Renginar GÜLER
Bir adam bir kapıdan içeri ne kadar sık girerse, içerde kalma olasılığı o kadar büyüktür. Krallar gibi eğilenen, istediği her şeyi yapabilen, sorumsuzca para harcayan kişiler gözlerinin önüne perde düşmüş tiplerdir. Sofya’da kendini para için satan kızlardan biri “cinayetler evinde” A. (Dönek) ile geçirdiği gece serüvenini fahişe arkadaşlarına anlattınca olay sarı basına düştü.
Bulgar basınından çeviridir.
“60 yaşında olmasına rağmen, 30 yaşında gibi hareket etmek isteyen ev sahibi cinsel preformansını düşürmüş ama cinsel arzularını köreltmemişti.” Anlatmaya bu sözlerle başlayan, fakat isminin açıklanmasına razı olmayan genç kız, olayların belli bir sırayı izlediğine, tekrarlanan bir alışkanlıkla ilerlediğine ve onun başına gelenlerin başka fahişelerin de başına gelmiş olabileceğine işaret ediyor.
Basın adina “Saray” dese de, son zamanda, hele de Ahmet Emin’in kurşunlanarak öldürülmesinden sonra ilgililerin lügatında “cinayetler evi” olarak dolaşan bu eski binaya iki hafta önce bir cumartesi gecesi saat 22’den sonra götürüldüm. Adres ve müşterisi hakkında peşin bilgi alamadım. Tedirgindim. Korktum da diyebilirim, diyerek anlatmaya başlayan 18 yaşındaki kizin gözleri hep etrafta dolanıyordu.
“Cinayetler evi” korumaları tarafından geçerken çok sıkı arandım. El çantam masaya döküldü. İçinden çıkan bir tükenmez ile iki anahtara ve makyaj aynama içerde kaldığı süre için el kondu. Yüksek topuklarımda iğne yada enser olup olmadığı tespit edilirken röngen çekildi. Krem ve pudramda zehir testi yapıldı. Tabanca ehliyetim olup olmadını sordular. “Doğu Sporları” kurslarında eğitim görüp görmedimden ilgilendiler. Sabıkalı olup olmadığım bilgisayardan yoklandı. Parmak ve dil izim alındı. Gizemli binaya gelmezden önce paramı peşin aldım. Kapı kontrolünde paralarıma el kondu. İçeri girdiğinde salon yaşlı kadın kokuyordu. İlk defa geliyordum ve müşterimin kim olduğunu bilmiyordum. Salon aynası kenarına monte edilmiş kamara vardı. Bolca resmedildiğimi sanıyorum. Bundan rahatsız oldum ama bir defa teklifi kabul etmiş bulundum ve geri dönüş yoktu.
Evin kiracısı bir hayli gecikti. Sonra ansızın belirsiz bir köşeden çıktı. Oldukça alkollü olduğundan, normal dışı davranırken sarhoşluk heyecanıyla birşeyler söyledi. Ben anlayamadım. Saçları soylu bir kişi plmadığını ele veriyordu. Yanıma gelmeden bara uğradı iki kadehe buzlu viski doldurdu ve kendini konforlu hissettiği ortamda, sağ eli ilerde yaklaşırken,
– “Hoş geldin!” dedi. Kristal bardağı uzattı ve “ Daha önce seninle işimiz oldu mu?, diye sordu.
– “Sizi ilk defa ziyaret ediyorum,” cevabını verdim. İçkisini yudumladı.
Ben de yudumlar gibi yaptım fakat damağıma bile dokundurmadan yutkundum. Adam çok yaşlı ve alkollüydü, biraz çekindim.
– “Yatak odasına buyurun!” davetinde bulunan müşterim, kapağı açık ve yarıya kadar dolu viski şişesinin yanından geçerken bir eliyle onu da topladı ve basamaklara yöneldi. Burası bir kişi için çok büyük bir evdi. İçerde bizden başka kimseler yoktu. Hangi kata ve hangi odaya gireceğini bilmediğimden, bir elinde kadeh bir eli şişeli yaşlı adamı beklerken, duvarlardaki tablolarda yalnız çıplak kan kız sulyetleri olduğı dikkatimi çekti. Dirseği ile usta bir hareket yapan orta boylu yaşlı adam bu kapıyı el sürmeden ilk defa açmıyordu. Salon büyüklüğündeki oda, yatak odasından fazla bir eğlence salonuna benziyordu. Karşıdaki pençereye vuran loş ışıklar arka bahçe lambalardan geliyordu. Bu salonun da ötesinde berisinde kamara gözleri olduğunu gördüm. Bu işte rezil olmak da vardı. Yine korktum. Genişçe bir koltuığa oturdum ve beklemeye başladım. Müşterim art arda birkaç yudum iştikten sonra,
– “Endişelenme, bu oda özel işler için ve o gördüklerin çalışmıyor!” dedi. Sandi havayı sakinleştirdi. Çok deneyimli olmadığımdan sürprizler beklemeye başladım.
Ne yapacağımı bilmediğimden, ilk adımı yaşlı müşteriden beklerken,
-“ Ben şimdi üç saat uyuyacağım, sen o kitapları dergileri karıştır ama sesiz olmaya dikkat et!” dediğinde, iyice şaşırdım. Beni buraya dergi kitap karıştırmaya göndermiş olamazlardı. Şeflerim müşterime muntazam hizmet veriyordu ki, bana paramı peşin vermişlerdi.
Yaşlı adam yandaki battaniyeyi üzerine çekti ve hemen sızdı. Masaya geçtim ve elime geçen ilk kitabı karuıştırmaya başladım.
Etienne de la Boetie’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” eseriydi. Bu kitabın 20. sayfası çok kalın çizilmişti: Şunlar yazıyordu: “Kötülüğe sabırla dayanılı ve gelecekteki daha iyi bir yazgıya hazırlanılmalıdır.” Nanındaki notta ise şunlar kaydedilmişti: “Ben DC’ye nasıl köle oldumsa, onlar da bana köle olacak!”
Bu eserin 85 sayfası kırmızı tükenmezle çizilmişti: “Toplumsal azınlık bir kere kulluklaşmaya görsün, özgürlüğü ve haklarını öylesine unutuyır ki, artık onun uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi imkansız olur.” Yanındaki not ise şöyleydi: “Görecekler onlar, Peevski’ye baş kaldırmayı! Onu başbakan yapacağım, o benim en iyi dostumun torunu.”
Hemen uykuya dalan yaşlı A. (Dönek) beyin okuduğu son kitabı karıştırırken HEGEMONYA bölümünde durakladım: “On kişi bir insandan korkabilir, fakat yüzbinlerin, milyonların sırf korktuklarından dolayı kulluğu, kölelliği benimsemeleri düşünülemez. Korkaklığın da belli bir sınırı vardır. Böylesine büyük boyutlara ulaşması olanaksızdır.” Yanı başına da şunları kaydetmişti: “Hiç kimseden korkmayan insanlar da vardır. Türklerin hepsi delibaltadır. Ben artık (buradan) çıkmayacağım, halktan ne kadar uzaklaşırsam, hayatım o kadar garantide…..”
Bu yaşlı adam yalnız yaşıyor ve korumalarına rağmen korkuyordu.
Üç saat geçmiş olacaktı ki, bir çalat saat beni korkuttu. A. (Dönek) uyandı.
– Sen artık git! derken, elini cebine soktu. Birkaç para verdi. “Benim o işte çok iyi olduğumu anlat” dedi ve sağına döndü.
Loş ışıklı merdivenlerden usulca indim. Salondaki koku burnuma yeniden vurdu. Dışarı çıktığında, ayaklarına uzun tüylü bir köpek enceği dolaştı. Sanki beni uğurluyordu. Çok ufak olduğundan o şin olup olmadığının kokusunu alamadı. Burun kıvırdı ve uzaklaştı.
Kapıdaki korumalar, “3 saat ne çabuk geçti” derken, paralarımı ve alı koydukları diğer eşyalarımı iade ettiler. Taksi bekliyordu.