Boyaciev’le Sofya İşçi borsasında karşılaştık.
– Duvar işçisi mi lazım? diye sordum.
– Hayır, boya, fayans ve kapı pencere dedi. Türk işçi aramıyorum, yabancı,
Kuzey Batı Bulgaristanlı da olabilir. Tırın tarafından… diye ekledi.
Önce gözlerim karardı. Birden kötü düşündüm. Eskiden işçilerde milliyet aranmıyordu, acaba yine bir şeyler mi karıştı!?
– Ne oldu be Bay Boyaciev, eskiden bizi seçerdiniz, kusurumuz ne?,
ağzını arıyordum. Başını çevirip bakmadan uzaklaştı. İyice yaşlanmış, ağır yürüyordu.
1991’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalistlerden adaydı. Bir TV tartışmasında, Demokratik Güçler Birliği adayı Jelü Jelev’e “fes” ve “ibrik” dedi. Sonradan pişmanlık fayda etmese de, “pişman oldu mu?, bilmiyorum. Kendisi eski komünist, uzun yıllar Almanya ve Avusturya’da kaldığından Bulgarların arasında biraz geniş görüşlü, bakış açısı farklı bir entelektüel olarak saygı görse de, “Kremikovtsi Demir Döküm” fabrikasında Türk ve Çingene işçilerin amiri olarak yıllar geçirdiğinden, bizi hem bilir, görünüşte sever ama içten içe….bilirsiniz işte… Ne de olsa “Hoş” demeden havlamayan köpeklerdendir.
İlk bakışta pek göz dolduran bir şahsiyet sergilemediğinden mi, Türk ve Müslüman desteği kazandığından mı olacak, rakibini biraz ürkütüp karalamakla puan kazanacağını sanmıştı. Oysa gerçek hiç de görüldüğü gibi değildi. Dr. Jelev sosyalizm yıllarında Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde doktora tezi hazırlarken Lenin’in “Madde Kuramı”ndaki “Madde Tanımı”nda eksik bir şeyler bulmuş, Bulgar Bilimler Akademisini, Felsefe Fakültesini, bilinen Akademisyen Todor Pavlov’u ve hatta Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosunu tiril tiril titretmişti.
Meslekten hukukçu olan Boyaciev, Jelev’in cesareti ve argümanları karşısında, solda sıfırdı. Hatta eminim, Dr. Jelev “fes” ve “ibrik” gibi kötü niyetle ve aşağılamak amacıyla söylenen sözlerden rahatlamıştı. Somut anlamı, “sen Türklerden birisin, onların oylarıyla Bulgaristan’a Cumhurbaşkanı olmak istiyorsun” olan hakaretleri ciddiye alan yoktu. 1990’da Bulgaristan Türkleri bir ayaklanmada geliyor, Büyük Göçle ülkeyi ırgalamış, çok kararlı ve mert demokratik kitlesel güç olarak sahnedeydi. Bu nedenle, “vatandaşlık haklarından, medeni hukuktan” fersah fersah uzakta olduğunu gizleyemeyen sosyalistlerin adayı, demokratik görüşlü Bulgar seçmenden oy alamamıştı. Türkler bir demokratik aydın olan Dr. Jelev’e inanmışlardı. O, TV tartışmasında “sen bir ibrikçisin” diyecek kadar küçük düşen rakibine tebessümle bakmıştı. Boyaciev Cumhurbaşkanı olamadı. Avukatlık yaptı. Eski zenginlerin Vitoşa Dağı eteklerindeki evlerini kiraya verdi.
Kiraladığı binalardan biri, Bulgar kamuoyuna “Saray” olarak tanıtılan ve HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın oturduğu korumalı evdir. Bu binaya yıllardan beri badana yapılmamış, içine yapı ustası girmemişti.
Ahmet Doğan’ın “saray” denen bu eski eve taşınması HÖH partisi kurucularından biri olan ve 12 yıl Başkan Yardımcısı ve Örgüt Sorunları Sekreteri görevini yapan Osman Oktay’ın partiden kovulduğunda İstanbul’da Yalçın Koçakla görüşmesinden sonra Bulgar dış istihbaratı gizli polis “DS” ye bir yazılı jurnal iletti. Bu ihbar alındığında K. Dal HÖH Başkan Yardımcısı ve A. Doğan’ın sağ koluydu. A. Doğan’ı yok etmek için bir dış komplo hazırlığı bildirilmişti. Devlet önlem aldı. Milletvekili olan ama meclise uğramayan, içki bağlılığı dikkati çeken, seçmenden ve parti kitlesinden tamamen kopmuş bir hayat süren Doğan Boyaciev’ten kiralanan “saraya” taşındı. O, o gün bu gün oraya kapandı. Girip çıkışı, ziyaretleri rejime bağladı.
Bu, böyle yıllarca devam ederken, 18 Ocak 2013 sabahı Sofya NDK kurultay merkezinin delege dolu 9. salonunda kürsüden rapor okurken A. Doğan’a tabanca sıkıldı. Bu kurusıkı tabancadan önce Doğan’ın kafasına namlu dayanmamıştı. Nüfus kaydı “sarayda” olan Doğan zamanının daha büyük kısmını İsviçre’de ve “Baham Adaları”nda geçiriyor.
Öyle ama son günlerde iskambil kâğıtlarını karıştıran bir olay oldu. Bu defa Osman Oktay değil, Oktay Yeni Mehmedov da değil, A.Doğan’ın en yakın dostu, hem 1985’te gizli polis “DS” nin 12 ajanıyla birlikte Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi Partisi kurucularından, hem “liderle” birlikte Sofya hapishanesinde nar eskiten, hem de 10 Ocak 1990’da Varna’da yine bir sürü gizli polis ajanı “DS” muhbiri ve hainle birlikte Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisini kuranlardan biri olan, bir de A. Doğan’ın 20 yıl birinci yardımcısı görevinde bulunan, birkaç dönem milletvekilliği olan Kasım Dal, şimdi HÖH partisinin yeni Genel Başkan’ı Lütfü Mestan ile HÖH milletvekili ve MYK üyesi Delyan Peevski’yi öldürtme hazırlığı içinde olduğu haberi geldi. Daha doğrusu olay 8 aylık bir sırdır. Yine Türkiye kaynaklı bir anonim ihbardır. Bulgar gizli polisi ihbarı alır almaz K. Dal’ı 8 ay gece gündüz izledi. Dinledi. Yazdıklarını okudu. Ona gelen yazıları peşin inceledi. Bu ön tedbirler yetmedi. Şimdi, Ahmet Doğan gibi, L. Mestan ile D. Peevski’ye güçlendirilmiş özel devlet koruması verildi. Verildi de, halen başka bir köşk bulunamadı. Öyle korumalı, camı kurşungeçirmez, kapısında top patlasa açılmaz, çatısına yumruk büyüklüğünde tolu düşse kiremitleri kırılmaz, kardan çökmez, bahçesindeki akağaçlar, çamlar ve diş budaklarla birkaç meyve ağıcına uç ay su verilmese kurumaz bir “köşkü” nereden bulsunlar ki? Fahri başkanı çıkarıp Başkana verelim fikri akla yakın geldi.
Bu konuda ilgili yerler birkaç toplantı yaptı. Türk sultanlarının saraylarından çıkarıldıktan sonra nerelere gönderildiği incelendi. Genelde Batı ülkelerini tercih ettikleri ve gidiş o gidiş bir daha geri dönmedikleri tespit edildi. Doğan’a da “saraydan çıkan geri dönmez” mantığıyla İsviçre’yi seçmesi tavsiye edildi gibi…
Tüm bu haberlere kulak misafiri olan Petır Boyaviev de “saraya yeni kiracı yerleştirmezden” önce şöyle bir eskinin pasını kokusunu almak ve her yere yaz sonu güz başı ferahlığı vermek için borsada usta boyacı arıyordu.
– Ustaların Türk olmasını istemiyorum, çünkü eski kiracımdan kalma
bazı izler var. Duvarlarda patlamış boş ve dolu şişelerin yara bere izleri, içerde öldürülenlerin canlı ruh görüntüleri, girip çıkanların kullandığı çok farklı parfümler eşyalara sınmış, havalandırdım olmadı, plastik boya, vernik, renkli cila yapılacak ve bir sürü başka işler var, derken sizin oğlanların tüm bunları görüp öğrenmesi, konuşulur, işte bunu sizin görmenizi istemiyorum, dedi.
– Bay Boyaciev sen biz “ibrikçilerin” ciğerimizi bilirsin, bizde sultanlar
eski saraya taşınmaz, daha çalım bir yer bulunamadı mı? diye sordum.
– Ek masraf yapmak istemiyorlar. Bilirsin duvarların içi böcek dolu, bu
yüzden, böyle idare etmek zorundayız, dedi.
– Şey, o giderken Kafkas çoban köpeğini alacak mı? acaba diye yetiştirdim.
– Bilmem, dedi.
Bana kalsa, bu iş de oldubitti gibi görünse bile, bazı bilinmeyen tarafları var gibi.
A. Doğan gider gibi yapsa da gerçekten gidicimidir!, yoksa yine istersem çıkarım gibi… oyunu mu yapıyor?
Taburcu olmakla kiradan çıkmak arasında fark var tabii. GERB hükümetiyle başının belaya gireceği ortada. Şu banka işi de kokmaya başladı. Bütün parasının şu Ts. Vasilev’in kapılarına kilit vurulan bankasında tuttuğu ve kaybettiği söyleniyor. Düşman başına gelmesin!
Hapisten çıkmak aklanmak anlamına da gelebilir, ama memleketten çıkıp gitmek ya kaçmak ya da kovulmak anlamına gelir ki, ikisi de gönül açıcı değil…ağzını bıçak açmayan Ahmet banka ile birlikte çökmüş olabilir…?
Ya zaten “haydan gelen huya gider” deyenler hep haklı çıkmıyor mu?
Adam yapsın onarımını ve ötesine Allah kerim….!
Hadi geçmiş olsun!
Rafet ULUTURK