Abdullah EFENDİ

“Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer.” (A’raf Sûresi, 7/157.)

“İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine Sûesi, 60/4.)

“İyilik güzel ahlaktan ibarettir. Günah ise kalbini tırmalayıp durduğu halde insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr 14-15.)

“Kıyamet gününde mümin kulun terazisinde güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder” (Tirmizî, Birr 61.)

Ayette bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed (sav)’in de en temel görevlerinden birinin, iyiliği emretme ve kötülükten menetme faaliyeti olduğu bildirilmektedir. İslâm’ın gerek fiillerle gerekse yiyecek ve içeceklerle ilgili emir ve yasakları, insanın akl-ı selimi ve temiz tabiatıyla, fıtrî yönden bozulmamış toplumların genel yargılarıyla bağdaşan hükümlerdir. Çünkü bu hükümler, anılan nitelikteki kişilerin ve toplumların iyi, doğru ve güzel bulup hoşlandıkları şeyleri helal veya mubah kılma; kötü, yanlış ve zararlı bulup tik­sinti duydukları şeyleri de haram kılma özelliği taşır. Helâl ve temiz olan şey­ler insanı yücelttiği gibi, habis yani pis ve haram olan şeyler insanı alçaltır.

“Üsve-i hasene” yani güzel bir örneklik tamlaması, günümüz davranış bilimleri incele­melerinde, özellikle liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan “davranış modeli” veya “numune, örnek kişilik” kavramını çağrıştırmaktadır. Ayette bu kavram, insanlık tarihinde tevhit mücadelesinin öncü isimlerinden Hz. İbrahim (as) ve ona uyanlar hakkında kullanılmış, şirk ve inkâr batağına saplanıp kalma olgusunun yeni olma­dığına dikkat çekilmiştir.

Şayet yapılan iş gönülde bir huzursuzluk doğuruyor ve o işin başkaları tarafından duyul­ması istenmiyorsa, o hareket mutlaka çirkindir, günahtır, yapılmasına Allah Teâlâ’nın izin vermediği bir harekettir. Çünkü insanların çoğu yaptıkları iyiliğin duyulmasını, bu sebeple kendilerine gıpta ve hayranlıkla bakılmasını isterler. Bu ölçü, herkesin rahatlıkla kullanabileceği şaşmaz bir ölçüdür. Zaten yapılan bir hareketin günah olup olmadığı hususunda şüp­heye düşmek bile, o hareketi terk etmek için yeterli bir sebeptir. Günah kiriyle büsbütün kararmamış kalpler, iyi ve kötüyü ayna gibi gösterir. Bu sebeple insan bir şey yapmak is­tediği zaman önce gönlüne bakmalıdır. Eğer o hareketi yapmaktan dolayı gönlünde bir ra­hatsızlık hissediyor, içini bir şüphe ve tedirginlik kemirip duruyorsa, derhal o işten vazgeç­melidir. Çünkü sağlam bir vicdan insana doğru yolu gösterir.

Şu dünyada bir müminin bütün çabası, Allah’ın huzuruna eli boş varmamak, sevaplar­dan başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceği o dehşetli hesap gününde, ilahi huzura makbul ibadetlerle çıkmaktır. Hadisimiz bize bu konuda önemli bir ipucu vermekte, amellerin de­ğerlendirildiği kıyamet gününde, en makbul ibadetin güzel ahlak olacağını belirtmektedir. Hadisi Şerif’in ikinci kısmında kötü ve çirkin davranışlar ile kötü ve çirkin sözlerin Allah Teâlâ’nın sevmediği şeyler olduğu ifade edilmektedir.

Ahlak, “hulk, hulûk” kelimelerinin çoğul hali olup, huylar, seciyeler, mizaçlar, anlamına gelen bir kavramdır. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh bütünlüğü ile alakalıdır. Bu manada ahlak, insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak ol­ması şeklinde tanımlanabilir.

İslam ahlakının temelleri Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir. Rabbimiz Resûlullah (sav.)’a hitaben şöyle buyuruyor: “Sen en yüce bir ahlak üzere­sin.” (Kalem Sûresi, 68/4). Hz. Peygamberimiz (sav): “Ben ahlaki prensipleri ta­mamlamak üzere gönderildim” buyurarak ahlakın öne­mine işaret etmiştir. Ayet ve hadislerde yer alan insan davranışlarına yönelik ifadeler ele alındığında İslam’ın temel hedeflerinden birisinin güzel ahlak olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla İslam’ın vurguladığı güzel ahlak ku­ralları müminler için bir emir ve görevdir. Peygamberimiz (sav)’in: “Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı, ahlakı en iyi olanıdır.” ifadeleri iman ile ahlak arasındaki bağlantıyı vurgulamaktadır. Buna göre ahlaki açıdan mükemmel bir anlayış ve davranışa sahip olmayan kişi iman açısından da kemale ermiş olamaz.

Ahlak insanda gelip geçici bir hal olmayıp, onun manevi yapısında yerleşen, meleke halini alan yatkınlık ve kabiliyetler bütünüdür. Güzel ahlak ise insanı dü­şünüp taşınmaya, herhangi bir baskı ve zorlamaya gerek kalmaksızın görevi ol­duğuna inandığı işleri rahatlıkla ve memnuniyetle yapmaya sevk eder. Dilimizde yalın olarak ahlak veya ahlaklı olmak şeklindeki kullanımlarda, genellikle güzel ahlak kast edilir. Güzel ahlaklı olabilmek için görevleri rahatlıkla ve memnuniyetle yerine getirme zorunluluğu, ahlakın gelişmesinde ve güçlenmesinde alışkanlıkla­rın ihmal edilmez bir önem taşıdığını gösterir. Bu nedenle insan ahlaki kaideleri öğrenmekle beraber, çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşamalı, iyilik yapmaya alıştırılmalı, bencil ve gayri meşru isteklerine karşı koyarak kendini eğitmeli, nef­sini ıslah etmelidir. Bu ise bir irade eğitimidir. Riya, korku, menfaat gibi ahlakın onaylamadığı erdemsiz tavırların kaynaklık ettiği, nadiren yapılan iyilikler bir ah­laklılık alameti değildir.

İslam ahlakı; çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, anlaşmak, birbirinden emin olmak, dostça münasebetler kurmak üzere bir ahlak an­layışı ortaya koyar.

İnsan çift kutuplu tabiatı sebebiyle iyiliğin ve kötülüğün kay­nakları olan kabiliyetlere birlikte sahiptir. Bu nedenle zaman zaman ahlaki hüküm ve tercihlerinde yanılabilir. Resûlullah (sav) dahi kendisinin güzel ahlakı ancak Allah’ın lütfü sayesinde kazandığını söyler. Bu ne­denle Allah ahlakın belirleyicisidir. Kur’an ve Sünnette insan hakkında bulunan ko­nularda yükümlülüğün ve ahlakın kaynağı dindir. Allah Resulü (sav) iyi­lik ve kötülüğü, kişinin vicdanında meydana getirdiği etkilenmenin mahiyetine göre tarif eder. Ancak vicdan duygusu insanı kötülük yapması halinde kınayan bir güç olabileceği gibi, kötülük karşısında duyarlılığını kaybederek “kaskatı kesilmiş kalp” haline de dönüşebilir. İslam bütün ahlaki vazifeleri uhrevi yaptırımlara bağ­lamış, iyiler için cenneti vaadetmiş, kötüleri de cehennemle tehdit etmiştir. Ahlak kurallarının uygulanmasında, özellikle toplumsal düzenin sağlıklı işlemesinde sadece cennet umudu ve cehennem korkusuna dayalı ahlak anlayışı tam bir değer sayılamayacağından Allah’ı en yüksek derecede sev­mek, O’nun rızasına layık olmak ve O’ndan razı olmak temel ahlaki amaç ve görev kabul edilmiştir.

EDEP

“Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyiyasaklamışsa ondan kaçının, Allah’a karşı saygısızlık etmekten sakının. Kuşkusuz Allah cezalandırmada çok çetindir.” (Haşr Sûresi, 49/7.)

Ömer b. Ebû Seleme (ra) şöyle dedi: Resûlullah (sav) bana şöyle buyurdu: “Besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!” (Buhâri, Etime 2, 3: Müslim, Eşribe 108.)

Peygamberimiz (sav)’in yaptığı, konuştuğu, hal ve hareketlerinin tamamına sünnet diyoruz. Öyleyse onun peygamberlik hayatı boyunca yaptığı her şeye sünnet diyebiliriz. Ayeti kerime müminlere Hz. Peygamber (sav)’in Allah’tan alıp getirdiklerini almayı, Allah’ın emirlerine tu­tunup bırakmamayı emretmekte, yasakladığı şeylerden sakınmayı, uzak durup İslam’a uyma­yan yaşayışı benimsememeyi tavsiye etmektedir.

İnsan yaptığı her işin farkında olmalı, her işi bilerek ve anlayarak yapmalıdır. Ağzına bir lokma götürürken veya bir şeyi yudumlarken bunu kendisine Allah’ın verdiğini hatırlamalı, O’na şükran borçlu olduğunu bilmelidir. Yerken ve içerken besmele çekme alışkanlığını kazanmış bir kimse, şükretme görevini son derece tabii bir şekilde ve kendiliğinden yapmış olur. Peygam­ber Efendimiz (sav) yemeğin sağ elle yenmesini tavsiye etmektedir. Başka hadis-i şeriflerde bunun gerekçesi açıklanmakta, şeytanın sol elle yiyip içtiği söylenerek müminler onun gibi davran­maktan sakındırılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de ve hadisi şeriflerde şeytanın bizim düşmanımız olduğu, ondan ve onun gibi davranmaktan sakınmamız gerektiği ısrarla belirtilmektedir. Sol elle yemek ve içmek şeytanın âdeti olduğuna, Peygamber Efendi­miz (sav) de bizi bundan sakındırdığına göre, bir müslüman sağ elle yemeyi ve içmeyi âdet haline getirmeli ve bu sünneti yaşatmalıdır. Yemeği hep önünden yemek, sofrada herkesin bir kaptan yediği durumlarda daha da önem kazanmaktadır. Böylece herkes hem kendi kısmetine razı ol­duğunu göstermiş hem de başkalarını rahatsız etmemiş olur.

“Edep bir taç imiş Nur-i Hûda’dan

Giy o tacı emin ol her beladan”

Bu mısralar edebin müslüman hayatındaki önemini göstermektedir. Edep, davet, iyi tutum, incelik ve kibarlık, hayranlık ve takdir manalarına gelir. Eği­tilmiş kişiye edip, eğitime te’dib denir. Müminler edebi, beyitte de geçtiği gibi Allah Teâlâ’nın bir ikramı olarak kabul etmişlerdir. Darimî’nin kitabında ge­çen şu hadis-i şerif de edebin dini mahiyetine işaret etmektedir: “Gerçekten bu Kur’an Allah’ın bir sofrasıdır; O’nun sofrasından gücü­nüz yettiğince bilgi toplamaya çalışın.” (Darimî, Fezailü’l-Kur’an, 1) Bu ha­dis-i şerifin ışığında değerlendirildiğinde edebin temelleri Kur’an-ı Kerim’e da­yanmaktadır. Müslümanın edebi Kur’an’ın koyduğu ilkeler doğrultusunda inşa olunur. Kur’an’ın inşa ettiği örnek şahsiyet Peygamberimiz (sav)’dir. Dolayısıyla edebimizin mihenk taşı Allah’ın kutlu elçisidir. Ona uyduğumuz kadar edepli­yiz. Bu derece önemli olduğundandır ki, hadis mecmualarında edep, müstakil bir başlık olarak yer almakta ve edep ile ilgili Peygamberimiz (sav)’in söz, davranış ve tutumu zikredilmektedir. Allah’ın Peygamberine öğrettiği, ilahi edep, Pey­gamberin ümmetine öğrettiği ise Muhammedi edeptir.

Beşeri münasebetlerin belli bir seviyede devam etmesi için edep önemlidir. Sağlıklı ve ahlaklı bir toplum için aileden başlamak suretiyle edep konusunda hassas olmak gerekir. Aile, gelecek neslin içinde ilk eğitimini aldığı kurumdur. Çocuk edep ile ilgili ilk donanımını burada kazanır. Müslümanın evladına bıra­kacağı en güzel miras onu iyi eğitmektir. Cabir b. Semüre’nin (ra) rivayet et­tiği hadisi şerife göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin evladına edep öğretmesi avuç avuç sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Birr 33). İkinci hadisi şerifi ise Eyyub b. Musa babası vasıtasıyla dedesinden ri­vayet etmiştir: “Hiçbir baba, evladına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.” (Tirmizi, Birr 33).

Peygamberimiz (sav)’in sıkça yaptığı dualar arasında güzel ahlak vardır. İmanın kemali de huy ve karakter güzelliğinde tezahür eder. Bir kimsede imanın ne kadar etkin olduğunun göstergesi ahlakı, söz ve davranışlarıdır. Yani kısaca şunu diyebiliriz ki; güzel ahlak olmadan edep olmaz, edep olmayan yerde de güzel ahlak bulunmaz.

Şair ne güzel özetliyor edep anlayışımızı:

“Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep,

Her hüner makbul imiş illa edep illa edep “

Reklamlar