Raziye ÇAKIR
Zaman değiştikçe, köy meydanlarından metropollere uzanan hayatımızda ne çok şeyin anlamını yitirdiğini görüyoruz. Eski köprülerden geçmenin bir anlamı kalmadığı gibi, insanlarımız da artık geçmişten kopmuş durumda. Köy meydanlarını zır delilere bıraktık; oralarda ne eski sohbetler, ne de komşuluk kaldı. Şiirdeki her bir dize, aslında toplumumuzun geçirdiği sosyokültürel değişimin bir özeti.
Bugün köylerimiz sessiz ve boş. Eskiden sabahın ilk ışıklarıyla tarlaya gidenler, akşam ocakta yanan odunun sıcaklığında buluşanlar vardı. Şimdi ise genç kuşaklar metropollere kaçıyor; toprağını ekip biçen, yaylalarda tur atan insanlar birer birer yok oluyor.
“Eşeğe, sıpaya gerek kalmadı” derken, aslında bir dönemin kapanışını anlatıyor şair. Eşeğiyle odun taşıyan, sıpasıyla dağlarda dolaşan insanlarımız, yerini ithal edilen mallara ve yabancı sermayeye bıraktı.
Şair, “Borç, faiz köylünün canına yetmiş” derken ekonomik yüklerin köyleri nasıl çökerttiğini anlatıyor. Gençler metropolün cazibesine kapılırken, köylerde iş ve umut tükeniyor. Hangi köyde hala büyükbaş, küçükbaş hayvan kalmış? Tarlalarda çalışan insanlar yerine artık boş arazilerde tilkiler dolaşıyor. Peki ya bu durumda şehirlere giden gençler ne kazanıyor? Borçlarıyla, faturalarıyla, metropolün betonarme yaşamında tükeniyorlar.
Toplumun Genel Çöküşü
Şiir sadece köy hayatını değil, aynı zamanda şehirlerdeki yozlaşmayı da ele alıyor. “Vergi kaçıranlar yundu paklandı, suçlular övülüp rey’le aklandı” derken, adalet sisteminin ne kadar zayıfladığına dikkat çekiyor. İktidarların, çıkar gruplarının ve yozlaşmış düzenin, toplumu nasıl içeriden çürüttüğünü apaçık ortaya koyuyor. Bugün koltuklar, soy isimlere göre el değiştiriyor; liyakat yerini akrabaya bırakıyor.
Toplumun kültürel değerleri de aynı hızla erozyona uğruyor. Eskiden oğlanlar kızlara gönül verirdi, aileler yuva kurmaya çalışırdı. Şimdi ise gençler evlenmekten korkuyor; geçim derdi, ekonomik buhran ve bireyselciliğin baskısı altında eziliyorlar.
Değişime Karşı Bir Çare Var mı?
Şairin her dizesi bir sitem, ama aynı zamanda bir uyarı. Köyde ya da şehirde fark etmeksizin, toplum olarak değerlerimize sahip çıkmadığımız sürece bu çözülme devam edecek. Ne tarladaki orağa, ne de şehirdeki kapıya gerek kalacak. Eğer geçmişin güzelliklerine yeniden dönmek istiyorsak, önce birlikteliğimizi, çalışkanlığımızı ve değerlerimize olan bağlılığımızı hatırlamalıyız.
Sonuçta, “Bu Ozan AZÂBİ alkışa doydu, ödüle, kupaya gerek kalmadı” deniliyor. Toplumun bu duruma geldiği noktada, ne ödüllerin, ne de gösterişli törenlerin bir anlamı kaldı. Geriye sadece derin bir sorgulama ve çözüm arayışı kalıyor.