Musa VATANSEVER
Son yıllarda dünya siyasetinde yerel yangını çıkaranın hemen ardından itfaiyeci olduğu dikkatleri üzerine topluyor. Aertık “iyi olanları” ve “kötüleri” belirleyen aynı merkezdir.
Yakı Doğu’daki yerel savaş ocaklarına kibrit hep dışardan atıldı. Yangın söndürmeye gelenler de hep dışardan, uçaklarından bombalar yağıyor.
Yakın geçmişte Lübnan ve Beyrut böyle yıkıldı. Saddam’ın Irak’ı böyle yok edildi. Afganistan, Yemen, Filistin alevlenirken, birden “Arap Baharı” patladı. Camilerin içine tabancayla girmek yasakken, namaz esnasında bombalar patladı. Mezhepler arası çatışmalarla İslam uygarlığının temelleri birçok yerde dinamitlendi. “İslam Devleti” doğdu. Dere boyu terör akıyor. Birbirlerinden öç almak isteyenler New York’tan Paris’e ellerinden geldiğince silah şakırdatmaya devam ederken, Yakın Doğu’da maskeli teröristlerin beyaz tenli olduğu ve Arapça bilmediği her gün kanıtlanıyor.
Modern Dünyayı anlamak zorlaştı.
Gerginlik noktalarındaki olaylar üzerinde yapılan analiz ve sentezlerde topu dolandıranların en sonunda hep aynı kapıya gol atmak istediği gözden kaçmıyor. Bu kapı, barış içinde, güvenli bir ortamda, dostluklar dünyasında yaşamak isteyenlerin devamlı rahatsız edilmesine ve zor günler yaşamaya zorlanarak yalvarır duruma düşürülmesine açılıyor. Bu iradeye boyun eğmeyen, uymayan ve her zaman kardeşlerinin ve mazlumların yanında yer alan bir devlet varsa o da Büyük Türkiye’dir. Türkiye iradesi XX. yüzyılda yeniden oluştu. XXI. yüzyıla devlet sınırlarını kat kat aşmış bir biçimde girdi. 100 yıl önce emperyalizm ve çakallarını denize dökerek BÜYÜK ZAFERİ kazanan Türk milleti Avrupa ve Asya gibi iki ana kıtada bir asır boyunca silaha sarılmayan tek büyük devlettir. Çanakkale kutlamaları buna kanıttır.
Irak savaşında komşu ve kardeş Müslüman halkının yanında yer alan Türkiye iradesi aynı kararlılığı ve cömertliği Suriye iç savaşında da gösterdi. R.Tayyib ERDOĞAN başkanlığında güçlenen Türk olma iradesi, uzakta veya yakında ezilen halklara, savaş kurbanlarına kucak açıp himaye etmeye devam ederken, çağımızın gerçek barış için mücadele veren devletlerin arasında başı çeken ve yön veren bir siyaset izlemeye devam ediyor. Uluslar arası forumlarda sözü giderek daha ağır basan devlet vatanımızdır. Ankara’nın Filistin halkına koşulsuz arka olması, dışardan kışkırtılıp desteklenen PKK ile uzlaşma ve silah bıraktırma yolu bulması ve genel Orta Doğu keşmekeşi ve dinmeyen sıcak iç savaşlarında sokanlılıkla barış kalesi güveni kazanması büyüdükçe büyüyen saygı kazandı ve takdir ediliyor. Bu yapıcı politikanın Balkanlar’da da kesilmeyen bir barış esintisi yarattığını vurgulamak istiyorum.
Geçmişin Dönüşü derken anlamamız gereken nedir?
Balkanlı ve Yakın Doğulu olduğumuz kadar, biz bir de gerçek Avrupalıyız. Günümüzde esas meselenin kesişme noktası ne yazık ki yine eski kıtadır. Ana çelişki Amerika ile Rusya arasındaki hegemonya kavgasıdır. Olay yeri yine Avrupa’dır.
Bilindiği üzere, bundan 70 yıl önce, eski ve yeni tarihlerin en büyük savaşı – İkinci Dünya Savaşı’nda son silah patladı. Berlin Kreuzberg’te Hitler Almanya’sının yenilgisi ve Rusya, Amerika, Fransa ve İngiltere’den oluşan müttefik güçlerin zaferi imza altına alındı.
Avrupa kıtasının büyük savaş sonrası sınırları daha savaş devam ederken, 4-12 Şubat 1945’te, o zaman Ukrayna devlet sınırları içinde bulunan Kırım Yarımadasındaki Yatla sayfiye merkezinde 3 devlet başkanı – Y.V. Stalin, W. Churchill ve F. Roosevelt’in Ortak Bildirisiyle çizildi. Eski kıta yeniden parçalandı, yeni düzeni belirlendi.
Yeni kurulan düzene karşı ilk konuşan ve onun ne pahasına olursa olsun bozulmasını isteyen lider, imzası hala kurumamış olan, İngiltere başbakanı W. Churchill oldu. O,5 Mart 1946’da ABD Misury eyaletinin Ful ton şehrindeki Westminstar kolejindeki konuşmasında dünya geleceğe ilişkin çok açık bir PROGRAM ortaya koydu. Yeni tarih bu demeci yeni bir dünya savaşının başlangıcı yani SOĞUK SAVAŞ’IN ilan edildiği ve DEMİR PERDEN’İN çekildiği gün olarak kabul etti.
“Demir Perde” bir Baltık Denizi limanı olan Şçeçin’den Adriyatik Denizi’ndeki Tries’e kadar uzatılırken, eski kıtayı ikiye böldü. Yeni durum Berlin Duvarı’nın düştüğü güne kadar yani 44 yıl devam etti. Demir Perde ülkeleri adı verilenler arasında Bulgaristan da vardı. Bu devletlerde totaliter rejim kuruldu. Totaliter düzen sözünün harfi anlamı her şey üzerinde komünist devlet kontrolü kurulmasıdır. Bu kontrol, yasama, yürütme ve yardı birbirine bağlanarak gizli ve üniformalı polis gücüyle gerçekleşmişti. Bulgaristan Türkleri o terör dönemini 50’li ve 70’li yıllarda kitlesel göçle aşmaya çalışsalar da, çok ağır geçirdiler. Totaliter rejimin insanlık dışı zulmü, Türk, Pomak ve Müslüman düşmanı politik zorbalık uygulamalarının en iğrenç zirve örnekleri 1972’de, 1984–1989 döneminde verdi. Türk isimlerini değiştirerek, İslam dinini yasaklayarak, kültürel soy kıyımla, asimile etme politikasıyla kimlik değiştirmede insanlarımıza daha önce eşine rastlanmamış eziyet çektirdi. Büyük sayıda kurban aldı. Soy köklerimizin yok edilmesinin amacı tarihten silinmemizdi. Türk olarak devlet kütüklerinden silinmemiz, bir etnik azınlık ve özgün öz kültür taşıyan bir topluluk, dini ve gelenekleri, yaşam biçimi ve öz ahlakı olan bir azınlık olarak yok edilmek istenmemiz, dünya çapındaki bir cepheleşmede DEMİR PERDE ardında kalmış olsak da Avrupa demokratik güçleriyle kaynaşma yolları bulduk. Türkiye’deki soydaşlarımız ve Ankara devlet olarak bize kanat açtı. DEMİR PERDE yıllarında hayatımızın kara sayfalarını yaşamak zorunda kaldık. Totalitarizme karşı direnişimizde eski kıtanın ve dünyanın insan hakları örgütleri, barış ve demokrasi güçlerinin desteğini her an her yerde hissettik, gücümüzü haklı olmamızdan aldık, sarsılmaz ve yenilmez Türk olma iradesi etrafında birleştik..
Geri dönen Demir Perde.
Burada bir parantez açarak, DEMİR PERDE kavramının Churchill’in bir buluşu olmadığına işaret etmek istiyorum. Bu kavram ilk defa, Büyük Savaşın sona ermesinden 3 ay önce, Almanya’sında çıkan Nazi dergisi “Das Reich”ta Hitler’in propaganda şefi Göbels’n bir yazısında belirdi. Yazısında, Batı devletlerrini, savaşı Sovyetler Birliği kazanırsa Doğu ve Orta Avrupa’nın Bolşevik çizmesinin ökçesi altında kalacağına uyarırken şöyle diyordu:
“Sovyetler Birliği’nin engin coğrafyası da göz önünde bulundurulduğunda çok muazzam bir dünyaya DEMİR PERDE düşecektir.” Hakikatten de öyle oldu. Hitlerin demir perdesi ile Sovyet rejiminin demir perdesini karşılaştıran D-r Jelü Jelev “Faşizm” eserinde, “ikisi de aynı,” dedi.
Churchill’in demecinden bir hafta sonra Moskova diktatörü Stalin, “Pravda” gazetesindeki cevabında şöyle yazdı: “ Olayın esasında Bay Churchill ve onun İngiltere ve Birleşik Amerika’daki dostları, İngilizce konuşmayan halklara özel ve kesin bir uyarıyla (ültimatom) bizim hâkimiyetimizi gönüllü tanıdığınız halde, sorun kalmaz, diyor. Bunu yapmazsanız savaşın patlaması kaçınılmaz olacaktır, haberini iletiyor. Ne dersiniz, Hitlere karşı 5 yıl savaşan halklar Hitler’ciliği Churchillcilikle değiştirmek için mi savaştılar?”
Yazılıp çizilenlere bakılırsa o zaman ABD’nin elinde 130 atom bombası vardı, Hiroşima ve Nagazaki nüfusu üzerine salınan 2ikisi dünyayı ağılatmaya yetti. 76-sı SB’ inde patlatılacaktı. Pentagon haritalarında hedef haritası işaretlemişti. Olabilir ya, belki de o zaman Batı liderleri Stalin’in elinde hidrojen bombası olduğunu henüz bilmiyor ve her şeyin cezasız kalacağını umut ediyordu. Yeni durumu öğrenenler sıcak savaş hedeflerini, soğuk savaş planlarıyla değiştirdi. Ve dünyaca silahlanma yarışı başladı.
Bugünkü durumda gerginlik, 1990’da Sovyetler Birliğinin 15 devlete bölünmesi ve Orta ve Güney Avrupa sosyalist devletlerinin Sovyet Bloğu’ndan ayrılıp Avrupa Birliği ve Batının savunma paktı NATO’ya bağlanmasından sonra dinmedi. 15 bağımsız devletten biri olan Ukrayna’ya göz dikilerek onu da Batı dünyasına bağlama yelteniş, çok ciddi bir sıcak savaş ateşi yaktı. Bu arada Moskova silah patlatmadan Kırım Adasını Ukrayna’dan koparıp aldı. Böylece Moskova Karadeniz’e iyice üstlendi. Bugün tank top mermileri 500 km uzağımızda gece gündüz patlıyor. Rus dili konuşan Doğu Ukrayna bağımsızlık için silaha sarıldı.
Şu anda DEMİR PERDE’NİN tam nereden nereye kadar uzandığını ve hangi köylerin Batıda hangilerin de Doğu’da kaldığını söyleyebilmek imkânsız gibi, çünkü kazan kaynamaya arasız devam ediyor. Bu yüzden ABD tankları, topları, zırhlı araçları Atlantik limanlarına inip bütün Batı Avrupa üzerinden geçerken sanki gövde gösterisi yapıyor. Sanki “Hey uyanın!” diye uyarıyor.
Yeni üslerinden biri Bulgaristan! Düzelim Dobruca’mızın Şabla bölgesi tank ve füze doldu. Bezmer askeri hava alanı genişletildi. En büyük savaş ikmal uçaklarına pis ve hangar yapıldı. Bulgaristan CEPHE ÜLKESİ oldu. Amerikan askeri yiyeceklerini beraberlerinde getirdiklerinden bizim pazarlara çıkmıyorlar. Kesin anlaşıldı ki, bu defa biz DEMİR PERDE ardında yani Batı yandayız. Değişen Doğuludan Batılı olmamızdan fazla, 70 yıl sonra SOĞUK SAVAŞ’IN geri dönüşüyle Demir Perde’nin yeniden çekilmesidir. Avrupa ve dünya yeniden ikiye bölündü. Bu bölmesi ve dönüşü dayatanlar şimdi demokrasiyi korumaya geldiler. Olay budur.
Dünya üzerine bu büyük kavgada Ana Vatanımız Türkiye Cumhuriyeti’ ateş dışı kalmayı başardı. Şimdi de her zaman olduğu gibi mağdurdan uyanadır. Barıştan yana yapıcı dış politikamız Cumhurbaşkanımız R.Tayyib Erdoğan’ın Kiev’e yaptığı son ziyaretle bir daha doğrulandı.
Yeni ortamda Bulgaristan durumuna da bakalım.
Ukrayna sorunlarına çözüm ararken Batı dünyasının hem ABD hem de AB olarak Moskova’ya yaptırım paketleri (empargo) uygulaması bizde de siyasi tutum belirleyici oldu.
Yapılan anketlerden alınan sonuçlarda, kuşkusuz halkımız DEMİR PERDE zamanlarının dönmesine, totaliter rejim eziyetinin bir kuşak daha yaşanmasına kesinlikle karşı olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmedi. Halkın % 60’ı ekonomik ve mali yaptırımlara karşıyız, derken, ancak % 21’i diyor. Bir defa yaptırım politikası zorlama siyasetinde bir uygulama biçimi olduğundan birçok sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Bizim Rusya’ya dış satımımız durmuş durumda, enerji kaynaklarımızın Rusya menşeli olmasından dolayı beklenen darboğaza hemen girdik. Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Alman pazarına bağlıydı, Ticaretimizin % 70’i Almanya ile yapılıyordu. Savaştan sonra mallarımızı % 80 Doğu’ya gönderdik. Son yıllarda Doğudan kopmaya çalışırken Batı’ya da henüz tamamen kenetlenemedik ve arada kaldık. Yaptırımlar ekonomimizin belini tamamen kırabilir. İsrail ile Sırbistan kısa dönemde Rusya Pazar payımızı kaptı.
Yazıma, Moskova’da yapılacak 9 Mayıs anma törenleriyle başlamıştım. Cumhurbaşkanımız R. Plevneliev törenlere katılmayacağını açıkladı. Daha önce Cumhurbaşkanı P. Stoyanov da katılmamıştı. Böylece biz artık Rusya’ya “saldırgan” deyen koroya kesin olarak katılıyoruz. Ne dersiniz bilmem, anlaşılan GEÇMİŞİN DÖNÜŞÜ başladı. Görülen köy kılavuz istemez. Bizi düşündüren yeni zamanların bizim kimliğimizi ve yaşayışımızı nasıl etkileyeceğidir.
Devam edecek.