2008 yılında Hak ve Özgürlük Hareketi’ni ırkçı kötüleme kampanyası başladı. 2008 tarihli “Trud” Gazetesi politik yorumcu Andrey Rayçev’in konuya ilişkin aşağıdaki yorumu yaptı.
Soya dönme süreci, biz Bulgarların vatandaşımız olan Türklere ve Bulgar Müslümanlarına karşı uyguladığımız sistemli baskılar arasında “pasta üstündeki kiraz”dan farklı bir şey değildi. Onlarca yıl boyunca, ülkemizde yaşayan bu insanlar damgalıydı, ikinci derece insan muamelesi gördüklerini hepimiz biliyor ve itiraf ediyorduk. Türk veya “Pomak” olduğundan dolayı İnşaat Erleri’nde askerlik yapmak zorundaydılar.
Herhangi bir göreve tayin edildiklerinde, her zaman bu suni bir şekilde yapılırdı, onları görevde yükseltmek çok özel olurdu, (inek bakıcı kadının şeref tribününde yer alması gibi), bu herkes için geçerli olan usule göre yapılmazdı, onların vatandaşlığı ve dış ülkelere çıkması çok özel bir rejime tabii idi. İşinde bir kademe yukarı atansalar, gizli servis hafiyelik yapmalarını ister, kabul etmezlerse baskılara v.b. maruz kalırlardı.
Açık ifade buyurmak istediğim “son büyük baskılar olmazdan önce de” bu insanlar devamlı itilip kakıldı, ikinci sınıf vatandaştılar.
Biz ötekiler, bir kişinin ikinci sınıf bir kişi olmasının nasıl bir anlam taşıdığını, çok iyi hatırlamalıyız!
Bundan 10 öncesine kadar bizim Avrupalılar önünde kendimizi nasıl hissettiğimizi hatırlamamız yeterli. Vize kuyruklarında hayvan gibi bekliyorduk. Elbiselerimiz umutsuz bir farklılık ele veriyordu. Paralarımız bile gülünçtü, boyanmış kâğıtlardı. Konuşmalarımız sönük ve anlaşılmazdı. Zengin, çok güçlü ve parlak kişiler önünde, bu dünyasında kimin ve neyin önem taşıdığını anlamamıza engel oluyordu… Biz Bulgarlar, hür yaşamayı seçtiğimiz zaman, herkes hür olacak, bu böyle olmadan olmaz, sahte olur, diye iyi düşünmüştük.
Ve işte iki gün önce bizim Türklerden biri şöyle bir şey söyledi: O şu gerçeğin üzerine parmak bastı. İç İşleri Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı’nda adı Türk olan bir tek albay yok, dedi. “Albay Ahmet” yok. Bakan Yardımcısı var ama albay yok.
Bunun bir tek anlamı var: İki tip Bulgar vatandaşı, ayırım yapma uygulaması orduda ve poliste geçiş döneminde devam etti. Irkçı öngörüşlere dayanan gizliden gizliye insan kayırma uygulaması sürdü.
Bu tespitten çıkarılacak sonuç nedir?
İlgili bakanlar, azınlıkları savunma ve güvenlik sistemine almak için gerekli uzun vadeli programları hemen hazırlamadı mı? Politikacılar böylesi bir anahtar sorun üstüne görüşmelere hemen başlamadı mı? “Entelektüeller susamazdı” hemen bir mektup imzaladılar mı?
Öyle mi olmuştu! Hayır bu defa bilemediniz. Yapılan şu oldu:
Hak ve Özgürlükler Hareketini kötüleme amaçlı yeni bir kampanya başladı.
Bravo bildiniz? Evet biz bir ulus olarak böyleyizdir, tahmin ederiz…
Bu kötüleme kampanyasının bir de daha önceden gelen tarihçesi var. Bu defa bu karalama kampanyası, Hak ve Özgürlükler Hareketi Kırcaali ve başka bölgeler için otonomi isteyecektir, saçmalığı ile başladı. Sonra da saçma iddialar çoğaldı, Türkiye’yi önce Kosovo, ardından da Bosna’ya bağlayacak bir “Hilal” şeklini aldı. Polisin bu yeni saçmaları sonra birden bire bir yana itildi. Önceki yalanı uyduranlar Bulgarların ağzına iki yalanı birden verdi. Artık Ahmet Doğan’ı Bulgaristan’dan toprak koparacak ya da bütün ülkeyi İslamlaştıracak diye suçlayan kalmadı. Yeni dehşet ve saldırı şudur:
“HÖH ELİNE FAZLA İKTİDAR ALDI”
Yeni olan temel ve başlıca suçlama işte budur.
Her yalanda biraz gerçek payı olduğu gibi, bunda da olmalı. Pek tabii ki, herhangi bir kimsenin “fazla iktidar ele geçirmiş olmasından söz bile edilmesi abartmadır. Bulgaristan Sosyalist Partisi oyların üçte biri ile iktidarın üçte ikisini kontrol ederken, Jan Videnov fazla iktidar ele geçirmişti, denebilir. İvan Kostov ise, oyların üçte biri ile yargı, yasama, yürütme, cumhurbaşkanlığı, medya erkinin tümüne, bütün iktidara el koymamış mıydı?
Şimdi Hak ve Özgürlük Hareketi seçimlerde elde ettiği oylara eşit orantılı iktidardadır. Burada fazla erk kullanmaktan söz bile edilemez.
Yukarıda her bir yalanda biraz da gerçek payı vardır derken, şunu kastetmiştim. Bizde devamlı olarak ve güvenli bir şekilde büyüme kaydeden bir politik parti var, o da Hak ve Özgürlükler Hareketidir. Son 10 yılda seçmen sayısı 2 defa arttı. Önümüzdeki seçimlerde 600 000 oy alacağı kesin. Bu başarı “daha fazla Türk” hesaplarına dayanmıyor. Öncelikle Romlar olmak üzere, daha fazla Bulgar’la daha yakın çalışılarak elde ediliyor.
Öyle ki, Ahmet Doğan’ın iktidar seferi hakikatten devam ediyor. Biz çok yakın bir zamanda, seçim yarışlarında Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin ya gümüş ya da altın madalya kazandığını görmeye alışmalıyız. Bununla birlikte, bizde, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nden başka genç politik kadro ordusu ve militan kitlesi olan başka politik parti yok.
“Çalıp çırptıkları” iddialarına gelince, savcılığa, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin, Bulgar politik partilerince yapılan araklayıp götürme ortalamasından daha yüksek bir oranda böyle bir yolsuzluk yapıldığını gösteren herhangi bir delil sunulmamıştır. Bu işleri “göz” kantarına çekmek zordur. Sözü edilen, kanımca rüşvet olaylarıdır. Şöyle ki, problem Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin rüşvetçi olduğu iddiasından fazla, bizim, kendi politik sınıfımızın rüşvetçiliği ve dolandırıcılığı ile baş edemememizden kaynaklanıyor. Bu gerçek Türkleri lanetlememizden çok, politik partilere karşılıksız yardımları arttırmamızı, hediye vermeyi (rüşvet almayı değil) yasallaştırmamızı v.b. önlemler gerektirir.
Biz bunları defalarca tartıştık, ne ki, arzularımızı yasa hazırlayanların iradesi durumuna hiçbir zaman getiremedik.
Öyleyse bu basit ve önemsiz şeyler neden hala dikiş tutuyor?
Artık hiçbir şeye inanmaz olan Bulgar bu yalanlara neden hemen inanıveriyor ve yalanları tekrarlamaya başlıyor?
Bunun izahını etnikte değil sınıfsal analizde aramalıyız. Yeni kuşak Bulgarlar, Güney Islav soyundan tipik milliyetçi değil. Örnekleyelim: Şimdi Makedonya’nın bir kısmı Bulgaristan’a katılmak istese ve bu konuda bir halk oylaması yapılsa, sonucun ne olacağı önceden bilinemez. Aslında bu “Makedonya sorunu” gibi en kutsal bir ulusal Bulgar sorununa ilişkin belirsizlik olduğunu gösterir. Burada anlatmaya çalıştığım, Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne karşı gizli bir tepkinin, çarpıtılmış, sınıfsal bir tepkinin var olmasıdır.
Şöyle düşünelim: Zengin bir İngiliz! Bunu doğal karşılamayan yok, onlar doğuştan zengin ve dünyaya hâkimler.
Zengin bir Bulgar? Hırsız, dolandırıcı, ne desem az soydular bizi…
Zengin bir Türk? Bu artık fazla! Bizi şey…. ettikleri yetmiyormuş gibi…
İnsanları suçlarken ırkına bakılmaması gerekir. Her ırkta iyisi de var kötüsü de, bunu yapan kişileri suçlayalım…