Tarih: 29 Ağustos 2018
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Hür, Zeki ve dürüst bir lider bekliyoruz.
Biz Bulgaristanlı Türkler kendi GÖK KUBBEMİZ olduğuna inanırız. Yerli şairlerimizden olup, Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç) Pirli köyünde, aydın bir öğretmen ailesinde yetişen, pedagoji okuyan ve ilkokul ve lisede Türkçe öğretmenliği yapan şair Ahmet Hasan Cebeci de inanıyordu.
GÖK KUBBEMİZİN genişlemesinin, renklenerek büyümesinin ancak örgütlü mücadele içinde mümkün olacağına da inanmıştı.
Dava ocaklarını birer birer yaktığı için benim doğduğum 1966’da Vatanından kovuldu. BALKAN MÜCAHİTLERİ MARŞINDA o bu ufku şöyle çizmişti.
BALKAN MÜCAHİTLERİ MARŞI
Türklük bizim şerefimiz, canımız
Din uğruna akar temiz kanımız
Vatan için feda olsun canımız.
Şair Ahmet Cebeci bir Türkün, onun soyunun, topluluğunu ve milletinin GÖK KUBBESİ olması için önce şunlara sahip olması gerektiğine işaret ediyor. Bilgili ve Bilinçli olmak yanı kim olduğunu, nereden geldiğini, tarihini, atalarını bilen, dili ve dini olan, halk sanatı, gelenek ve görenekleri, edebiyat ve kültürü olan, bir medeniyete ait ve dolayısıyla yaşadığı, evi, köyünü, şehrini kurduğu, işlediği, ölülerini gömdüğü bir toprak sahibi olması zorunluğunu ön plana çekiyor.
Ayrıca bunlara sahip olduğumuz için şerefli ve şanlı olduğumuzu vurguluyor.
Şöyle devam ediyor:
Türk İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz
Dünya yansa andımızdan dönmeyiz.
Bu satırlarda şair, İslam’a ibadet etmeye devam ettikçe ve dalgalanan Ay Yıldızlı bayrağımızın altında kaldıkça Türklüğümüzün ebediliğine dikkat çekiyor ve bu davada ant içmiş olduğumuzu ve bu yoldan asla geri dönüş olmadığını beliyor. Yeminimiz Bulgaristan Türklerinin ne pahasına olursa olsun var olma, sökülmeme, cenneti doğduğumuz toprakta yaşama yemidir.
Derin bir inançla haykıran şair Cebeci GÖK KUBBEMİZİN öz ufuk sınırlarımızı şöyle çiziyor:
Dobruca, Deliorman bizimdir
Gerlovoyla, Kocabalkan bizimdir
Rodop denen Türklü volkan bizimdir.
Bu şiir, 2 Ağustos 1963’te kaleme alınmıştır.
O, 1878 Berlin Konferansı’nda Bulgar Prensliği sınırlarının çizilmesiyle, 1885’te Bulgar Prensliğinin Doğu Rumeli’yi ilhak etmesiyle ve yeni tarihinde bütün savaşları kaybeden Bulgaristan’ın topraklarını 3 misli büyüttüğünü dikkatte alarak AKTARIYORUM FİKRİMİ.
Bu sınırlar içindeki Bulgaristan Müslüman Türklerinin kendilerine ait olan GÖK KUBBESİ ufkunu Dobruca, Deliorman, Gerlova, Koca Balkan Dorukları ve Rodop Dağlarının bütünü olarak çiçek çelengi içinde ve bir gök ebesi boyunda çizmiştir. Bu topraklar Türk kanı dolaşan, Türk ocakları yanan, Türkçe sevişen ve kavga eden insanların, gözyaşı, kan ve terle suladığı, gönül birliğimizin kaynaştığı Vatanıdır.
Ve işte bu GÖK KUBBESİ altında şair Türklük yeminini yineler:
Türk İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz
Dünya yansa andımızdan dönmeyiz.
GÖK KUBBEMİZ, biz Bulgaristanlı Türklerin içimize aydınlık, ferahlık getiren bir kavramdır. En büyük nimetimiz kendi GÖK KUBBEMİİN olması ve onun altında yaşayan kendi insanımızın olmasıdır. En yüce varlığımız insanlarımızdır. 140 yıldan beri kendimizi, kimliğimizi ve benliğimizi kendi GÖK KUBBEMİZE göre tarif eden biziz. Ve şu iyi bilinmeli, bu biz, sadece bugün Türkiye Cumhuriyetinde ya da Bulgaristan’da kalan ve orada yaşayan Türkler değiliz. Bu biz, öncelikle bu toprakları ele geçiren, burada devlet kuran, huzur sağlayan, bu toprakları Vatan yapan ecdadımızdır. Kendisine ruh verilmeyen toprak Vatan olmaz. Bugün soydaş durumunda olan kardeşlerimin, gönül bağlarımızın kaldığı, zaman zaman karşımıza bir boşluk olarak çıkan, hasret duygularına yenik düştüğümüz Vatanımızın GÖK KUBBESİ altında olmamız boşluğu doldurulmaz bir arzu olarak fışkırdıkça hepimizi mesh ediyor.
Ecdat, bizim büyük dedelerimizin hepsi GÖG KUBBEMİZİN altında yaşıyorlardı. 1683’te Viyana’dan kopuşla ne kadar alaylar döndü Anavatan’a, 93 Harbi faciası en büyük acılarla Vatan toprağımızda yaşandı ama göç kuşlar gibi birden parlayıp beraberce kalkıp gitmedik. Kendi GÖK KUBBEMİZ altında huzur bulacağımıza inandık.
Pek talihli ve nas ipli olamasak da Vatan’a sarılmış, buradayız, oradayız.
***
Son dönemde mücadelemiz şu perdeleri aşmaya çalıştı: Bulgaristan’da Komünist Partisi (BKP) ve gizli istihbarat örgütü (DS) Müslüman Türkler ve diğer azınlıkla sinsi çalışmalarında yıllarca çok azimli çaba göstermiş olsa da, daha 1989’da doğal sosyal ortamda oyunu kaybetmişti.
Şu nokta net anlaşılmalıdır.
Totaliter komünizm döneminde (1973-1989) Bulgaristan’da BKP ile DS – tüm birimleriyle polis ve ordu – birbirine yapışmış iki siyam ikizleri gibiydi. Öyle olsa bile, totaliter ideolojiyi geliştiren, totaliter siyaseti oluşturan, emirleri veren ve yöneten siyam ikizlerinden birisi olan BKP oldu.
Geliştirilen planları icra eden, yalanları uyduran, tuzakları kuran, öldüren, imtiyaz eden, asılsız suçlamalarla tutuklayan, döven, sürgüne gönderen, hapse atan vs kirli işleri yürüten ise DS (gizli polis) idi.
Bulgaristan koşullarında, DS çok geniş bir kavramdır.
Tüm kolluk kuvvetlerini kapsar. 1984-89 döneminde bu güçlerin hiç eksiksiz hepsi birden güya “soya dönüş” saldırısına araç edilmişti. Aslında bu iğrenç uygulama, Bulgaristan Müslümanlarına karşı 1878’den sonra gerçekleştirilen en büyük saldırı oldu. En fazla kurban aldı. Büyük sayıda Türk ata ocağını terk etmeye zorlandı. Gök Kubbemiz büzüldü ve daraldı.
Fikrimi daha anlaşılır biçimde açabilmem için şuna işaret etmek istiyorum. Dinlerin insan toplulukları üzerindeki etkisi sınırsızdır. Örneğin İslam’ın 16 asır önce doğmasıyla başlayan kitlesel etkileme gücü bugün de yayıldıkça yayılmaya devam ediyor. Yalnız Avrupa’da artık 20 milyon Müslüman yaşadığını 4 binden fazla cami ve mescit olduğunu anımsatmam yeterli sayılır.
Devrimlerin devrimi olan 1789-1799 Büyük Fransız Devriminin etkisi günümüzde de devam ediyor. Dünyamızın her bir yanında, özellikle memleketimiz Bulgaristan’da “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” ilkeleri henüz tutunamadı. Bulgar ulusu tek dilli, tek milletli devlet ve rejim kurma hayalinden vaz geçip her alanda çoğulculuk ilkesini kabul edip uygulamadan tutunma şansı sıfırdır.
Bu arada, Ayaklanmaların toplum tarihi üzerindeki etkisi de asgari 50 ile yüz yıl arasında sürer. Örneğin Bulgaristan’da 1918 “Vladaya” Asker Ayaklanması monarşiye (Çar Ferdinand’a) karşı, Cumhuriyet isteğiyle parlamıştı. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti 15 Eylül 1946’da ilan edildi.
28 yıl sonra… Bulgaristan tarihinin en büyük ayaklanması olan–72 bin kişi katılmıştı-1989 Mayıs Müslüman İsyanımız ilk sonuçları sürgünlerin ve siyasi suçluların bir kısmının hemen salıverilmesiyle ve 7 ay sonra –28 Aralık 1989 günü isimlerimizin ve din haklarımızın iade edilmesi kararı çıktığında kısmen elde edebildik. Ne var ki davamız sönmedi. Türk kimliğimizi koruyup geliştirerek yaşatmak için ayaklanmıştık, işimiz yarım kaldı.
Hürriyetimize kavuşamadık. Kültürel otonomi yolumuz kesildi. Toplumsal eşitliğimizi elde edemedik. Ortak haklarımız tanınmadı. Türk ocaklarında yeşermemiz engelleniyor. Okullarımız kapalı. Haberleşme ve sportif, kültürel ve siyasi örgütlenme haklarımız devlet kontrolü alında Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan gibi belirli kişiler tarafından ipotek altına alınmıştır. Bulgar toplumundan, devletinden ve kurumlarından tamamen koparılmış ve ötekileştirilmiş durumdayız. Kitlemizin doku bağları sürekli kesilip koparılıp yıpratılmaya çalışılıyor.
Kardeşlikten ise asla söz edilemez. Memleketimizde toplumsal kardeşlik iyi komşuluk ve hoşgörümüzle tesis edilen huzur ve sükûn ortamı önce kıymık kıymık sonra da paldır-küldür yok edildiğinden dolayı, gerçek demokrasi ve adalet ortamı kurulmadan onarımı imkânsız yaralar aldı.
Sivil toplum örgütlerine dayanan bir vatandaşlar toplumu kurulmadan, gerçek demokrasiye götürecek bir siyaset sistemine geçilmeden bu yaraların pansuman edilmesi bile olanaklı değildir. 1878’de Bulgaristan nüfusunun % 52’iydik, bu gün halen % 8’de kaldık, gelecek sayımda bizim hiç olmadığımız ortaya çıkabilir. Bu da bizim Gök Kubbemizi yok etme saldırılarından biridir. Bulgaristan’da halen 1300 cami olsa da, Müslüman Türkler bittiğinde Gök Kubbemiz de yok olmuş demektir.
İşlerin derinliği:
Diktatör T. Jivkov’un Müslümanlar tarafından devrilmesinden ve BKP’nin 1989’da kendini hükümsüz kılıp “ben lav oldum” yani “kendi kendimi feshettim” kertenkele gibi “kuyruğumu kopardım, zehrimi attım” ya da “rengim değişti” demesiyle komünizm ufkunun karardığını hemen düşünenlerin haklı olduğu izlenimi uyanmıştı.
Ne var ki toplum üzerindeki ağır sis kalkmadı.
Niyetlerin hedef ve ayrıntıları görülememişti. Totaliter-komünist bataklık suyunun bir hamlede durulduğunu düşünenler yanıldı. Türklerin gerçekleri görebilmesini engellemek amacıyla önlemler alındı. Aslında 1990’da 90 yaşında olan ve 4 kuşak zihinleri silinmez biçimde kazınan, ruhlara işleyen Bulgar komünizmi ikiye parçalandı. Başka isimler altında, yeni yeşerme ve güçlenme yolları ararken, özü koruyabildiler, toplumsal umudu ise “zamansızlığa ittiler. ”
Sonuç: Bulgaristan Türklerinin Büyük Göçte (1989) derin bir yara almasını, 1989’da BULGARİSTAN MÜSLÜMANLARI YENİ UFKU belirlenmek için Ayaklanmış olsak da, kendi GÖK KUBBEMİZ sanki büzüldü, .
Ortaya şöyle bir soru çıktı:
GÖK KUBBEMİZ lidersiz genişleyebilir mi?
Önce modern liderlerin vazgeçilmez niteliklerini görelim.
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Ümmeti içinde Peygamber ne ise, kabileleri arasında da yaşlılar öyledir. Nasıl ki halk arasında Peygamberler, tüm zamanların problemlerini çözer ve şüpheleri giderirse, aynı şekilde yaşlılar da kabilelerin şüphelerini çözerler. Yaşlılardan nefret etme ve böylelerini gördüğünde hürmetkâr ol.” Bu bir hadis-i şeriftir.
Ne var ki bir buçuk asırdan beri gerçek önderini arayan halkımızın şu iki mısraı ezberine almış olması ilginçtir:
Ah, Hoca! Uzak dur, uzak dur benden!
Gevezelik etme yeter artık!
Bu bakıma Bulgaristan Müslümanları cemaati kurumuş bir topraktır. Hakiki lidere gelince yeryüzü canlanır, yeşillenir ve taze kokularla dolar, yeni hedefler belirir ve toplum yüreklenir inancı egemen olandır.
Lider nefesiyle gönüller dirilir, çünkü o bir rahmet gibi beklenendir. Ellerinden düşürmedikleri Kuran’da Peygamber, (lider), (yağmur) ebedi rahmetin sembolüdür.
Burada Liderlik olayına akıl ve zekâ açısından baktığımızda şu ortaya çıkar.
Akıl bir pervanedir ancak
Kör bir pervane
Sense bir mum,
Etrafında binlerce pervane!
Büyük Timur’a “akıl ne işe yarar?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş: “Zekânın askeridir!”
- Napolyon’a “Askeri kitapların hepsini okuduğunuzda, ne öğrendiğiniz? Diye sorduklarında hemen yetiştirmiş: “Aklımı geliştirdim.”
Lider kendine karşı tutumlu olurken, karar alabilmeli, ekiple çalışmalı, doğru kararları alabilme birikimine sahip olmalı, hür olmalı, atılgan ve cesur olmalıdır.
Lider Mücadelenin içinden geçmiş olmalıdır. Yenilgi ve yengi görmüş olmalıdır. Topluma karşı cömert olması ise şarttır. Bu cömertlik insanlara görev verirken de ortaya çıkar. Küçük işleri beceremeyen büyük işte tökezler. Liderin önemli ödevlerinden biri büyük hedefi belirlemek ve işlerin gidişini kontrol etmektir.
Bu dernek çalışmalarından bakanlık ve kurum yönetimine kadar böyledir. Liderin sabırlı, dürüst ve ahlaklı olması şarttır.
Kooperatifçiliğin ilk dönemlerinde Bulgaristan Türkleri tarım işlerinde ekip halinde çalışmayı ve ekip liderliğini benimsemiş ve aksatmadan uygulamıştı. Totaliter dönemde, komünist partisi her işe el atıp, her işe müdahale etmeye başlayınca, ekip liderleri kukla oldu oynatıldı ve ortak çalışma düzeni bozuldu.
Bulgaristan Türk kültüründe liderlere doğal olarak hürmet edilir. Liderlerin vatandaşlarla samimiyetine önem verilir. Örnek alınan namus ve dürüstlüktür. Türkler için; gökyüzünde Allah, Yeryüzünde Lider vardır.
(Peygamber) derdi ki; Allah diyor ki, “benim bir ordum vardır; onları Türk diye adlandırdım ve Doğuya yerleştirdim. Bir kavme kızdığım zaman onları (Türkleri) başına musallat ederim” Bu diğer bütün insanlara karşı, onlar için bir üstünlüktür. Çünkü onların adını bizat O vermiş; Onları en yüce ve yeryüzünde havası eg güzel yere yerleştirmiş; onları kendi ordusu olarak adlandırmıştır.
Bulgaristan’da 1973 yılından sonra, sözde seçme, aslında atanan liderler devri başladı. Alicenap, yardımsever olan Bulgaristan Türklerinin doğal alışkanlıklarında, emir verilmese bile işlerin, ödevlerin, etkinliklerin geleneklerimize uygun zamanında yapılması, her işte meçi, imece, para pul aramadan yardımlaşma alışkanlığı vardır. Liderlik ortak iyi niyet ve kardeşlik ruhunu oluşturandı. Her şeyin ince hesabı sorulmaz karşılıklı yardımlaşma anlayışımızın temelinde olandı.
Bu geleneklerimiz totaliter dönemde bozuldu.
Parti, devlet ve Vatan Cephesi, Komsomol gibi toplumsal kuruluş ve örgütlerin arasız baskısı huzur ve sükûn diye bir şey bırakmadı, çalıp kapma, rüşvet, dolandırıcılık, müzevirlik, muhbirlik, ihbar etme ve tuzak kurma gibi pis işler araya girdiğinde, alışılagelen düzenimiz bozuldu. Hain A.Doğan tuzağı ise gönül kırdı, vicdanımızı yaraladı. Onun DS gibi bir gizli polis kurumu tarafından idare edilir olması ise hepimizi yaraladı.
İşte böyle bir ortamda, 1990 yılının sert kış günlerinden birinde Bulgaristan Müslümanlarının önüne sözde yalnız geleceği aydınlatan Büyük bir ışık yakıldı. Bu lambayı tutan kişi Ahmet Doğan’dı. Yıllarca Bulgaristan Müslümanlarına tuzak kurma oyunlarında zekâsı körelmiş, aklı kirlenip mantarlamış bu genç, gizemli bir tavırla, ışığı hızlandırarak, yalan dolan vaatlerle halkın gözünü kör edip hepimizi dipsiz bir kuyunun karanlığına itmeye çalıştı.
Müslüman topluluğumuzun kendi yetiştirdiği öncüleri acımasızca ihmal ede ede hak ve özgürlük davamızdan uzaklaştırırken, tamamen sahte, kendisine bağılı, gönüllü köle, dalkavukluk edenleri etrafına topladı, besledi, besliyor.
Erdem ve cömert olan insanlarımızın davamızdan uzaklaştırılması halkımıza uyanış penceresi açtı.
2014’ten başlayarak insanlarımız sahte hak ve özgürlük kovanına kapandıklarını fark ettiler. Yolunu bulup sandıktan çıkmaya, kaçmaya başladılar. Yollarını kes, hepsini topla ve geri getir ödeviyle HÖH Genel Sekreterliğinden atılan şimdiki DOST Genel Başkanı Lütfi Mestan ise, o zaman yalancı- sağ liberal sürgü sallandırdı.
Müslüman Türk topluluğumuz tüm bunların GÖK KUBBEMİZİ ufaltmak, umutlarımızı kırmak, bizi dilsiz, dinsiz ve vatansız bırakmak için yapıldığının artık bilincine vardı.
Yeni liderimizi tahtında bekleyen halkımızdır.
Okuyun ve okutun.
Dostlarla Paylaşmayı unutmayınız.