BGSAM
Konu: Kültür deyip de geçme!
Kaynaklara Dönme Gereği Ne Zaman Doğar?
Bir:
Kim olduğu bilinmeyen bir kişinin ve ne zaman diktiği de bilinmeyen çamların gökyüzünü kuyruğundan tutmaya çalıştığı yüksek tepelerin arasına yayılmış şu vadinin Bulgar adı “Rojen.” Buralarda Osmanlıca konuşulurken “Çayır Bayır” imiş. “Rojen” farklı anlam taşıyor: Anlamı, Yeni olanı doğuran yer!
1970’ler’de şu geniş kırsalda kuzukların otladığı koyunların sütünden yapılan yiyecekler Sovyet uzay gemilerine gönderiliyordu. Teleskop kapağı hala açık rasathane bugün de karşı tepeden yıldızları saymaya devam ediyor.
Temmuz ve Ağustos aylarında burada “Kaba Kayda Festivali” yapılıyor. Eskiden burada yapılan hayvan pazarı geleneklerinin devamıdır. Bu yaylada 100 gaydacı sabahtan akşama aynı melodileri çalsa da, yerle göğün arası gayda sesiyle bir türlü dolmuyor. Bu festivalde başka müzik aleti olmadığına, kulak kaba gaydaya tez doyuyor, lüks bir ses ararken, tepelerden dönen sedalara sanki alışıyor.
Gaydacıların uzağına yakılmış büyük ocaklarda adını Türkçeden almış “çevirmeler” sıra sıra dönüyor. Geleneksel giysilerle bezenmiş kız ve gelinler oyun meydanında delikanlıların etrafında dönüyor.
Bu bir halk töreni olsa da herkes katılamıyor. Yerliler ve bu yörede doğup da, iç göçlerle Bulgaristan geneline dağılmış aileler özel davet ediliyor. Buluşup dertleşen, yiyip içerken kaynaşan soylu yaşlılar gibi afacanlar da aba poturlu, kuşaklı, çarıklı ve kalpaklı – “Bulgar Halk Giysileriyle” boy atıyorlar. Tepelerde rüzgâr bol, yüzlerce bayrak dalgalanıyor.
Yolları kesen polisler davetli olmayanları kaba gayda dinletisine bırakmıyor.
“Bulgar Halk Müziği” nin en son doğaçlaması olan “Çalga Müziği” ustaları, hatta büyük yıldız AZİZ bu festivalde yok. Herkesçe sevilen sanatçılardan Lili İvanova, Orlin Goranov, Vasil Naydenov vb gibi ses sanatçıları, 5 top sahasından büyük meydanları taşıran Sırp müziğinin ünlü doğaçlamacısı Glorya bu festivale katılmıyor. Çıkardığı ses “la” ile “sol” olan kaba gayda ritmine uygun oyun yapan folklor grupları iki ileri bir geri ya da bir ileri iki geri tepiyor. Bulgarların kartal gibi tepelendiği “rıçenitsa” burada oynanmıyor. Çalınan müzik ve oynanan oyunlar yalnız bu yöreye özgü.
İki:
İki hafta önce, mertekli taş duvarlı, çardaklı ve damlalık altları çiçek demedi süslü, sokakları Arnavut kaldırımı, meydanları ise çeşmeli Koprivştitsa kasabasında “Bulgar Halk Sanatı Festivali” düzenlendi. Örgütleyici olan belediye, şenlik günlerinde kasabayı daveti olmayanlara kapadı. Resim çekenlerden 50 leva, film çekenlerden ise 500 leva harç topladı. Çarıklı ve kalpaklı, gaitan yelekli ve sırma mendilli sanatçılar aralarında yarıştılar. Solo ve koro şarkılar dinlendi. Başarılı olanlar ödüllendirildi. Burada da “çevirmeler” döne döne kızardı. Koku dağa taşa yayılsa da hiçbir Çingene, hiç bir Türk ve başka bir etnikten herhangi bir kimse bu sanat festivaline de bırakılmadı.
Bulgarlar kendi çaldı, kendi söyledi, yiyip içerek aralarında neşelendiler. Radyolara ve TV yayınlarına düşen açıklamalarda Bulgar milli duygularının “biz bize ortamlarda” en güvenli uyandığına işaret edildi.
Üç:
Bu hafta sonu da, Sofya ile Botevgrad (Orhaniye) yolunda eskiden bir han olan “Jerevna” köyünde halk giysili sadece Bulgarlara açık bir “çevirmeli” tören düzenlendi. Çalınan müzik aleti kemençe idi. Davul zurna yoktu. Buluşma sık meşeli bir koruda kem gözlerden uzakta düzenlendi. Ortam Osmanlı devrinin son yıllarında avarelerin ve haydut komitaların kol gezdiği kışkırtmayı andırdı.
Görüş:
Almanya’da falan insanlar yılın belirli günlerinde taşımaktan usandıkları elbiseleri çamaşır sepetine fırlatarak, tanınmayacakları giysilerle alem edip gerginlik atmaya özenirken çılgınca eğlenirler. Bulgarların Osmanlıda yaşadıkları 19. yüzyıl UYANIŞ ÇAĞI giysilerine dönme özlemini, kendi içlerine çekinmelerini, özel çekilmelerini anlamakta güçleniyorum.
Törenler Sofya Kültür Bakanlığı girişimiyle köylük yörelerinde kültür gelenekleri özendirerek, özelliklerini yaşatma amaçlı Avrupa Birliği tarafından Bulgar Tarım Bakanlı programlarına gönderilen paralarla düzenleniyor. Ben şahsen Brüksel’in “aman bu paralarla örgütleyeceğiniz şarkı türkü dinletilerine, kuracağınız çevirme sofralarına Türkleri, Çingeneleri, Ermenileri, Gagavuzları, Yahudileri vb etniklerden hiçbir kimseyi davet etmeyiniz” notu düştüğüne inanmıyorum. Olamaz böyle bir şey!
138 yıllık yeni Bulgar tarihinde yukarda işaret edilen, kültürel etkinliklerin, ikinci dönem Kültür Bakanı olan, GERB partisi temsilcisi, Bulgaristan Türkleri’nin en sevilen ses sanatçısı Kadiriye Latifova’nın oğlu, heykeltıraş Vecdi Raşidov tarafından yönetilmesi dikkat çekicidir. Bu etkinliklerin 25 Ekimde yapılacak olan YEREL SEÇİMLERİN arifesine rastlaması ve yerel kamuoyunun bu her etnikten insanlara kapalı törenlere, onların niteliğine tepki göstermemesi de, özellikle üzerinde durulması gereken bir yeniliktir.
26 yıldan beri olumsuz icatlarına tanık olduğumuz ve yok sayılması için mücadele ettiğimiz “BULGAR ETNİK MODELİ” koşullarında yeni bir uygulamaya tanık oluyoruz. Bir yandan Türk ve Müslüman halk sanatı geleneklerimiz bin bir hileyle kurtulmak, söndürülmek, yok edilmek istenilirken burada sahnelenen yeni duruma bakın lütfen.
Bulgar Halk Sanatı ve Kültürü’nün festivalleri kendi içine kapanıyor, kaynaşmadan söz edenlerinin AB parasıyla kurulan sofralara etnikleri davet etmediği gün ışığına çıkıyor.
Tıkandım, ne yazacağımı bilmiyorum.
Brüksel, köy bölgelerinde halk sanatını yaşatmak için para gönderirken Bulgaristan’ın birçok etnik azınlığı olan bir devlet olduğunu biliyordur her halde!
Hedef, Bulgaristan’da etnik kültür renklerinin belirginleşmesi, bütünleşerek yeniden biçimlenmesi ve yepyeni bir demet oluşturulması olmalı, değil mi?
1878’den beri, hatta Bulgarların egemenliği ilan edilen 1908’den bu yana ne faşizm ne de totalitarizm dönemlerinde etnik azınlık gelenekleri, halk yaratıcılığı, sanatı, kültürü özgün özelliklerin birbirinden “ötekileştirilerek” bu denli bunalıma itilmemişti.
Artık işin içine AB kültür politikasını da çekebilenler adeta kudurmuş durumdadır.
Halk sanatı halktan gizlemek için değil, halk için vardır.
Halk sanatını kapalı ortamlarda besleyip geliştirerek milliyetçilik kışkırtılacaksa, o da yeni dönemde başka bir özelliktir.
Soru 1: Devlet, hükümet, belediyeler halkın, meydanları doldurup taşıran sevdiği, taç ettiği sanatçıları neden sevmiyor?
Gece kulüplerinde bir şarkı için kendilerine iki bin leva (2 000) leva ödenen ses sanatçıları neden halk sanatının serpilip açmaya toplandığı meydanlarda yok. Bulgar müziğinin, folklorunun yeni ayara çekilmesi zorunluluğu nereden doğdu.
Halkın sevdiği ve bağrına bastığı sanatla, yaratılmaya çalışılan yeni ayar sanatın örtüşmediği, çakışmadığı özellikler hangileridir. Ayar hangi noktada kayıyor?
Yaratılmak istenen yeni milliyetçiliğin ruhsal taşıyıcısı hangi makam olacaktır!?
Soru 2: Türklerin, Çingenelerin, Ermeni ve Yahudilerin katılmadığı halk sanat festivallerinde arzulanan Bulgar folkloru daha yaşanası bir ortam mı buluyor?
Bu sorular bin de olabilir. Beş bin de!
Halk törelerini, geleneklerini, sanatını, türkü ve şarkılarını, çalgı aletleri, ninniler, maniler, fıkralar, masallar, yazarların kaleminin sivriliği ya da körlüğü, kilise müziği, sema müziği, Mevlevi ritimleri, pastel renklerin Bulgar, Türk, Çingene tonları, lüks müzik, kaba müzik, halk bilgeliğinin uygar derinliği vb vb gibi sorulara kulak veren birileri olacağına inanmıyorum.
Farklı görüş: Bulgaristan’da can çekişerek de olsa yaşayan bir Türk halk kültürü de var. Bir etnik Türk varlığından söz ediyoruz. Bulgar halkı içinde, etnik öz olarak yaşayan yurttaşlarımızın Türk-üslüman kimlikli oluşunu kabul ederken, uygarlık ve kültür oluşturan tüm öğelerin taşıyıcısı olduklarını da kabul ediyoruz. Aynı zamanda bu etnik azınlık Büyük Türk Halkının bir parçasıdır. Türk uygarlığı ve kültüründe bir öğedir. Yaşamlarını da Bulgar devletinin yurttaşları olarak sürdürmektedirler. Ortak dilleri, dini, edebi, halk edebiyatları ve kültürel gelenekleri var.
Bulgaristan Türklerinin Türkiye Türkleri ile karşılıklı kültürel ilişkileri sürmektedir. Özellikle edebi dillimiz Türk halkının edebi diliyle de ortaktır. Bulgaristan buradaki Türklerin yurdudur, fakat Türkiye anayurtlarıdır. Bulgaristan Türklerinin tarihsel geçmişi Ortaçağlarda Anadolu Selçuklularına, Beylikler, Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Türklükle bağlıdır. Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazandığı çağda etnik Türkler olarak Türk etniği Türk ortaklığını, etnik Türk kimliğini her zaman koruya gelmiştir. Bu mücadelenin doruk yılları 1984 -1989 eriterek asimile etme ve kimlik değiştirmeye karşı verilen sert tepki ve direniş olmuştur. Bu mücadele aynı zamanda Türk gelenek ve ahlakını, kültür ve uygarlığını koruma mücadelesi olarak gelişerek güçlenmiştir.
Şu anda Bulgaristan Türk müziğinin saz ayarlı mı piyano ayarlı mı olduğunu yazabilecek durumda değilim. Halkın gönlü saz dinlemek isterken, Kazanlık’lı kızımız Sibel Amerika Birleşik Devletleri’nde piyano solo icra birincisi oldu. Şumen’li İbrahim ile Hasan dünya piyano gençlik birincileri olmaya hazırlanırken, geçen hafta şehirdeki kuyruklu piyanoların hepsinin akordunu bozmuşlar.
Hiçbir köyümüzde, hiçbir kasabamızda, hiç bir Türk hanemizde hala piyano yok. Sazların sapları kırıldı.
Son 26 yılda Bulgarşstan’a akordeon ithal edilmedi. Köylerdeki okuma evleri hemen hemen kapandı. Haskovo’nun Stambolovo köyünde, Razgrat ve Kırcali’de Türk Sanat Festivalleri yapılıyordu, bu yıl yalnız Kırcaali’de düzenlendi.
Tabandan kopmayı başaran yetenekli genç sanatçılarımız dünya birinciliği basamaklarından tırmanırken Türk azınlığının geleneksel kültür düzeyinden kopuyorlar.
Ne İbrahim, ne Hasan ne de Sibel eser sayısı altı yüzü bulan güfte ve notaları kitaplara giren, yarım asır önce Kırcaali, Şumen ve Razgrat Türk Tiyatrolarında çalıp söylenen sözlü halk zenginliğimizi örenemeden, töresel halk kültürümüze basmadan yüksek kültürün profesyonel zirvesine sıçrayabildiler.
İslam öncesi ve İslam sonrası yaratıcılığımız, var olmamızı algılamaya ilişkin dünya görüşünü değiştiren mesnevi ve mevlit kültürümüz, totalitarizmle gelen ve devam eden kültürel çöküş içinde sararıp soluyor.
Osmanlı döneminde, hele 15-inci ve 16-ncı yüzyıllarda Rumeli edebiyatında renklenen barış ve huzur içinde yan yana yaşama motifleri, iyi komşuluk ve hoşgörü kültürü büyük darbeler aldı.
Bugünkü gençlerimiz “Tuna’nın kıyısını yıkmak isteyenlere isyanını”, asker ve eşkıya türkülerini, “Çakıcıyı”, “Arda Türküsü’nü”, kaynana gelin türkülerini, Rodop sanatını ve Göç ağıtlarını, Muhacir destanlarını, Bayram Türkülerimizi bilmeden, öğrenmeden hayata atılıyorlar.
Bulgaristan’ın Osmanlıdan kopmasından sonra da Türk ahalisinin yaratıcılığı sürmüştür. Ayrılık, kahramanlık, savaş, direniş motifleri folklorumuzla çok yanlı bağlantısı olan aşık saz edebiyatında geniş yer almıştır. Halk şiiri her devirde halkımızın acı ve sızılarına, umutlarına tercüman olmuştur. Büyük Göçten sonra söylenen Rodop şarkı ve türkülerinin büyük bir elemle yüklü olduğunu belirtmek isterim.
Başında da belirttiğimiz gibi Bulgar folkloru kendi başına olmak üzere yeniden değerlenip toparlanmak, köklerine dönmek ve doğuşundan taşıdığı özellikleri dış müdahalesiz koruyarak sivrilmek ve gelişmek için çaba harcıyor. Bu amaçla AB maliye kaynaklarından yararlanma yollarını da bulmuşa benziyor. Kuşkusuz Bulgar kültürü kaba gayda ve kemençeye, yalnız halk giysilerine ve çevirme kızartmaya dayanmıyor. Kültürel kalkınmaya ve 1990’da dibe düşen Bulgar ruhunun diriltilmesine milyonlar harcanıyor ve yeni olanaklar da sağlanmaya çalışılıyor.
Kültürel kardeşlik olarak Bulgarlar bir yandan Moskova’dan kopmaya çalışırken, okullarda Rusça dersleri kaldırılırken, Rus sanatçıları Sofya sahnelerinde coşku yaşatamaz olmuşken, Rus edebiyatçıları, müzisyenleri ve ressamları artık Rus Akademilerinde eğitilmez olmuşken, oluşan boşluğun doldurulması da zor oluyor.
Boş kalan birçok alanın başında TV ekranlarında Rus filmlerinin yerini Türk dizileri başarıyla doldururken, “Anadolu Ateşi” ve Tarkan gibi sançtılar en büyük sahneleri taşırabildi. Reşat Nuri Güntekin’den başlayarak, Yaşar ve Orhan Kemal’e, Aziz Nesin’den Nazım Hikmet’e, Bin Bir Gece Masalları’ndan Evliya Çelebi Seyahatnamelerine, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli ve Elif Şafak’a vb birçok klasik ve modern Türk yazar ve şairi Bulgarcaya tercüme edildi ve yayınlandı. Eserleri tanıtma geceleri, yazarlarla görüşmeler düzenleniyor.
Bulgarlar Türkleri, Türklüğü ve Türkiye’nin geçmişini ve yarınlarını daha iyi algılamaya başlarken, yarım milyondan fazla Bulgaristanlı Türkün artık çeyrek asır Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşaması, çalışması, okuması ve kültür sanat etkinliklerine katılması ve Türklükle kaynaşması yepyeni bir durum meydana getirdi.
Bir sonraki yazımızda Bulgaristan Türklerinin edebiyatı ve sanat kültürü üzerinde duracağız.
Kaynaklarımıza, özümüze, saz ayarına, dönme zamanı gelmedi mi? Bu defa Bulgarlardan geri kalmayalım…