaydetme çalışmaları bilinçli ve hedeflidir. Hain-Ahmet Doğan fırsat bulsa geçmişimizi bütünüyle kendi hesabına geçirme gayretindedir. 1964 yılında Bulgar devletinin polis ve askerleriyle ilk önce  “Gırmen” belediyesine bağlı Ribnevo (Ribne) köyünü basmıştı. O köyde, çıplak ellerle isyan eden Pomakların (birkaç hane de Arnavut ve Boşnaklarla birlikte) 1964 yılında camiye ay yıldızlı  bayrak diktiğini söylemiyor. Köyün 3 ay tuzsuz, şekersiz, kibritsiz ve gazsız bırakıldığını hatırlatmak istemiyor. Bu kavganın insan hakları ve demokrasi kavgası olduğuna vurgu yapmıyor. Bulgaristan’da demokrasi mücadelesinin daha hain A. Doğan altına yaparken başladığını belirtmiyor.

Daha derinlere indiğimizde Batı Rodoplar’daki vatan hakkı, Müslüman gibi, Türk isimleriyle ve İslam’la, Müslüman gelenekleriyle yaşama mücadelesi daha 1912’lere dayanır.
Bulgarların Türklere, Pomaklara ve Osmanlıya karşı kükreyen silahlı çete saldırılarının etnik ve dini temizlik şiddeti daha o zaman başlamıştır. Bulgar Çarı Ferdinand, papazlar, hükumet silahlı güçleri ayağa kaldırarak 1913 yılında Mesta (Karasu) ve Arda nehri boylarında 250 bin Pomak kardeşlerimizin isimleri ve dinlerini değiştirmiş, camilerin minarelerini yıkmış ve camilerden kilise yapmıştılar. Bir sonraki parlamento seçimlerinde Radoslavov liberalleriyle o dönem Osmanlı devletinin Sofya askeri ataşesi olan Mustafa Kemal Atatürk arasında varılan bir sözleşmeyle, bu ilk yüz karası olay düzeltilmiş, haklar iade edilmiş, Bulgaristan’da kalmayı seçen Pomakların isimleri geri verilmiş ve din hakları da tanınmıştı.

Ne var ki, Bulgar devleti ve hükumetleri Müslüman nüfusun Bulgaristan’da yaşamasından ne sebeptense hep rahatsız olmuş ve onlardan topluca kurtulma yollarını hiç arasız aramıştır. 1939 yılında, Çar III. Boris yönetimdeyken, tek kişilik idarenin güçlenmesiyle ve İkinci Dünya Savaşı kapı çalarken, Sofya’da bir resmi devlet ve hükumet heyeti Moskova’ya gidip Sovyet diktatörü Y.V. Stalin’le görüşür. “Müslümanları ne yapalım?” sorusu masaya yatırılır. Stalin’in yanıtı: “Onlardan kurtulma yolu bulun!”

Bu gelişme Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük önder, Türklüğün ölümsüz lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonraya rastlar.
1913’te Atatürk’ün Sofya’daki çok yönlü diplomatik zaferlerinden sonra, kurduğu devletin 1925 Ankara Türkiye Bulgaristan Antlaşmasını imzalayarak Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların hak ve özgürlüklerini, gayrı menkul haklarını garanti altına almasından Bulgarlar rahatsız olmuştur. Bulgaristan Türkleri Türküye Cumhuriyeti devletinin himayesinde ve korumasında, derin gelenekleri olan, öz kültürlü, ufku açık bir azınlık topluluğu olarak sahneye çıkmıştır.

Moskova temasından sonra Bulgaristan Türk köylerinde “Atatürk gitti, iş bitti” sözü dolaşmaya başlamış ve gönüllü göç dalgası kabarmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle Bulgaristan’ın Üçlü Mihver adlı Alman, İtalyan ve Japon Paktına girdiği dönemde, Hitler sürülerinin Sovyet Cephesinde, Volga boylarında sıkıştığında, Hitler’in III. Boris’ten Doğu Cephesine Ordu çıkarma baskısı  yoğunlaşınca, Çar Boris’in aklından ilk geçen  “Bulgaristan Müslümanlarını doğu Cephesinde kırdırmak” olmuştu. Bu defa da, Türkiye devletinin savaş yıllarındaki aktif tarafsızlığı ve demokratik dünyadan yana olması, Bulgaristan Türker’ine sürekli arka çıkması dedelerimizin Rusya steplerinde telef olmasını engellemiş ve önlemiştir. Asla unutulmasın, Bulgar Çarı Ferdinand 1912’de Edirne saldırısına Deliorman Türklerinden asker toplamış ve cepheye sürmüştür. 1913’te Makedonya topraklarında yürütülen Dünya Savaşı çarpışmalarında 6 binden fazla Bulgaristan Türkü telef olmuştur.

Ne var ki, 1944’ten sonra Bulgaristan da savaş ateşine itilince, ilk kez olmak üzere, III. Bulgar devleti tarihinde, hepsi Müslüman olan Türkler, Pomaklar ve Müslüman Millet arasında ayrım yapılmıştır. Pomaklar ve Milletten asker toplanıp Hitlere karşı Batı cephesine sürülürken, Türkler ülke içindeki yol yapım ve tünel açma gibi işlerde kullanılmıştır. Bu nedenle Bulgaristan Türklerinin İkinci Dünya Savaşı şehitleri anıtı yoktur.

Bu ayrıntıya vurgu yapmamın nedeni ise, 1950 göçünden önce 2. Bir Bulgar devlet ve hükumet heyetinin Moskova’ya gidip Stalin’e ikinci defa “Biz Türkleri ne yapalım” sorusunu yöneltmesi olmuştur. Türk-Bulgar ikili anlaşmalarını rafa kaldırıp Sofya hükumetinin Ankara hükumetine “250 bin Türkü al!” demesinin nedeni de bu olmuştur.
1950-51 göçünden sonra, Türkiye’nin yüzünü tamamen Batıya çevirmesi,
NATO üyeliği ve birçok başka gelişmenin altında yatan bir sıra neden arasında hep Bulgaristan Türklerini yaşadıkları topraklarda rahat ettirme de bulunmuştur. Karadayı’nın köylülerle seçim mitinglerinde söylemediği gerçeklerden birisi de işte budur.
Yani Bulgaristan’da demokrasi davasının her zaman ortada bulunmasına değinmemesidir.  Bulgaristan Müslümanlarının barış, demokrasi, adalet, hak ve özgürlük kavgasının kökleri her fırsatta geniş ve uluslar arası boyutta görülmelidir.
Biz, dünya siyasetinin 1878’den beri odağındayız, Berlin Konferansında, 1919 Neully belgelerinde bizden söz edilir. 1909 İstanbul Antlaşmalarında ve 1925 Ankara Antlaşmasında Bulgaristan Türkleri önemli faktördür.
Hakları ve hükümlülükleri sıralanmıştır. 1929’da Bulgaristan Türkleri Sofya’da Birinci Milli Kongrelerini toplandı. Kolektif haklar, özgürlükler, eğitim ve kültür alanında daha geniş özgürlük istekleri dile getirildi. Türk ocakları ve turan ve sportif örgütler, öğretmenler ve zanaatkar ve zanaatçıların yerel ve bölgesel örgütlerine dayanan ilk politik örgütlenme ilhamı doğdu.
Bu kongrenin de etkisiyle 1937 yılında ülkemizde yaşayan Roman Millete politikleşme yani seçme ve seçilme hakkı tanındı. Bu kavga Pazar gün yapılacak seçimlerinde arifesinde ve kıyasıya devam etti.

Dobruca ve Deliorman’da İsperih (Kemaller), Dulovo (Ak Kadınlar), Nikolo Kozlevoda Belediye Başkanı, Muhtarlar ve belediye meclis üyeleri için son ana kadar (bugüne) tartışmalar dinmedi.
Dobruca ve Deliorman’da 1989 Mayıs Ayaklanması kokusu var.
Halkımız haklarını alamamanın acısını çekerken devlet partisinin baskısı artıyor. Bizi parçalamaya çalışıyorlar. Dr. Tabakov’un Belediye Başkanlığından meclise oradan da Varna hapishanesine atılması herkesi çok üzdü, üzüyor.
Bu yörenin köyleri Mili Türk kimliğimiz ve uyanışımızın ana ocaklarıdır.
Onun için 2018’de Avrupa fonlarından kişi başı yılda 100 levacık koklattılar. Avrupa paralarının dağıtımındaki adaletsizlik insanlarımızı eziyor. HÖH-DPS adaletsizlikten yana çıktığı için seçmene söz söyleyemiyor.
İnsanımızın, namus, adalet ve ahlak duyguları çok güçlüdür. Uşak Karadayı’nın halkın karşısında el kol sallaması etkili ol(a)maz.

GERP partisi Türk köylerini ele geçirmek için para akıtıyor.

Baskı büyük. Bu mücadelenin kıyasıya devam ettiği bir yer de Kırca Ali  belediyesi ve ilidir. Türklüğümüzün kalesi olan Kırca Ali Belediyesini ele geçirmek için, geçen ay yaptığı kazadan sonra taburca olunca Sofya’ya gitmeyip Kırca Ali’ye konan meclis başkanı Ts. Karayançeva, bol keseden vaat savurarak Türklerden oy istiyor. Oy isterse Kırca Ali Pedagoji okulumuzun binasını boşaltsın, Ayşa Molla çeşmesini kendi kaynağından suyu akıtsın. Gençlerin istediği stadyumun parasını belediyeye indirsin! Hani vaatle oy toplamak yoktu, hani çeşme, asfalt yol, cami masalları konuşulmayacaktı, hani mahalleye para dağıtılmayacaktı, hani grup önderleri kandırılmak için kenara çekilmeyecekti vs vs!
Rüşvete, soyguna, hırsızlara, ekmek teknemizi kıranlara karşı konuşan yok.

Kırca Ali’yi önce esir alıp sonra ardından bütün ili ele geçirmek istiyorlar.
Bulgar paketine paketlemek için son yıllarda cami inşaatlarına seyirci kalan, çeşme yapanlara göz yuman, bunar açanları görmezden gelen, mevlit okutanlara bir şey demeyen Bulgar GERB partisi kesenin devlet kesesinin ağzını da açmış, oy toplamaya çalışıyor amma başında hala bir Türk koymaya gönülleri izin vermiyor…

Şu asla unutulmamalıdır.

 Biz BGSAM olarak HÖH_DPS partisinin kusurlarını devamlı eleştirebiliriz, eleştirilerimiz sert de olabilir. Ahmet Doğan’in hain olduğunu her gün dile getiren biziz. Fakat biz Kırca Ali gibi kazanımlarımızın korunmasından ödün vermeyiz. Canımızı veririz ödün veremeyiz.
Bu sözlerim Cebelde Selatin Gökçe’nin verdiği kavga, Ak Kadınlar (Dulovo) ve Kemaller (İsperih)  ve başka kalelerimiz için de geçerlidir.  Politik mücadeleyi, hak ve özgürlük kavgamızı  yaratan ve ayakta tutan biziz. Biz nefes almasak, Ahmet Doğan’a Merhaba diyen Bulgar olmaz, uşak Karadayı’nın yeri de köyünde patates çürükleri ayıklamaktan başka bir seçenek olamaz. Bizim ölüm kalım davamız açısından ikisi de son derece cahil ve takat-sizdir. İkisi de Moskova ve Bulgar gizli devleti beslemesi ve uşaklarıdır. Ama bu oyun bitecek. Ve bu oyunu bitirecek olan siz seçmen kardeşlerimiz olacaksınız…

Bu nedenle Pazar gün yapılacak yerel seçimde Türklerin, Milletten kardeşlerimizin, Pomakları Belediye Başkan adayı HASAN AZİZE oy vermeye çağırıyoruz. Kırca Ali seçmeninden 6 bin oy koparan Lütfi Mestan’ın ateşi sönmüştür. DOST partisinin suyu çekilmiştir. Kavga partiler arası didişmeyi aştı Kırca Ali dava oldu.  HASAN AZİZE OY VERİP KIRCAALİYİ KURTARMA DAVETİNDE BULUNUYORUZ.
Ha bu arada Cebelde iyi yürekli iş adamı Sayın Sabahattin GÖKÇE’ye oy verilmesinde de ısrarlıyız. Bölge halkına karşılıksız el uzattığını herkes gördü. Bizler artık karşılıksız hizmet verenlerin peşine düşelim. Biz bu topraklarda kendi ırkı dışında olanlarla kardeş gibi yaşamayı tercih edenleri destekleyelim. Hepimiz bir birimizle beraber birlikte yaşamak zorundayız bunu herkes böyle bilsin. HERKES BİLMELİDİR. OYLARIMIZ SAMİMİ DÜRÜST BİZDEN OLANLARA OLMALIDIR.

CEBEL BELEDİYESİNDE OYLARIMIZ
SABAHATTİN GÖKÇE No. 67

Şu unutulmamalıdır. Moskova Bulgaristan Müslümanlarının başına Ahmet Doğan külahını geçirmekle kendi stratejisini izliyor. 1878’den 1945 yılına uzanan döneminde; 1945 – 1990 yılları arasında ve 1990-2019 yılları arasında Moskova’nın Bulgaristan Müslümanlarına ilişkin politikası, strateji ve taktiği farklıdır. Bu gerçeği şöyle açıklayabiliriz.

  • Çar Ferdinand’ın Bulgaristan Türkleri arasından seçilmiş bir yerli Türk

danışmanı yoktu. Oğlu Çar III. Borisi de Bulgaristan Müslümanları sorunları konusunda uzman danışmanları olmadı. Osmanlı devleti ve hanedanlığı devrilirken Fransa’ya kaçan, sonra da Viyana’ya, ardından Filibe’ye (Plovdiv) yerleşen ve daha sonra da Sofya’da ikamet eden “Osman Bey” gibi şahıslardan İslam ve yeri Müslümanlar konusunda nasihat aldı. Azınlıklar konusunda geliştirilmiş özel politikası olmadı. Hanedan yakınları Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı siyasi tavır kullanırken, Bulgaristan Türklerini Cumhuriyet devletine karşı bir silah gibi kullanma zihniyetinden vazgeçmediler. Bu önemli kaçakların malına-mülküne, mirasına, taşınmazlarına göz diken Bulgar devleti kimilerinin saçını Bulgar zindanlarında beyazlattı.

  • Önce “halk iktidarı”, ardından “sosyalizm”, daha sonra “gelişmiş

sosyalizm”, “komünizm” dediğimiz ve sonunda bizdeki sosyalizm Bulgar faşizminin biraz düzeltmeli ve güzellemeli devamıdır ve “totalitarizmdir”, “totaliter komünizmdir” diye anlattığımız 1944-1989 döneminde, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) dışında siyasi partiler yasaklanmıştı. Monarşi faşist yıllarda Bulgaristan Halk Çiftçi birliği (BZNS) üyesi olan Bulgaristan Türkleri ortada kaldı. (BZNS) budanmış, 1944’te 786 bin üyesi olsa da, bu rakam 140 bine düşürülmüştü.  1919’da iktidar olan, 1923’te askeri darbeyle devrilen Çiftçi Partisinin Müslüman nüfus arasındaki saygınlığı yüksekti.  BKP Türkleri yürütmeye (hükümete) yaklaştırmadı. Meclisteki 15-16 Türk milletvekili BKP siyasetini yürütmeye yeminliydi. Türk yargıç, savcı ve avukatlar parmakla sayılacak kadar azdı. Devleti, hükümeti, yargıyı ve yasamayı yöneten BKP idi. İl komitelerinde birkaç partili vardı. Partinin devlet terörünün öteki adı olan totalitarizmin yönetim aracı ise “DS”- gizli polisti. Moskova, BKP, Bulgar, devlet birimleri ve “DS” arasındaki ilişkileri yönetip yönlendiren güce (örgüte)  “Altıncı Şube” idi. İşte böyle bir siyasi ortamda BKP, azınlıkların yönetimini etnik azınlıklardan bazı temsilciler eliyle gerçekleştirmek için bazı atamalar yapıyordu. Bu “ajan kişilerin” önemi o kadar büyük olacak ki, 1990 Büyük Millet Meclisi (BMM) Seçimlerinde seçilen 24 milletvekilinden 6-sının “altıncı şubeli Türk” olması çok önemlidir. İlgi çekici bir özellik ise, devletin HÖH-DPS listesinden 1990 BMM seçimlerinde HÖH-DPS milletvekili adayı olarak gösterilmeleri için Şükrü Tahir’e  (Orlin Zagarov), İsmail Cambazov’a, İbrahim Yalamov’a ve daha birkaç aydın kişiye teklif götürülmüştür. Bu tekliflerin kabul edilmemiş olmasından doğan gerçek nedir?

Örneğin BKP Merkez Komitesinde Romenler Şubesine atanan İvan Kolev, İslimyeli (Sliven) bir anti-faşistti. Sofya Makine Fabrikasında Genel Müdür görevine işte gözüküyor, fakat BKP MK azınlıklar bölümünde çalışıyordu. Pomaklardan sorumlu görünenlerden biri Boris Avramov’tu. Türk azınlığı şubesinde Ali Rafiev, Ahmet Arunov, Elmaz Tatarova, Salif İlyazov gibi Moskova Parti Akademilerinde eğitim almış kadrolar görev aldı, Merkez Komitesi (MK)  üyeleri ve üye adayları vardı. 2001 yılına kadar Bulgaristan Türklerinden Bulgar hükümetinde bakan ya da bakan yardımcısı, polis amirliği müdürü, banka müdürü, silahlı kuvvetlerde subay, general, üniversite profesörü, akademisyen vb olmamıştır. Türklerin devlet görevi alması için BKP-li olması ya da “DS” ajan kadrosuna takılmış biri olması şaşmayan bir şarttı. Türkleri yöneten BKP ve kurduğu rejimdi. Türkler.  1989 Mayısında zulme ve terör rejimine karşı ayaklandık.  Totaliter komünist rejim daha devrilmezden önce (Haziran 1989’da” direniş sürecini yarı legal ve legal yollarca yöneten bir İnsan Hakları Örgütü olan “Demokratik Lig” kurucu Başkanı Mustafa Ömer “Almanya’nın Sesi” Radyosunda yaptığı konuşmasında Bulgaristan kamuoyunu “yuvarlak masaya” çağırdı.  Todor Jivkov devrildikten sonra, Sofya’da Polonya örneği “yuvarlak masa” kuruldu, fakat toplam sayıları 50’den fazla olan Türk direniş örgütlerinden hiç biri  “yuvarlak masaya” davet edilmedi. O zaman DPS yoktu. Halkımız kendi iradesiyle ve direniş ruhunun şahlanışıyla zafer kazanmıştı. Türk iradesini kırmak isteyenler ayaklanan Bulgaristan Türklerini göçe zorladılar. Amaçları tek milletli Bulgar devlet dengesini korumak ve azınlıkların öncüsü ve esin kaynağı olan Türklüğü ezmekti. O zaman Moskova şu sonuca varmış olabilir: Türkler politik sahneden indirilirse, Bulgaristan’da komünist ve Rusofil zihniyet yok olabilir öngörüsü ağır bastı. 04 Ocak 1990’da DPS partisinin “kurdurulması” nedeni budur. Bu açıdan değerlendirildiğinde Ahmet Doğan Moskova uşağıdır. DPS’nin kurulması, Bulgaristan’da demokrasi kurma yolunu açmak değil, engellemek amaçlıdır.  Bu etkinlikler “Multi Grup” işlevleriyle örtüşür.  Bulgaristan’da demokrasi yolu, Bulgaristan Türkleri tarafından döşenmiş, DPS liderliği tarafından 30 yıldan beri engellenmektedir. İşte bu bakımdan Mustafa Karadayı’nın seçim toplantılarındaki “demokrasiyi DPS getirdi”  iddiası kabul edilemez, yanlıştır. Geriren ve yaşatan Bulgaristan Müslümanlarıdır. DPS “demokrasi zehridir.”  Olay böyle anlaşılmalıdır.

  • 10 haziran 1990’da yapılan çok partili parlamenter seçimlere il kez

Bulgaristan Türkleri ayrı bir partiyle (DPS), kendi başlarına, sözde “bağımsız” girdiler. O zaman hiçbir kimse DPS partisinin Bulgaristan Müslümanlarını daha öte eritmek ve asimile etmek için kurulan yeni tuzak olduğunu düşünememişti.

Bu bakıma biz “Bulgaristan’da demokrasi yok” derken, yerel seçimlerin bir demokrasi unsuru olduğunu reddetmiyoruz. Monarşi,  faşizm, sosyalizm ve totalitarizm yıllarında (1878-1989) 110 yıl boyunca muhtarlar, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri atanıyordu.

1991 Anayasasıyla Bulgaristan’da en fazla oy alan seçilir (majoriter) seçim usulüne uygun yerel seçim sistemi yasallaştı. 1879’dan beri Bulgaristan Prensliğinde, Çarlığında ve Halk Cumhuriyetinde Belediye Başkanı Türk atanmamıştı. Bu bir imkan oldu ve 34 Belediyede birden Türklerin ağırlığı kendini gösterdi.  Bu yasada birçok değişikler yapıldı. Belediye başkanı, muhtar ve belediye meclis üyelerinin örneğin DPS partisinde hain “fahri” başkan A. Doğan tarafından onaylanması, demokratik seçim kurallarına indirilmiş balta darbesidir. 1990’da Türklere tanınan özgürlük yerel seçimlerde istedikleri kişileri seçme özgürlüğüydü. DPS bu hakkı Türklerin elinden aldı, kısıtladı ve baltaladı. Doğan’ın “sarayda”  adayların listelerini belirleme zahmetinin anlamı budur. Üstelik, “hain başkan” meclis üyesi adaylarının sıra numaralarının işaretlendirilmesini de “tanımam” diyerek, halkın iradesini bir daha rafa kaldırmış ve Bulgaristan Türkleri üzerindeki “DS” – “DANS” ve Moskova ağırlığına şu seçimde de hayat hakkı tanımıştır. 42 gizli polis ajansının aday gösterilmesi de iddiama kanır olabilir. Bu bakıma Karadayı “dayıma” sözüm şudur: DPS-partisi Bulgaristan’daki demokrasi düşmanlarından biridir. Bu bakıma sizi uyarıyoruz, halkımıza yalan anlatmayınız, gün gelir geri çarpar.

Geçelim konumuza,  politik parti ve partiler kurulmasıyla Bulgaristan Türklerine yasama organı parlamentoda grup olarak yer alma hakkı tanınmıştır. Fakat parti grubunun görüşü, Moskova’dan gelen (dikte edilen) ve hain fahri başkan tarafından dayatılan ve popülist kafasız Karadayı tarafından zehir gibi halkın zekasına ekilmek (aşılanmak) istenen yarım, eksikli, özü yansıtmayan, halkın zekasını körelten fikirlerdir. Bu bakıma bu meclis grubunun son 30 yılda Bulgaristan Türklerini uyandırma açısından oynadığı rol “0” (sıfırdır). Kim nasıl isterse öyle anlasın. Bu bir gerçektir. A.Doğan’ın günleri sayılıdır. Demokrasi mutlaka gelecektir. Bu amaçla kadrolarımızı hazırlamak – öz vazifemizdir.

Konuma devam edeceğim.
Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler.
Selamlar.

Reklamlar