Levent RASİM
Başbakan Borisov: “Değişiklik isteyen halk benden akıllıdır.”
Bulgar toplumunu ilgilendiren en önemli olan fakat bir türlü çözülmeyen siyasal sorunlarla ilgili halkın tutumunu belirlemek için 6 Kasım 2016 günü başvurulan halkoylaması kamuoyunda deprem etkisi yaptı. Üç buçuk milyondan fazla kişinin katıldığı bu genel oylamada Deliormanlılar da aktifti. Referandumda oy kullananlar Bulgaristan Cumhuriyetinde siyasi siysem değişikliği isteklerine katıldılar. Farklı bir ifadeyle yurtta ve yurt dışında oy kullanma hakkına sahip seçmenler 27 yıldan beri gele gelen yanlış olduğuna inanılan siyasi yönelimin durdurulmasında birleşti. Hükümeti en yumuşak bir tavırla istifaya davet etti. Meclis dağılsa iyi olur dedi. Halkın gösterdiği adaylar arasında en fazla oy alan kimse o seçilecek dedi. 120 kişilik yeni bir halk meclisi seçilmesi uygun olur işareti verdi.
Bundan 27 yıl evvel 10 Kasım 1989’da, totaliter komünist rejimin başı Todor Jivkov’un alaşağı edilmesiyle başlayan ve özü değişmeden ancak şekilsel rötuşlarla bugünlere gelen, “geçiş dönemi”, “demokrasi”, “Pazar ekonomisi” gibi kavramlarla tutunamayan süreçlere Bulgaristan halkı hep bir azdan “olmadı” dedi. Bizim doğruluk anlayışımızda “İlahi Adalet” gizlidir. Köylü dilimizdeki “horoz ötmese de sabah olduğunda insanlar uyanır” aynı anlamı taşır. Bu bir inançtır. Yazıma Halk Jürisi (halk hakemliği) başlığı bu anlamı taşır.
Halk olmayanı oldurma yolunu bulur.
Girişin uzunca olma nedeni ise, aldığım elektronik haberlerdir.
Tarlamızda toplanıp atılacak çok taş, çıkartıp yakılacak çok kök, çöp, sap olduğu inancım güçleniyor onları okudukça.
Siyasi parti DOST-Smolyan, Fransız klasik Victor Hügo’dan şunu seçmiş: “Ağaçlar gibi yapınız: Onlar yapraklarını döküp yenileriyle değiştiriyor ama köklerini her zaman koruyorlar. Siz de fikirlerinizi değiştirin, fakat ilkelerinizi korumayı başarınız.”
Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 27 yıldan beri bunu yaptı. Ağacın komünist-polis köklerini ve hafiye dallarını yaşatmaya çalıştı. Meyvelerini topladı. Yediler sattılar. Yapraklarını rüzgârlara bıraktılar. Yazılarımdaki “değişen bir şey olmadı” sözlerimin anlamı budur. Artık “değişim” deyen ve bir de değişimin özünü kavrayamamış dost kardeşlerimi görüyorum. Bizim davamızda yaprak değişimi anlam taşımaz. Söz konusu olan özellikle siyaset sisteminde ve insan ve etniklerin hakları konusunda köklü değişimdir. Bizi HÖH-DPS’den farklı kılan budur.
Deliorman’da yağışlı ve rüzgârlı geçen son günlerde ağaçlar yapraklarından oldu. Kış yine kapı çalıyor. Ben 9 yaşındaydım. T. Jivkov parti ve devlette aldığı tüm görevlerden gönüllü olarak değil halkın isteğiyle bir son bahar yaprağı gibi kopmuş ve düşmüştü. Kimse ağlamamış ve kimsenin yüreği paramparça olmamıştı. Onu dalından, gücünden ve emellerinden koparan halktı. Halk ondan güçlü olduğu için yapabildi bunu. Biz Türklerin ve Müslümanların 1970’te başlayan ve kimliğimizi savunmak için yürüttüğümüz kararlı, inançlı, sabırlı direnişlerimiz, 1984 – 89 çok ağırlaştı, unutulmaz çilemiz oldu. Uzatmamak niyetiyle başımıza gelenleri ozan Ahmet Kaya’nın şu sözleriyle hatırlayalım:
“Sırtını ağaca yaslar susarsın,
Ağaç yeniden yeşerir beklersin!”
Beklediğimiz Türklük ağacının yeşermesiydi.
Fakat yeşeren ağaç bizim ağacımız değildi.
Totaliter komünizmin devlet ağacıydı.
Dikenliydi. Meyveleri zehirliydi.
Gölgesi de gölge değildir.
O gölge bize memleket olamadı.
Söylediğimiz şarkılar hep veda şarkısıydı.
6 Kasım 2016 sabahı üç buçuk milyon Bulgaristan vatandaşı sandık başına giderken aba altına kazma kürek, bıçkı ve satır gizlemişti sanki. Onlar 27 yıldan beri bahardan bahara yaprak değiştiren, verdiği meyveler yenmeyen, dikenleri yürek delen, gölgesinde biz Türklere ve Müslümanlara yer olmayan bu ağacı kesip köklerini söküp ateşe atmak için yürüyorlardı. Her biri ötekinden sesiz ve sabırlı ama son derece kararlıydı. Tarihin tanıdığı en güçlü silahla savaşa –oy kullanmaya- gidiyorlardı. Demokrasi silahı, oy hakkını kullandılar. Siyasi sistem değişecek dediler. Kazanacaklarından emindiler. Aynı sandıkta aynı amaçla buluştular. “Başa geçiyoruz” dediler. Tarihe hâkim olmakta kararlıydılar. Türkiye’deki yakınları, dostları, arkadaşları, akranları yüreklerindeydi. Dava otaktı.
Üç gün düşünüp taşındıktan sonra Bulgaristan Başbakanı B. Borisov, TV’ye çıktı: “Yüksek Seçim Komisyonu kabul etmese bile biz halk oylaması sonuçlarını kabul ediyoruz.
Mecliste, siyasi sistemin değişmesi anlamına gelen
- Milletvekillerinin parti listelerine göre değil, en fazla oy alan seçilir (majoriter) usule göre seçilmesine;
- Devlet tarafından genel seçimde aldıkları her oy için partilere verilen karşılıksız 12 levanın 1 (bir) levaya indirilmesine;
- Bulgaristan halk meclisinde milletvekili sayısının 240’tan 120’ye indirilmesine en büyük siyasi güç olarak GERB partisi milletvekilleri oy verecek, halka karşı hiçbir yapılamaz,” dedi.
Ardından Bulgaristan Cumhuriyeti Ombudsman’ı Maya Manolova 2017’nin Mart sonu Nisan başında yeni yasalara göre erken genel seçim yapılacağı haberini il duyuran oldu. Devlet erkânının halkın iradesine “evet” demesi, siyasi yaşamımızda bir ilkti, bir sayfanın kapanması ve yeni bir sayfanın açılması anlamındaydı. Kuşkusuz yeni siyasi sistemin anayasası, yasaları, kuralları olacaktır. Bunlarda önce kafalarda, sonra bilgisayarda yazılacak, tartışılacak, meclise sunacak ve onaylanacaktır. Halk, bu defa ruhsal ve zihinsel olarak bir ortak bilinçte buluştu. Çakışan halk iradesi güç kaynağı oldu. Şu an “Ağladıkça, her şey kökten değişecek. Güneşi tutacağız, göreceksin” deyen ozanı hatırladım bir daha.
Tabii biz burada köylü kasabalı halk arasındayız ve “geçmiş, bugün ve gelecek” tartışmamız sabah kahvesiyle başlar. Şapkayı geriye itip konuşmak kolay! Anlatmakta zorlandığımız ya da anlaşılması işlerine gelmeyen, hatta özlemle açılan konular var bizde. Bazıları beynimize “komünist cennet” olarak işlenmiştir. Silsen silinmez, unutsan unutulmaz. Bizden bilinçli olacak, düşünmemiz istenmiyordu. Sorulan hiçbir şey yoktu bize. İşimiz, işe gidip gelmekti. Üretmek ve teslim etmekti. Karar almamız da istenmiyordu. Yapacağımız işi arılar gibi anadan doğma bilmeliydik sanki. Konuşmadan çalışıp yaşamalıydık. Ve çalıştıkça ustalaşmalıydık. Bizim kimliğimizi belirleyen anadilde sohbet etmemizden rahatsız olanlar vardı,
Hiçbir şeyden sorumlu olmasak da, arıların doğuştan daha fazla polen toplamaktan ve bal üretmekten sorumlu olduğu gibi, biz de köle gibi çalışıp fazla verimli olmaya sanki doğuştan sorumluyduk. Bu çarpıklığın kitabı defteri henüz yazılmadı.
Şu da var. “Komünist cennette” Türkçe dilinde konuşulmadığı anlatılır. Zulüm yıllarında, kurda en yakın bulunan kuzunun ilk kurban olacağını bildiklerinden, bizden kimse hiçbir konuda polise şikâyet etmezdi. En sıkışık günlerimizde dahi devleti aramazdık. Onun halka düşman olduğu yıllardı. Herkes içine sığınmayı, “kendi yağınla kavrulmayı”, düşünmeden yaşamayı seçmişti. Hayat sıkıntılı olmasaydı, bıçak kemiğe dayanmasaydı, düşünmeden yaşamak, kolaydı. Bizdeki düşünme haylazlığı sosyalist-komünist toplumdan bir kalıttır. Oluşturduğu tabakadan değişim için şahlanma bekleyemeyiz. HÖH-çüler halk oylamasında pasif kaldılar. Nostalji harmanına uzananlar, ürettiği malın kimin tüketileceğini düşünmeyen bir makineye benzer. “Hadi” dendiğinde oy verir ve mutlu olur. Özlemli oy bilinçsizdir. Sofya ve Kubrat’ta olduğu gibi Bursa’da da umut etmediğimiz güçlerin hissesine düşebilir. Doğan ekibinin ikinci turda Türk, Pomak ve Çingene seçmenden tanımadığımız bir general için oy istemesi buna canlı bir örnektir.
Düşünmeden yaşamaya çalışanlarımız oldukça kalabalıktır.
Bulgar devleti, düşünme işinin ana motoru, olmazsa olmazı olan anadilimizi yasaklarken, beynimizden, belleğimizden ve duyumlarımızdan sökmeye çalışırken bilinçli iş görüyor.
Dili olmayan bir topluluğun hiçbir konuda düşünemeyeceğini, uyanıp direnemeyeceğini biliyor. Ona uyanlar da güçlenemeyeceğimizi bildiklerinden zamanın lehlerinde işlediğini biliyorlar. DOST partisinin halk oylaması konusunda susması, anadilimizi yaşatma davasında çözüm formülleri aramaması dikkat çekiyor. Anadilimiz yeşermeden özgün kültürümüzün yeşertemeyeceğini bildiklerinden dolayı ne işse hep susuyorlar. Türkçemizle devlet kapılarımız kapandı. Günlük sosyal yaşamda anadilsiz yaşamaya zorlandık. Şimdi de siyasi ve sosyal-kültürel yaşamın her dalından tamamen sökülmeye çalışılıyoruz. Bunun bir devlet siyaseti olarak uygulanmasının adı terördür. Zulümdür. Halkın temsilcilerinin susmasına anlam veremiyoruz. Bulgar halkı değişiklilerin jürisi olacak, ama bu davada bizim aydınlarımız nerededir? Hiçbir halk öz dilini unutmak istemez. Unutmamalıdır. 1934’te Almanya’da iktidar olan Naziler bir kuşakta demokrasinin ne olduğunu tüm halka unutturmuştu. Biz 3 kuşaktır dayanıyoruz. Dili olmayan ve anadilini bilmedikleri için düşünemeyen bir insan topluluğu olma ihtimalini yazmak bile ne kadar acı verici bir bilseniz!
Biz haksızlıklar kazanı içinde erimek istemiyoruz.
6 Kasım halk oylamasında, biz Türklerin de katılımıyla, kaçınılmaz olan serbest seçim, özgürlük ve eşit haklılığın ilk ışıkları ışıdı. Halkın (üç buçuk milyon seçmenin) jüri olup, totalitarizmi toplumsal ve siyasi yapıdan sökerek gerçek halk egemenliğine, serbestlik, adalet ve hukukun üstünlüğüne, bu arada azınlık haklarının tanınmasına yol açması beklenen yeni günler kapıda mı? Halkın hakemliğinde demokrasiye, insanların anadilleriyle, kendi edebiyatları ve özgün kültürleriyle eşitliğini kabul etmek zorunda kalan Bulgar toplumu geleneklerimize uygun serbest yaşamamızı yasalara işletmek zorundadır. Dinsel haklarımızı kabul edip kutsallaştırmalıdır. Yeni Anayasa’da tüm isteklerimiz yer almalıdır. Biz Türkler, Bulgaristan’dan kovulmaları için yol aranan bir sürü insan, çağrıldıkça oy vermek zorunda olan “siyasi köleler” olarak yaşamak istemiyoruz.
Bulgar ve Türk sivil toplum örgütleri ortak plâtformda birleşmelidir.
Özellikle belirtmek istediğim nokta şudur. 2004’ten sonra Bulgaristan’da demokrasinin temeli olan sivil toplum örgütlerine pek önem verilmez oldu. Yeni kurulan dernekler de devletten hiçbir destek bulamadıklarından kök salarken güçlük çekiyor. Bu defa da demokrasiyi hayata çağıranların yine sivil toplum örgütleri olduğunu herkes görüyor. Suskun topluluklarda son derece büyük bir kin ne nefret birikimi olduğu dışa vuruyor. Halk oylamasını hayata çağıran bu güçlerdi. Bu kitlenin hareketlenen toplumun omurgası odlunu görmeyen kalmadı. Aynı gün yapılan oylamada, Cumhurbaşkanı adaylarından hiç biri, siyaset sistemde değişiklikler yapılması gerek deyen referandumcu kitlenin toplam oyunun üçte birini alamadı. Bulgar toplumu yepyeni ve çok farklı bir yapılanma sergiledi.
Biz Türkler, 27 yıldan sonra yaşanan bu siyasi şahlanmada daha aktif yer alalım.
Ahmet Doğan ve uşaklarının köleliğinden tamam kurtulma yolunda birleşelim! Komünist tuzaklara düşmeyelim. Her yerde ve her zaman birlik olalım. Arkamızda, değişikler düşmanlarını bir araya toplayan, saray emirlerine bağlı, büyük bir kitle oluştuğunun farkındayım. Değişim gerekliliğini kabul eden bugünkü siyasi iradenin Cumhurbaşkanı adayına oy verelim. İkinci turda kaşarlı komünistlere ve yetiştirdikleri yeni uşaklara ders vermeye devam edelim. Bu dava demokratik güçlerin ortak davasıdır. Türk ve Müslüman seçmen, bizler olmadan asla başarılı olamaz.
Hiçbir konuda hiçbir şeyi yarına erteleyemeyiz. Bu defa da sandık başında buluşalım.
Halkın ortak tepkisinden halkın köklü yenilenme siyasetinde jüri olma figürü ve hakkı doğdu.
Değişiklikler siyasetinin birinci halkası temel insan haklarının kâğıt üzerinde değil gerçekten tanınmasıyla azınlık haklarının bütünsel yasallaşmasıyla siyasal sistemde değişikliklerle demokrasi, serbestlik ve eşitlik yolunda adım adım ilerlemekle başlıyor. Çok aktif, çok inandırıcı, olmazsa olmazlarımızı mutlaka dayatmamızla ilerlemeliyiz.
Ne yazık ki, hepimizin ortak hamlelerimizle ülkemizde gerçek demokrasi tırnaklarıyla toprağa yapışmış bir kadının doğum yaptığı gibi zor ve çileli doğuyor.
Hepimize hayırlı olsun.
Deliorman insanını daha mutlu günler bekliyor.