Bulgaristan’da ANA GEÇİM KAYNAĞINIZ NEDİR? sorusunu kime sorarsanız sorun, bizim insanlarımızdan alacağınız cevap ÇOCUKLARIMIZ SAĞ OLSUN!, olacaktır.
Avrupa ülkelerinde çalışan gençlerimizin bu yılın başından beri evdeki yakınlarına gönderdikleri döviz 1 milyar Evro’yu geçti. Gençlerimizin ana bölümü normal sigortalı işçi, birçoğu mevsim işçisi, başka bir bölüm de kayıtsız işçi olarak çalışsa da, 2014’ten başlayarak hepsi Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yasal olarak kayıtlı işçi olarak çalışma hakkını elde ettiler. Bu yıl gerçekleşen en büyük ve hayırlısı edinim kuşkusuz budur. Avrupa merkezlerinde de çalışmak var çalışmak var. Sigortalı olunca emeklimiz, sağlığımız güvence altında olacaktır. Ne var ki, Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyeliği, büyük uğraşlar sonucu elde edilen edinimler değişik etniklerimiz tarafından farklı kavrandı ve amaca yönelik ve kurallara uygun şekilde kullanılmıyor. AB bir Geçim Kaynağı konusunu bu açıdan ele almak istiyorum.
Bu güzel temenni ve tespitlerden sonra gerçek duruma bir de daha yakından bakalım. AB ülkelerinde medya Ekim ayında “Göçler Haftası” düzenledi. Radyo ve TV konuya büyük yer ve zaman ayırdı. Bu yıl Avrupa anakentlerinde en fazla yolsuzluk yapan grubun Bulgaristan ve Romanya Çingeneleri olduğu defalarca tekrarlandı. “Fayneyşıl Tayms” gazetesi bu vesileyle özel bir araştırma gerçekleştirdi. Yayınlanan yorumlarda iki sonuç dikkati çekiyor: Bir, göçlere karşı dalga yerli nüfusun % 72-83 oranına yükselmiştir. İki, 6 ay sonra yapılacak olan AB parlamento seçimlerinde seçmenlerin % 20’si milliyetçi partilere oy vererek, yabancı akımına karşı daha sert tedbirler alınmasından yana çıkmıştır. AB parlamentosuna aşırı milliyetçi vekiller dolarsa yabancılara karşı “Berlin Duvarı” örülmesi bile gündeme gelebilir. Biz Bulgaristan vatandaşları olarak AB içindeyiz ve yabancı düşmanlığı bizi doğrudan etkileyemez, kanısındayım.
AB ve yabancılar konusunu rakamların diliyle konuşursak, 2012 yılında Avrupa Birliği’ne üye 27 devletteki yabancıların toplam sayısı 47 milyon 200 bindi. Şunu noktayı açsak iyi olur. Bu rakamın % 17 milyon 200 bini AB ülkelerinde dünyaya gelmiş ve orada oturmaktadır, belirli ölçüde yerleşiktir. Bu arada, “Arap Baharı”ndan sonra Kuzey Afrika’dan ve şimdi de Suriye’den göç dalgası sel gibi akmaya devam ederken, Bulgaristan’da yaşayan yabancı sayısı ancak 100 bin kişidir. Son tahminlere göre, Bulgar-Türk kara sınırını kolayca geçebilen Suriyeli savaş kaçaklarının sayısının 500 bin kişiyi bulmasından söz ediliyor.
Şunu önemle vurgulamak yerinde olur: XX. yüzyılın ikinci yarısında başta Almanya olmak üzere, önce Ortak Pazar sonra da Avrupa Birliği ülkelerinin hızlı ekonomik kalkınmasının temellerinde Türkiye, Portekiz ve İspanya’dan ucuz iş gücü, “konuk işçi” ithali çok büyük rol oynamıştı. 60 yıldan beri aynı yerde oturan ve üçüncü kuşak AB içinde yaşayan bu insanlar vatandaşlık haklarını da kazanmış olup, İslam dini yaşam kurallarına bağlı kalmak suretiyle kendi özgün yaşayış biçimlerini oturtabilmiştir.
Türklerle ilgili durumun böyle olmasına karşın, yabancı işçiler ve ardı arası kesilmeyen göçler AB ülkelerinde birçok açıdan problem olmaya devam ediyor. Bu sorunların başında AB ülkelerinde yerli nüfusun yaş ortalaması 41,9 iken, yabancıların yaş ortalaması 34,7’dir ve bu, sayıları artık 28 olan üye ülkelerin tümü için geçerlidir. Yabancıların yerlilerden genç olması kendiliğinden bazı sorunlar doğururken, sıkıntıya neden oluyor.
Bulgaristan’dan AB ülkelerine akan geçici göç içinde çok ilginç bir ayrışımın başlaması ve derinleştiği dikkati çekiyor. Etnik Bulgarlar ve Bulgaristanlı Türk ve Pomaklar, kendilerini “Bulgar’dan Bulgar yapan” ve arada Vatanımızda kabul gören genel kültürden çok farklı bir kültürle Avrupa’ya çıkmış olan bizim Çingenelerden uzak durmaya, onlarla senli benli olmamaya, işte beraber olmamaya gayret gösteriyorlar. Çingenler ise, her yerde kırmızı pasaportlarını sallayarak “biz Bulgar’ız” yaygarası koparırken, Avrupalıları hayrete düşüren sahneler sergiliyorlar. Resmi istatistiklerde, Bulgaristan dışı AB ülkelerdeki toplam Bulgar Romu sayısının 700 000 olduğu ve genellikle Paris ve Brüksel gibi büyük ana kentlerin varoşlarında barındıkları dikkati çekiyor. Ortaya çıkan bir başka özellik de, Bulgar Çingenelerin Bulgarca konuşmaları, pasaportlarında dil, din, etnik kimlik gibi, onları öteki gurbetçi Bulgaristan vatandaşlarından ayırt eden başka bir belirti olmamasıdır. Bu, evrak üzerinde Bulgarlar ile Çingenelerin eşit olmasından kaynaklanıyor. Avrupa makamları bu konuda işi gırgıra bindirmiştir. Sınır kapılarında, uçak alanlarında ve resmi makamlarla temaslarda Bulgar pasaportlulara sorulan sorular arasında şunlar dikkati çekiyor: “Sliven’de kaç milyon Çingene var?” bu soru bir Bulgar vatandaşına Avusturya Almanya sınırında sorulmuştur. “Sen bir Bulgar isen, cildin neden beyaz, neden kara değilsin?” bu soru da Belçika sınır kapısında sık sık sorulan sorulardan biridir. Benzer sorular, AB ülkelerinde polisin ya da gümrükçülerin topluluğun değişik coğrafya bölgelerindeki nüfus dağılımı üstüne gerekli ayrıntılı bilgiye sahip olmadığı anlamına gelmemelidir. Bunlar, bizim Çingenlerle ilgili vakaların sıklıkla gündem oluşturmasından kaynaklanıyor. Sık sık meydana gelen cinai ve cezai vakalar başlıca Bulgar pasaportlu Çingen yabancılardan kaynaklandığında dolayı, AB’de Bulgarlara bakış olumsuz etkileniyor. Bulgaristan Türkleri ve etnik Bulgarlar Batı Avrupa ana kentlerinin Romlarla dolup taşmasından tiksinmiş olup, onlardan uzak durmanın yollarını arıyorlar.
Çingen ev eğitiminden gelen ve çalıp kapmayı GEÇİM SAĞLAMADA ESAS ALAN yaklaşım, 350 Çingen kadı ve kızın bir özel uçak seferiyle Londra’da Sofya’ya gönderilmesine neden oldu.
Durum böyleyken, bir de, AB ülkelerinden biri olan Yunanistan’da basın, sözde kayıp olan, aslında bir başka Bulgaristanlı Çingene ailesinden 500 Euro’ya satın alınan, sahte kimlikle evlatlık edinilen, bir Rom ailesinin dramını uluslararası sahneye çekti. Bu ailenin “bakmak” niyetiyle Çingen talikası (furgon ev) etrafına topladığı çocuklar için 2 790 Euro sosyal yardım aldığı gündem konusu oldu. Çingen çergesindeki feci durum, pislik, sorumsuzluk, sefalet kitle iletişim araçlarında işlendi., olay Yunanistan’dan Bulgaristan’a sıçradı. Şimdiki ağır mali bunalım koşullarında, komşu bir ülkenin sosyal yasalarından yararlanarak GEÇİM SAĞLAMA konusu enine boyuna tartışıldı.
Bu gibi durumlarda her zaman olduğu gibi, bu kez de sınır tanımayan çocuk ticareti konusu gündeme geldi. Vakaların bir ucu hep Bulgaristan’a uzandı. Bulgaristan’da hamile kalıp Yunanistan’da doğuran ve çocuklarını satanlar Çingen bayanlar birinci sayfalara çekildi. Alıcı olmasa Pazar kurulmaz, diyebilirsiniz. Çocuk satın alanlar olmasa çocuğunu satmak isteyen de olmaz. Öyle ama bu iş artık çığından çıkmış, önünü kesmek zor. Bebek alıp satma, kaçırma, evlatlık edinme olaylarıyla ilgili son araştırma Bulgaristan’ın Novi Pazar (Yeni Pazar), Yambol, Burgaz şehirlerine kadar uzandı. Son 20 yılda dönen bu çarkın asıl Kuzey Bulgaristan’ın Pavlikeni, Mihaylovgrat, Vidin ve Lom gibi merkezlerinde geçim kaynağı olduğu ortaya çıktı.
Bu yasa dışı pratiğin temelinde şöyle bir gerçek var. Çingene karısı Bulgaristan’da hamile kalıp ilk aylarında Bulgar sosyal hizmetlerden hamilelik parası, sağlık kurumlarından bedava sağlık hizmeti alıyor. Hamileliği ilerlediğinde, elindeki pasaportla Yunanistan’a çıkıyor. Doğumu orada yapması önceden tezgâhlanmıştır. Sınırda beklenen hamileye doğum esnasında yardım gösterilir. Doğumdan sonra da, bebek ticaretini kontrol eden özel kliniklerde bir süre kalır. İlgili “sağılık kurumu” bebeği sahiplenir, anasına bir miktar parayla birlikte Bulgarcaya tercüme edilmiş ve tasdikli “ölü doğdu” belgesi verilir, mezarlıkta boş bir kabrin iki başına iki haç dikildikten sonra, doğum yapan ve evladını satan Çingene kadını Bulgaristan’a dönüp olayı muhtara anlatır, evrakları sunar, sağlık kurumlarına “ölü doğan” bebek hakkında belgeler sunulur ve o artık yeniden hamile kalmaya hazırdır.
Bu konuda basında çıkan söyleşilere bakılırsa, kim ana kim baba, alan kim satan kim, çalan kim meseleleri Arap saçı gibi öylesine karışıktır ki… Yunan başkenti Atina kenarındaki Larisa kasabasında polis baskını esnasında bazı kadınların 9 çocuğu olduğu, bunlar normal olarak dünyaya gelmiş olsa, bir kadının 6 ayda doğum yaptığı gibi saçmalıkların ortaya çıktı. Akla fikre sığmayan sahtekârlıklar, rüşvet olayları vb. gizlenemedi. Sahte evrak tanzim eden şebekeler var. Bu olay öyle bir parladı ki, Kanada, Birleşik Amerika, Polonya ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerde kaçırılan çocukların DNK testiyle bulunmasına çalışıldı. Dünyanın en kötü ticaretlerinden olan çocuk ticaretinin çok geniş boyutlarda uluslar arası yaygınlaşması hem büyük bir sıkıntı, hem endişe hem de korku uyandırdı. Çocuk ticaretinin ardında, organ mafyası gibi, dünya çapında örgütlü kuruluşların bulunduğu, bu işte büyük paralar döndüğü ortaya çıktı.
Bu Çarşamba çıkan Sofya “Standart” gazetesi, Yunanistan’a gitmeyi başaramayan, 14 yaşında Burgazlı Çingen kızı Mariya’nın parkta peyke üzerinde doğum yaptığını ve hem polise hem de sağlık ekiplerine zor anlar yaşattığını yazdı. Mariya bir yıl önce aynı şekilde yine parkta bir de oğlan doğurmuştu.
30 Ekim tarihli “Presa” gazetesi, Bulgaristan’da ancak 350 bin Çingen olduğunu yazarken, sanki kanunda “yalan yazana ceza yok” gibi davransa da, Dış İşleri Bakanı Volgin “Bulgaristan’ın en büyük sorunu Çingen nüfus sorunudur” demekten geri durmadı. Çingenlere oy deposu olarak bakmaya başlayan Hak ve Özgürlükler Partisi’nden bu konuda resmi açıklama beklendiğini bir daha beyan ediyoruz.
Kuşkusuz bu durumda, herkesin aklına ilk gelen, insanları adli suça sevk eden yalnız Geçim Sıkıntısı mı gibi sorulara yanıt aranmalıdır. Konumuz GEÇİM KAYNAĞIDIR ve ister istemez şu noktalara da değinmek zorundayız. Karınları şişmesin, yüzleri kırışmasın, doğururken çıkan haykırışlardan ses tellerine bir şey olmasın diye doğurmayan ve evlatlıklarını “kov yoz salonundan” seçen ve bunu yaparken “yaratanın kav yoz” olduğunu sanan emsalsiz güzeller, bir kadının en önemli vazifesi olan, ana olma görevini yerine getirmekten aciz olmakla, aslında “modern köleliği” yaratanlardır. Avrupa İnsan hakları bildirgesinde 14 yaşında doğum yapmak, tecavüz sonucu olup, kölelik biçimidir. Kısırlığı ilahlaştıranlar için, bu gidişle belki sütanaları çiftlikleri kurulacak. Yetenekli ana babalar meslek ve güzellik peşinde koşarken doğurmamaya devam ederse, dünya kaç asır gerilere gider, hiç düşündünüz mü? Bu doğal ya da rastlantı gelişmelerin insanların geçim kaynaklarını etkilediğini, her gün değiştirdiğini, değişime ayak uydurulamasa işlerin zorlaştığını, kimileri için “U” dönüşü yapmanın ahlak sorunu bile olmadığını, anlatmaya çalışıyorum. Bulgaristan’da 50’den fazla anasız babasız, bırakılmış, ortada kalmış, kimsesiz, sefil çocuk yurtları, ilk ve ortaokullar var. Son çözüm bumudur, yoksa bu ağır sorunu çözmek için de yeni anahtarlar aranmalımıdır. AB üyeliğimiz kendiliğinde çözüm sunmadı. Eğitimsiz, parasız, mesleksiz insanların AB’de kentlerinde dilenmekten ya da çalmaktan başka ne işi olabilir. Ahlaklı ve düzenli bir ortak yaşam yolunun yalnız sosyal yardım dağıtmaktan geçmediğini artık kabul etmeliyiz.
Konuyu işleyen Alman basınında, insanlık “modern kölelik çağı”na girdi, cümlesi belirdi.
Çocuk ticareti geçim kaynağı oldu mu! olay değişiyor kuşkusuz. Bu soruyu soran bizler XXI. yüzyıl kaprislerini, derinleşen mi yoksa yerinde mi sayan bunalımın yarattığı yeni olguları algılamakta güçlük çekiyoruz. Uluslar arası çocuk ticareti ülkemize uzanmış, uluslar arası suçlara kaynak durumuna gelmişiz ve olay iyice yerleşmiş, kendi mekanizma, usul ve ruhunu yaratmış, mafyalaşarak belirli bir kesimin GEÇİM KAYNAĞI DURUMUNA GELMİŞ, ben utanıyorum.
14 yaşındaki kızlar doğuruyor. Doğurup peyke üzerine bırakıyor. Dünyaya getirdiği çocuğu görmeden yeniden yükleniyor. Yalnız biz, namuslu ve dürüst, Bulgar vatandaşı olma onuruyla yaşayan ve yasalara uyulmasında ısrarlı olan sıradan vatandaşlar değil, AB içinde, Alman insan hakları savunucuları da biz kadar tepki gösteriyor. Hala olgunluk çağına girmemiş olan bir kız çocuğu istese de, istemese de, eğer devamlı hamilelik durumunda yaşamak zorunda bırakılıyorsa, tek geçim kaynağı buysa, hamile kalıp çocuk taşımak ve sonra doğurup peykede bırakmak, bebe satmak modern dünyada bir kölelik biçimiyse, ben bu dünyada yaşamak istemiyorum. Erkeğin hamile bıraktığı kadını tanımadığı, doğacak oğlan ya da kızını hiçbir zaman görmeyeceği, tanımayacağı, annenin satmak için yüklenip doğurduğu bir dünyada her şey olur ama mutluluk olamaz, kanısındayım. Yarın “köle köle doğurur” inancı uyanacak. Moral bakımından en geri ülkelerin en gerisinde kalmaya namzediz. Modern köleliğin ana kaynağının Vatanımız olması ne kadar acı bir şey, değil mi… Roma İmparatorluğu zamanında, bizim topraklarımızda bin yıl süren kölelik devrinin yeni biçimini insanlık yeniden yaşamayı kabullenir mi acaba? Biz uzak kalalım lütfen. Buna razı olamayız! Bunları yanıtlanması zor sorular.
Etnik kökeni ne olursa olsun, yaşadığımız ve modernleşmesi ve demokratikleşmesi için mücadele ettiğimiz toplumumuz insanı bir meta durumuna getirilmemeli. Bu yolu kesmeliyiz. Modern dünyada çocuklar alım satım nesnesi yapabilir mi? olmamalıdır. İnsanlığın şimdiye kadar ömrü bedenle ruhu birbiri içinde ve birbirinden ayrı anlamaya çalışmakla geçti. Ben bir bebenin eşdeğerinin para olabileceğine inanmak istemiyorum. Çocuk sevgisi parayla değiştirilebilir mi? Ana sevgisinin karşılığı olabilir mi? Hele para hiç olamaz! Birimiz hepimiz için yeni geçim kaynakları yaratalım. Bu konuda uyanalım.
Reklamlar