Seçim günü köyümdeydim. Ben bir Rodopluyum. Gördüklerim beni derin derin düşündürdü. Gölgeler insan boyu olunca evlerinden çapalı sepetli çıkanlar tütün kazmaya, ıhlamur toplamaya gittiler. Okul önünden geçerken uğrayıp oy kullanma akıllarından bile geçmedi. Bizim oralara sanki “yetim kaldık” havası çökmüş, komşularımızda “bu iş eskidi, birşey çıkmaz!” inancı hâkim olmuş. Daha önce hemşehrilerimi beyinleri gölgeye çekilmiş görmemiştim. Şu aşamada aklı işe koşup kandırılmaları imkânsız. Sanki son kararı almış ve kenara çekilmişler.
Bir de susan insanlar travma savuruyordu. Son 23 yılda anlatmak istediklerini anlatamayanlar, susanların koynunda evinde iş ortamında yetişenler de, işitmek istediklerini duyamadıkları için yaralı gibiydiler. Nesillerin kendini yenileyemediği çok net hissediliyordu. Susarak yorgunluk atmak! Hafıza tazelemek! Onlara göre mümkündü. Susarak bekleyenlerin bekledikleri ne olabilirdi?
Göklere baktım. Bizim orada dağlarda yaşayan, yüksek kaya girintilerinde, dev ağaçlarda yuva yapan iri kartalların dönerek yükselişini, süzülüşünü, keskin gözleriyle yerde gökte nizam, huzur ve denge sağlayışını aradım gözlerimle. Rodop dağları bana “geldiler de kanat açmayın mı, dedik!…” edasıyla baktı.
“Rahmet yağdı da, toprak kabul mü etmedi?” anlamında bir bakıştı bu…
O anda hafızamın mücevher sandığından gelen bir ışıltı ansızın yeniden doğacağız elektriği verdi yüreğime…
Tek eşli yaşayan, yaşamları boyunca eş ve yuva değiştirmeyen, bacakları tüylü büyük kavgalı yırtıcıları yerde gökte ararken gözlerime komşularımın seçim sandığını boş bıraktığı takıldı.
Semaları bomboş bırakan kartallar gibiydiler. Bu benzerliğin çok önemli bir nedeni olmalıydı.
Küçük iken dedem bana, kuş türleri arasında en uzun kartalların yaşadığını, onların insanlar kadar ömrü olduğunu çocukluğumda anlatmıştı. Ancak bu yaşa ulaşmak için, yirmi beşinde çok ciddi ve zor bir karar vermek zorunda olduklarını da söylemişti. O yaşa vardıklarında pençeleri sertleşen, esnekliğini yitiren ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelen kartalların gagaları da çok uzar, göğüslerine doğru kıvrılır, tüyleri kartlaşıp kalınlaşır, emsalsiz uçuşları zorlaşır, demişti. 25’ine gelen kartal yol ağzında durup düşünür ve hayatının en zor kararını alıp, eşi olmayan bir seçenek yapmak zorundadır.
Ya ölümü seçecek ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
Yeniden doğuş süreci zaman alır, kartallarda en az 150 gün, toplumlarda ise birkaç yıl diye anlatmıştı dedem el işaretleriyle bulutlarla tepelerin kaynaştığı dağlara işaret ederek.
Var olma, doğada denge umudunu yaşatma kararı alan kartal çok yüksek bir dağın tepesine uçar ve orada bir süre kalabileceği bir yer bulduktan sonra, gagasını sert bir şekilde kayalara vurmaya başlar. Bu işi toplumsal olgularla kıyaslarsak özeleştiriyle yenilenme anlamına gelir.
Bu vuruşlar sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Yerinde kalan kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra yeni işe koşulur ve bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker, çıkartıp atar. Yeni pençeleri çıkınca ise, bu kez kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. Toplumsal hayatta bu tavsiyeler dönemidir. Hiçbir işe yaramayanların işlerinden uzaklaştırılması ve ilkeli öze dönüş sürecidir.
6 ay sonra, o kendisine en az 25 yıl veya daha uzun süreli yeni bir hayat bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş” uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Dedemin kartal hikâyesi bugünü anlayabilmem açısından çok yararlı oldu. İnsan hayatında zafer uçuşunu hep sürdürmek ister ama bunun için yapılacak olanların mutlaka yapılması şarttır. Bunların başında hayatın iyi ve kötüsüyle nesilden nesile devredilmesi, acı tatlı yaşam küpünün hep kaynaması zorunludur. Geçmiş ile geleceğin savaşı bugündür.
Öz ve ilke değiştirilmeden verilen bu mücadele haklı ve doğru olanların zaferiyle sonuçlanır. Başka bir değişle, geçen yüzyıl 6 göç yaşayan halkımızın arkada bıraktığı hayat derslerini bilmeyen, alınan dersleri doğru değerlendiremeyenler halkın önüne geçip yol gösteremezler.
Halkımıza ihanet edenlerden hesap sormayanlar önder olamaz!
Toplumsal yaşam kuralsız, kaotik bir olgu değildir. Bu seçimler bizim için “ne dersek onu yaparlar!” diyenlere ders olsun!
Kartalın hayatı ise hepimize ders olmalıdır!
Biz geçmişin gereksiz safrasından kurtulmadan, zekâmızın, bilgeliğimizin ve deneyimlerimizin yeniden doğuşla getireceği olağanüstü değerlerden yararlanma yolunu bulamayız…
Yeri gelmişken değinmeden geçemem. Hak ve Özgürlükler Hareketi yeni Başkanı Lütfü Mestan 12 Mayıs seçimlerini değerlendirirken, partinin bir önceki seçimlere kıyasla Bulgaristan Türk ve Müslümanlarından % 40 daha az, Türkiye’deki soydaşlarımızdan ise % 60 daha az oy aldığını söyleyemedi. HÖH/DPS eski ekibinin “alınmaz kalesi” olan Kırcali’den bu seçimde öteki Bulgar partiler de milletvekili çıkardı. Kırcaali köylerindeki Türk ve Pomaklardan 3.000 kişi İsmail Korman’a oy verdi.
Şuna da değineyim. Bazı suskunların içindeki beklentide şöyle bir umut da sezdim:
Türkiye, HÖH/DPS çınarını kurutmaz. Hayallerindeki Türkiye itfaiyesi sarnıçlara su doldurup dalları birer ikişer kuruyan HÖH/DPS ağacı yeniden dirilsin diye köküne sonda salıp bol bol su dolduracak! Boş umutlar bunlar…
Başka bir boş umut daha var. HÖH/DPS’yi çoktan tarih olmuş ve tamamen unutulmuş eski Demokratik Güçler Birliği (SDS) bataklığına itmek ve yok etmek. Bu operasyonla HÖH/DPS’yi lümpenize (dilenci) olmuş sola kaydırıp yatağını yani tabanını değiştirmeye zorlama planları yazılıp çizilmiştir. Bu işin baş mimarı olan Biserov, HÖH Başkan Yardımcılığına Ahmet Doğan tarafından getirilmiş olup, yıllardır süren bu uğraşısından artık sonuç almaya başladığı dikkati çekiyor. Bu “akıl hocası” HÖH ile Ataka’yı – kurtla kuzu misali bir kafese koymayı teklif edecek kadar ileri gitti.
Gözle görülen bu sinsi planların özünü belirleyen kırmızıçizgide Türklerin Türklüğü, Hak ve Özgürlük Hareketi’nin Türkleri unutması vardır. İkinci planda ise,Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türk nüfusun arasının açılması ve iki büyük topluluk olarak birbirlerinden uzaklaştırılmaları, kültürel olarak birbirlerine yabancılaştırılmaları yatmaktadır.
Lütlü Mestan önderliğindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi ve yönetimde kalan kadrolar Bulgaristan nüfusunun % 24’ünün Romlaştığını hesaba katıp partiyi etnik taban değiştirmeye zorlamakla aslında, bataklığa düşeceklerinin kokusunu hala alamıyorlar. Bu bataklıktan çıkış yoktur.
1990’da 1 milyon kişinin toplandığı mitinglerle Sofya “Kartal Köprü” meydanı’nı titreten Demokratik Güçler Birliği’nde (SDS) Başkan Vekili olan, sonra SDS’den kovulan, halen HÖH/DPS ikinci adamı görevini üslenen Biserov Demokratik Güçler Birliği partisini neden ayakta tutamadı?
SDS neden dağıldı ve ardından iz bile kalmadı? Nasıl oldu da baraj geçemez hale geldi?
Tehlikeleri neden okuyamadı?
Bugün Lütfü Mestan’la iyi anlaşıyorlar, çünkü ikisi de yok olan SDS saflarından geldiler ve politik yolda saf değiştirip HÖH/DPS başına bela oldular. Başarılı olamadılar, çünkü “Kartal Köprü”deki kartallar gagalarını ve pençelerini sökmek acısına katlan(a)madılar, tüylerini yolmadılar, yeniden doğmadan korktular. Safra keselerini temizleyemediler ve panzehiri olmayan o zehir hepsini yok etti. Yok, etti de Biserov ile Mestan ötelerindeki zehiri HÖH/DPS’ye taşıdılar ve sonuçlar ortada.
SDS ağıcının gökleri delen dallarından uçup HÖH/DPS çınarı dalına yuvalanıp, zehirlerini partimizin özüne akıttılar, başka bir değişle kartalların yapmadığını yaptılar, yuva değiştirdiler, partimizi ele geçirip bela oldular.
Söylenecek son söz şudur:
Zorluklara katlanmadan bir yerlere gelmek isteyenlerin aramızda yeri yoktur ve olmaz!
İşte böyle bir duyumlama, düşünce yükü ve dedemin bilgeliğinden gelen yeni umutlarla Rodoplardan, köyümden ayrıldım.
Tütünler dikilmiş, ıhlamurlar açmış, çapalar, satırlar bilenmiş köy hayatı devam ediyor.
Türkiye’ye Rodoplardan herkesin selamı var.
Rodop’ta ki köylüler ise gerçek Kartalı beklemeye devam ediyorlar.
Dr.Nedim BİRİNCİ
Reklamlar