BGSAM

 

Eskiden Sofya Parlamentosu’nun olduğu yer Müslüman Mezarlığı imiş. Geçen sene Baş Müftülük 1944’ten sonra devlet tarafından el konan Vakıf ve Baş Müftülük taşınmazlarını geri almak için 90 dava birden açınca Bulgar Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü Akademisyen Georgi Markov Baş Müftü Hacı Mustafa’yı ziyaret etmiş ve

 

  • Sakın parlamento binasını istemeyin,

demiş. Akademisyen şaka etse de, bu meclisten hayırlı bir şey çıkmaması insanı düşündürüyor.

 

Bugün Bulgar parlamentosu açıldı, salonda hava çok gergindi.  Parti liderleri birbirine karşı daha ilk günde iğneli konuşmaya başladı. Bir arada en yaşlı mebus olan St. Danailov YEMİN METNİNİ kaybetti. Metinsiz de yemin olmaz tabii. Bulgar Başpiskopos’u oturum Başkanı  Danayilov’un tam önüne oturmuştu ama o da İncili beraberinde getirmemişti. Bizim Baş Müftü de Balkonda oturuyordu, fakat o da beraberine Mushaf almamıştı. Neyse en sonunda yemin metni bulundu. İşler böyle karışınca şöyle düşündüm:  Her halkın bir nebze de olsa sabrı vardır, kuşkusuz sabrında sınırı vardır, o sınır aşılınca ise öfke hakim olur ve kafalar çalışmaz olur. Mezarık üstüne meclis kurunca da belki böyle olur…

 

Konuşmacıların hepsi meclis kürsüsüne sanki Türklere karşı konuşmaya çıktı. “Ataka” lideri Siderov AB ile NATO’ya karşı da konuştu. Milliyetçi Cephe lideri Simıyonov’un derdi Türkiye’den daha güçlü ve daha dikenli sınır perdesiyle ayrılmak, soydaşlara seçme ve seçilme hakkı tanımamak, ana dil meselesini unutturmak, Türk gençleri yine inşaat erleri olarak toplayıp bedava çalıştırmak, Bulgarcayı bilmeyen çocukları okula almamak, iki çocuktan fazla doğuranlara yardım göstermemek vs. vs. Gel zaman git zaman biz konumuza dönelim.

 

 

Çatısından kopan bir tahta, damından uçan bir kiremit, duvarından yuvarlanan bir taş senelerce düştüğü yerde kalır.

Bu sözler bizim için söylenmemiş de kimin için söylenmiştir acaba!

24 yıl önce koptuk yuvamızdan yurdumuzdan ve sel gibi aktık Türkiye’ye. 24 yıldır konuşuyor, tartışıyor, sönmüş gibi olan o küllenmiş közlerde gizlenen naif özlem hiç beklemediğin bir anda birden bire alevleniyor.

Şimdi Bulgaristan’da çalan plak değişmiş, yeni yüzünde bizimkiler “Bulgarcayı inadına onlardan daha iyi öğreneceğiz, bunlar bizimle başa çıkamaz” diyorlar.

 

“TV 7” televizyon yayınına telefondan bağlanan yaşlılar “Tanrı bizi cezalandırdı, kofadan dökülür gibi yağışlar, seller, kar kış hep bizi buluyor,” lanetliyiz, ediyorlar.

Hayatın gösterdiği üzere insanları evinden, yerinden yurdundan kovmak da büyük vatan sahibi olmak için yeterli olmuyor. İnsan kendi başına gelmeden acısının neresini dağladığını anlayamıyor. Ağılamaya kıvranmaya başladılar.

 

Yaratan kimi nerede isterse orada yaşatıyor. Bizden kalan topraklarda hasat, bağ bozumu olduğunu işittiğiniz mi? Bu evladı olmayan ananının süttü de olmadığı gibi bir şey. Sahipsiz bahçede ne sebze ne meyve olur.  Bu sene kiraz tadamadık, yağmurdan patladılar, cevizlerin içi de boş…Su baskınları Burgas ve Haskovo gibi büyük şehirleri göl yaptı. Çalıp kapanların malı mülkü, hayvanları, saman ve yemlerini sel götürdü, ilahi adalet sanki gereğini görüyor. Doğal afetler alışılmamış çok farklı deli divan bir çehre gösteriyor. Şimdiye kadar bizde şehirlerin su altında kalmamıştı! Ekim ayında içi insan dolu araçların 6 metre kar altında kaldığını işitmemiştik.

 

Bulgar’ın kendi aklına derin çizgiyle yazdığı bir atasözü var:

Yanlış yaptığını gördüğün düşmana yanlışını düzeltmesi için yardım etme!

Böyle bir söz bizde yok. Okurlarım işitmemiş olabilir. Bulgarlar bizimle olan münasebetlerinde hoşgörümüzü istismar etti. Sıcak gönüllü olmamız kötüye kullanıldı. Bu yüzden olacak ve bizi düşman bildiklerinden devlet zulmüyle köklerimiz sökerken kimse bize “Nasılsın?”, “Nedir bu başınıza gelen?” demedi. Kimse merhametli olmaya asla cesaret göstermedi. Demek oluyor ki, bizi hakikatten düşman bilmişler ve hiçbirimize yardım eden olmadı.

 

Şu bizim hoşgörülü, müsamahalı sözümüzün yerine onlarda Fransızcadan çaldıkları toleranslı sözü geçerlidir. “Biz size karşı toleranslıydık!” demeye devam ediyorlar. Aslında şu “toleranslı” sözcüğünün Paris genel evleri tüzüğünden alındığını bilseler, belki de durup derin bir nefes alırlar. XVIII. asırda Paris’te fuhuş evleri gelişirken çalışan bayanlardan her müşteriye aynı nezaketle davranıp aynı ince hizmeti kusursuz vermelerini sağlamak için bir İÇTÜZÜK hazırlanmış ki adına TOLERANS TÜZÜĞÜ demişler. Şimdi bize “size karşı toleranslı davrandık” diyorlar. Ağlar mısın güler misin!  Bugün yeni meclise dolan vekillerin yüzüne gözüne bakan gazeteciler “sabır taştı” dediler. Belki “tolerans sınırları aşılırsa” kavga olur, akıl erdirilemeyen yerde fiziksel güç kullanır gibi bir şeyler geçiyor akıllarından olabilir. Bunu da ben düşündüm. Oysa bizim kültürümüzde mezarlıkta kavga edilmez, acele de edilmez, nasıl olsa her birimizin vakti saati gelir…

 

Bununla birlikte ben soydaşlarımızın yeminli gibi ve inadına hareket etmesine de akıl erdiremedim. Bulgaristan’daki seçimlere seçmenin % 48’i katıldı. Türkiye’de ise soydaşlarımızdan 150 bin oy beklenirken yalnız 60 bin kişinin yani % 40’ı sandık başına gitti. Biz öteden beri  her işte Bulgarlardan ilerideydik. Nasıl oldu da şimdi geri kaldık?

 

1992’de bizim şu oy verme derdinden kurtulma şansımız doğmuştu. Büyük Halk Meclisi Bulgaristan’ı parlamenter cumhuriyet yerine, Başkanlık rejimi ilan etseydi işler değişirdi. O zaman şu git seçim gel seçim derdinden de toptan kurtulacaktık. Aslında parlamenter cumhuriyet dendiğinde bir Çarlardan, Sultanlardan ve Genel Sekreterlerden bir çırpıda kurtulduk. Bizim parlamentonun cephe duvarına BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR yazmışlar. Bunu da biz icat etmemişiz. Belçika devlet armasından çalmışız. Öteye beriye büyük büyük laflar yazıp çizmenin hiç anlamı yok. 1916’da kurulan Belçika bugüne kadar birleşip kaynaşamadı. Son dönem 2 sene hükümetsizdi. Bu hükümetsizlik de salgın gibi şimdi bize sıçradı.  Bizde geçerli olan başka bir atasözü var: “Nerde çokluk orda bokluk!” 42. mecliste 4 parti birbiriyle ortak dil bulamazken, şimdi 8 partinin turna, yengeç ve balık gibi hareket etmesi işten değil. Bizde her şey perde ardından idare edildiğinden, onlar da insan tabii, mezarlık işlerine fazla karışmaz oldular, bu yüzden mecliste konuşulanın ne kontrolü ne de geçerliliği var.

 

Eskiden bizim Bulgaristan’da köylüler doğuştan zekiydi. Meclise giren köylülere bakıyorum, kör cahil oldukları bakışlarından okunuyor. Git zaman gel zaman insanlarımız değişti. Lütfü Mestan’ın işi de zor. Çalma elektrik kullananlardan biri olan Samakov’lu Al. Metodiev’i (Bat Sali) soydaş oylarıyla mebus yaptı. Yönetimindeki 180 Rom hane çalma elektrik kullanıyormuş. Her gün meclise gelirse çalmaya vakit bulamaz! Düşünmüş olabilirler. Ne ki, onun mebusluğu etrafında büyük yaygara koptu. Bulgaristan elektrik şebekesi her yıl 1 milyar leva zarar ediyor ama yıkılmıyor, çünkü çalınan elektrikten doğan açığı bütçe kapıyor. Gel zaman git zaman bu işler 24 yıldır böyle. Liseyi bitirdiğimde avukatlık okumak istiyordum. Kısmet değilmiş. Rusya’da böyle imkân bulamadım. Okusam da ne olacaktı ki!. Dolandırıcı tayfasının adalet duygusu bizden çok farklı! 1 milyar levalık elektrik çalındığını görmek istemeyenlerin gözü HÖH –DPS mebusu Bay Sali üzerinde. Havadaki bulut ne kadar büyük olursa olsun, herkes üzerine düşen damladan şikâyetçi. Mebus maaşı 4 500 (dört bin beş yüz) levadır. Nihayet, Samakov Çingeneleri’nin elektrikli sobada ısınmadı, her yıl 1 milyar levalık elektrik çalanlara ağır geliyor. Oysa aralarından bazıları düne kadar “Yârin yanağından başka her şeyde ve her yerde beraber olacağız!” diyordu. Anlaşılan söz sahibi olanlar mezarda ve dalaverede ortaklık istemiyor…

 

Bulgaristan Türklerinin Türk partisi bildikleri Hak ve Özgürlük Partisi’ne oy vermelerini anlıyorum. Halen bu meraktan vazgeçen 90 bin kişi var. “Kendi işimi kendim bilirim” havasına girenler sandığa gitmiyor. Bir kapıdan çıkanın mutlaka başka bir kapıdan içeri gireceği diye bir şey yok. HÖH’ten soğanların yeni seçimlere kadar ısınma vakti var. Bu da olaylardan gelişmelerden durum değişikliğinden uzak düşmenin doğurduğu yeni bir tutumdur.

 

Bulgaristan’daki durum çok farklı! Yeni-liberal bir politika izleyerek, oy veren, hak ve özgürlük için savaşan, hapis yatan ve çok sefil bir durumda olan halkın dertlerini ve sorunlarını tamamen unutan HÖH-DPS partisi tabanında çok büyük bir hareketlenme gözleniyor. Sol partilerin sosyal politika izlemeye yanaşmadığını, işyeri açmadığını, fiyatları düşürmediğini, enerji sorunlarını çözmediğini, sağlık sorunlarını ve eğitim işlerini arapsaçına çevirdiğini görün hak kendini DPS partisinden çekti. DPS’nin daha fazla oy aldım diye böbürlendiğine bakmayın siz. Başkasının sayasındaki koyunların sahibi vardır. GERB partisinin aldığı 1 126 000 (bir milyon yüz yirmi altı bin) oyun % 9.5’ yani yaklaşık 100 000 (yüz bini) Türkler ve Pomaklar tarafından verildi. Seçimle politik tutum değişikliği ortaya çıktı. Bu açıdan değerlendirildiğinde 5 Ekim 2014 seçimlerinde çok büyük bir uyanda ve yeni yönlenme olduğu dikkati çekti.

 

Pazartesi gün meclis açıldı. 8 parti verilen oyların % 95’ini temsil ediyor. Bulgaristan bir parlamenter demokrasidir, yürütme meclisin onayındadır, yani Bakanlar kurulunu meclis seçer. Son iki senede Bulgaristan’da 4 hükümet kuruldu. Hiçbiri halkın onayını alan bir programla ortaya çıkmadı. Mecliste oturanların gözü önünde ağır ve hafif sanayi ile tarımsal üretimden sonra enerji sistemi de çöküyor. Bu arada ülkenin en büyük özel bankası Kooperatif ve Ticaret Bankası (BTK) iflas etti. Bankacılık sistemini hırpaladı. Neden olduğu  4-5 milyar levalık  zararla, yeni hükümetin kurulması yolun da tıkadı.

 

Meclisin açılışında konuşan GERB parti Başkanı Boyko Borisov, istikrarlı ve güvenilir bir hükümet kurulmasının çok zor olduğunu itiraf etti. Halkın politikacılara güveni bitmiş gibi.

Daha oy sayımı yeni bitti. 2 haftadan beri birinci ve ikinci tur ortaklık görüşmeleri yapıldı. Fakat kesin sonuç alınamıyor. Hükümet kurmakla yükümlü Borisov 3 şık üzerinde durdu.

Bir) Önümüzdeki 8 ay için bir geçici hükümet kurulsun ve 1 Temmuz 2015’te  yerel seçimlerle birlikte yeni bir erken genel seçim yapılsın;

İki)  2 yıllık bir geçici hükümet kurulsun ve 2016’da Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte yeni erken genel seçim yapılsın;

Üç) Meclisin destekleyeceği dört yıllık bir azınlık hükümeti kurulsun.

Bu seçimlerden güvenilir, istikrarlı ve barışçı bir hükümet çıkmadı.

Gel zaman git zaman adam gibi adam olmayan yerde hükümet bile kurulamıyor.

Yoksa bu işin içinde Sofya’nın eski mezarlığının şeytanlarının çevirdiği bir iş mi var!?

Reklamlar