Tarih: 08 Eylül 2018
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Ruhunda yenilmezlik olan bir halkız!
Biz Türklerin uykumuz sırasında düşüncemize parlaklık gelir. Bu kafamızdaki konunun dağınıklıktan kurtuluşunu simgeler. Böylece duyumlarımız ve fikirlerimiz toplanır, gruplaşır ve bir noktaya yönelir.
Fikirleri doğru bir biçimde ifade ettiğimizde ve gözüne baktığımız insanların bizi anladığını, damağımızdan akanı kavradıklarını duyumsadığımızda ise, kendi kendimize ah şimdi oldu, demesek de, bunu hissederiz.
Sözcük dağarcığımızı zenginleştirdikçe ve dünyayı, onu öğrenmek ve bilmek isteyenlere en basit sözlerle ve ferah anlatabiliyorsak, hak ettiğimiz saygınlık kendiliğinden mayalanır ve büyümeye başlar.
Biz Bulgaristan’daki Türkler dünyaca biliniriz. Türkçemiz Türkçenin en durusudur:
Akıtma gözümün yaşını ırmak gibi.
Al kollarına sar beni.
Bir sevda yeli esti gönül bahçemde,
Gönlüm gecelerce arzular seni.
Ajda Meşeli
15 Eylül geliyor. Okul zili çalacak. Türk çocuklara sınıf odası yok, sınıf odası olsa rahle yok, ikisi de olsa ders kitabı yok, üçü de olsa bile öğretmen yok, o da olsa müfredat yok. Okula gitmeden, yukardaki dörtlüğü kaleme alacak şair, derdini dökecek yazar yetişemez. Her şey insanın belleğinde kalır, ya ölür ya patlar.
İşte bu bir patlamadır:
Balkanlarda Türk Olmak
*Stranca (Yıldızlar Dağı) ötelerinde, sert esen bir rüzgârla geldim dünyaya…
Şanım şerefim: Türk olmak.
Suçum yine aynı: Türk olmak.
Bizim kimlik formatımız şu sorulara cevap arıyor:
Bir soy sop ve tarih bilincimiz varsa, içindeki gizem nedir?
Biz kimiz?
Bireysel kimliğimiz. Bizi ötekilerden ayıran, polisten aldığımız kimliğimiz, pasaportumuz, iş kartımız, öğrenci kartımız, bankadaki kredi kartımız vs her birimizin bireysel kimliğimizi belirler. Fakat bu evraklardaki ismimizde, baba adı ve soyadımızdan başka hiçbir şey bizim Türk kimliğimizi göstermez.
Kişisel kimliklerimiz. Bu bizim okulda, sevdiğimiz takımda, kulüpte, askerde, üniversite, okumayı sevenler, şiir sevenler, saz ekibi, koro ya da satranç veya spor takımlarındaki kimliğimizdir. Bunların resmi bir kartı olabilir ve olmayabilir de…
Ulusal – kültürel kimliklerimiz. Nüfus kütüğündeki soy sop ilişkilerimizi yansıtır. Bu bilgiler Bulgaristan’da Belediyelerdeki ESGRAUN şubesinde toplanmıştır. Burada kişiye özgü at, evlilik, çocukları, askerlik, sabıka, öğrenim vb bilgiler bulunur. Bunlara dayanılarak verilen pasaportla, öteki ülkelerin vatandaşlarının kimliğinden ayrılırız. Bulgaristan Türkleri dil, din ve kültürleri evrak üstüne işlenmeyen bir etnik ve kültürel azınlıktır.
1970 yıllarına kadar kimliklerimizde milletimiz Türk, dinimiz İslam olduğu kaydı vardı. Asimilasyon (kimliksizleştirme) sürecinde tüm özelliklerimiz, taşıdığımız başka kimliklerimiz, sosyal kişiliklerimiz, rollerimiz statümüz silindi.
Canlı kalan ve yaşatmaya çalıştığımız bir tek soru var: “Kimiz, kimlerdeniz, nereden gelmiş, nereye gideriz?”
Bu sorunun cevabı ise şudur:
Geleneklerimizden dolayı (bizde)
Herkes bilir kim olduğumuzu! Biz Türk’üz!
Şiirimizin aktığı yolca devam edelim.
Bir başkadır Balkanlar’da Türk olmak Ey Anadolu!
Kalemim kırılır acıdan, yazmaya kalksam.
Kelimeler dayanmaz, kelimeler yetmez…
Anlatmaya kalksam.
Bu satırlar çağdaş insan kimliğinin tarihten kaynaklandığına işarettir. Biz tarihin tanıdığı en büyük devletin ümmetinden gelen ve esir düşen bir parçada “ötekilere karşı ben” kavgası vererek, kendi Egosu’nu yani Benliğini yaratabilen Bulgaristan Müslüman Türkleriz.
Buradaki öteki yeni benliğimizle sosyal ekonomik ve kültürel baskılara karşı direniştir. Okullarımız, kültür ocaklarımız, Türk ocaklarımız kapatılarak bunalımlara itildikçe bireysel kimliğimiz değişmemiştir. Birey ve gruplar olarak, Vatan konusunda her zaman birlik olmuşuzdur.
Bulgarların kendi bencil dertlerinden başkaldırarak, daha 1879’da birinci Anayasa hazırlanırken “Çeşitlilik içinde birlik veya Birlik içinde çeşitlilik” konusunda bizi anlayamaması (Rusların baskısıyla da anlamak istememiş olabilir) 138 yıldan beri ötelenmiş olmamız ve Vatan yorganını hep kendi üstüne çekmeleri, bugünkü dibe çöküşün özündeki büyük yanılgı ve çelişkidir.
En büyük yanlışları Türkleri yabancı görmeleri oldu:
Türklük uğruna ne destanlar yazıldı da,
Kırcaali’de, Deliorman’da, Tuna’da…
Sorsan, kimsenin haberi yoktur bunlardan.
Oysa yaşıyorlar,
Her biri, Türk’ün kalp atışlarında
Bulgaristanlı Müslüman Türkler yaklaşık bir buçuk asırdan beri çok şiddetli saldırı dalgalarına göğüs germek ve onları yenerek varlığını sürdürerek geliştirmek ve güçlendirmek zorunda kaldı.
Bu mücadelede güç kaynağımız tarihimiz, aynı dil, din ve geleneklerle tarihi paylaştığımız Türkiye’de Türk halkı ve devleti olmuştur. Bu mücadele bir toplumsal-kültürel kimlik arayışı kavgasıydı. Bu direnişlerde pek çok değerli kurbanlar vermemize, edinimler yitirmemize rağmen, kanımızın durmadan aktığı savmayan bir yara olan savaşırken göçe zorlanmamız, ayrı bir acı ve çiledir. Biz talihliyiz. Göçler bizim için tarihin sonu olmadı. Kimliğimizi arama çabalarımızın devamı oldu. Anadolu – anavatan – bize kucak aştı.
Zor günlerdi… Ey Anadolu, çok zordu yaşananlar…
Kılıç yarasından beterdi, yüreklere saplanan acılar.
Yine de dayandı hepsine Türk’ün çevik yüreği…
Ölmeyi denedi de, dili bir türlü; ‘Ben Bulgar’ım’ diyemedi.
Ne işkenceler çekti nice şanlı yürekler, bir bilsen…
Ateş üstünde yürümek mi dersin,
Kan ter içinde dövülmek mi dersin…
Yolda yürürken, bir türkü mırıldanmışsın gönlünce…
Para cezası yemişsin.
Üstelik onların istediği gibi de giyinmemişsin…
‘Adın ne? ‘ diye sorduklarında,
‘Ben Türküm! ‘ diye cevap vermişsin.
Bulgar olduğunu iddia ettiklerinde de,
Şiddetle inkâr etmiş,
Ve… Zindana mahkûm edilmişsin.
Bu şiiri okudukça, içindeki kendi çilelerinin acısında kendi kimliğini bulanlarımız çok olur. Yüreğim yandı, diyenlerimiz…
Biz bugün artık bize zulüm edenlerin son derece bilgisiz insanlar olduğuna inanıyoruz.
Kimliğimiz, tarihimiz, geleneklerimiz, dinimiz ve kültürümüz, medeniyet taşıyanlar olduğumuz adına kafalarına sıkıştırılmış olanların, zehir, kuruntu ve zandan ibaret olduğunu da biliyoruz. Onlar bizim zekâmızla birlikte kalbimizin de düşünüp taşınarak bilgi üretmemizdeki rolünü, kalbimizle ağladığımızı, varlığın hakikatini kavramada, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırma gibi özelliklerini bilmezler.
Sabırlı ve merhametli olan bizler, her zaman umut yüklü olduğumuzdan buhranlardan kurtulacağımıza her zaman inandık. Onların buyurduklarının tam tersini yaparken, kendimize adil dünya ufku açtık, zeki ve güçlü bir muhakeme yeteneğine sahip olduğumuzdan karanlıkları delebildik. Gerektiğinde güvenilir kişiler öncülüğünde isyan ettik. Ne var ki, ikinci sınıf insanlar olarak muamele gördüğümüz yıllarda çektiğimiz acıları asla unutamayız. Asker aldık kazma kazdık, inşaatlar yaptık, TES’ler yaptık, tren yolları yaptık, tünel açtık. İmtiyazı olmayana her gün kara yazılmıştı. İmtiyaz sahipleri ise hainlerdi, Kimlik tüccarlarıydı.
Ne yazık ki, yine bugün bazılarımızın yaşadıkları sıradan hayatı özlemeye zorlanmaları, çok feci bir gerçek olduğu gibi, bizdeki hainliğin tacıdır. Ne yaparlarsa yapsınlar, Biz Türk Dünyası’nda, Anadolu’da ve dünyada halklar tarafından sevilenleriz. Bize karşı insanlık sınırları çiğnendi aşıldı. Zalim dediklerimiz Tanrı’nın koyduğu kurallarımızı çiğnediler, hadlerini aştılar, haklarımızı ihlal ettiler. Başımıza sarılan haksızlık ve adaletsizlikti. Kurdukları tuzaklardan şimdi kendileri çıkamıyorlar. Dünyaya rezil oldular.
Ah Anadolu, bir bilsen…
Nasıl mahrum ettiler bizi ezan sesinden.
Ramazan’da davul sesinden,
Bayramlarda çocukların sevincinden,
Düğünlerde bir parça musikisinden,
Adımızdan, şanlı Türk adımızdan…
Nasıl da mahrum ettiler.
Aslında onlar bizi kimliğimizi, tarihimizi, dilimizi, dinimizi, adet ve geleneklerimizi öğrenip uygulamaya zorladılar. Yüceliğimizi gördükçe bizden uzaklaştılar, bizi bir birimize düşürdüler. Osmanlı’da vatan dedikleri toprakları kendileri terk ettiler, şimdi kaçıp gidiyorlar, kendi kendilerinden iğrendiler. Devlet olmak, her şeyden önce kültürel kimlik üretmektir, yapamadılar, yapamıyorlar. “Nasıl bir millet, toplum ve devlettir” ki, kendini yeniden üretemiyor sorusu bugün onlara soruluyor.
Bir kişi, yüz kişi ve onlara hademelik eden sürü bir millet, olamaz devlet ve devlet değildir. Millet, yediden yetmişe yekpare olan bir halktır. Bizim çile ve acımızın kaynağı, onların olmak istediklerini olamamaları ve içine düştükleri bataklıktan çıkamamalarında gizlidir. Birbirinden çalanlar, birbirini ihbar edenler komşu olamaz ve bir köyde yaşayamaz…
Konuşmamızdan tut da, kılık kıyafete kadar.
Okunan kitaplardan, dinlenen plaklara kadar!
Örf ve âdetlerden ibadetimize kadar karıştılar.
Türk olmayı, hep yasakladılar!
Çünkü korkuyorlardı Ey Anadolu,
Korkuyorlardı Türk’ün şanlı adından.
O kadar ki,
Tarihimizi bile bizden kıskandılar.
Tarihimizden korkanlarla çözmeye çalıştığımız çok önemli bir sorunumuz var: Tek kimlik mi? Çeşitli kimlikler mi?
Çeşitliliğimizden değerlenen demet, Vatan kokmalı.
Budur bizim formatımız. Çeşitliliğin içindeki birlik bizim felsefemizdir. Edebiyatımızın yapısıdır. Yasaklarla hiç bir sorun çözülemez, Kuşun kanadını kesersen o kuş uçamaz. Karıncanın ayağına pranga vursan yürüyemez, İnsanın dilini kessen konuşamaz, kolunu kessen çalışamaz. Onlar bizim gözlerimizi kör ettiler, çünkü tarihimizi görmemizden korktular. Evlatlarımızı kör cahil bırakmak hevesine kapıldılar, Türklük rüzgârının esmesinden korktular. Rüzgârlara set çekilemez, Güneş balçıkla sıvanmaz. Tüm çabaları nafiledir. Gelecek bizimdir.
Türk, hiçbir zaman kanmadı onların yalanlarına,
Leke sürdürmedi hiç, altın tarihinin sayfalarına.
Gurur duydu hep,
Fatih Sultan’la, Mustafa Kemal Paşa’yla…
Şimdi de Recep Tayyip ERDOĞAN’la
Geceler boyu bölündü uykuları,
Gâvurun yarattığı o yok yere sancıyla.
Onların yazdığı ideolojik tarihler bizi küçük, kötürüm ve zavallı göstermek için yazılıp basılmış ve okutuluyor. Resmi tarihleri baştanbaşa yalan dolandır, abartılmış ve esasızdır.
Onların tarihi kimlik ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Osmanlıda oluşan Bulgar uyanış çağı kimliği, 1778’den sonra aynı kökte (bizim dışımızda) üçe dallandı. Rusya yemliğine bağlananlar Rus-çu olurken, Batıdan medet umanlar o medeniyete sevdalandı, eskiyi unutamayanlar Osmanlıya (Türkiye’ye) baktılar.
Oysa bu kimliğin dalları esen ve esecek rüzgârlara göre değil, içindeki öze göre serpilip açacak, bağlayıp üretecekti. Demetteki güllerin rengi değil, demedin kokusu önemlidir. Çarpık kimlik arayanların başına çarpık Çar, hırsız bakanlar, darbeci generaller, soyguncu ve insan düşmanı totaliter komünistler ve kimliksiz “demokratlar” musallat oldu. Bu işten çeken de hep biz olduk. Her millet devlet kuramaz. Kursa da tutunamaz. İpleri dışardan çekilen iktidarlardan halkına hiç mi hiç yarar gelmez…
Türk, hiç yılmadı Anadolu;
Türklüğünü son nefesine kadar korudu.
O, doğduğu günden zaten biliyordu:
Şanı şerefi: Türk olmak!
Suçu yine aynı: Türk olmak!
Okullarında okutulan tarihte Bulgarlar hep haklı, onlardan başkası ise haksız ve adaletsiz! Bu küstahlık 140 yıldan beri beslendi. Buna karşı tek çare, örendiklerimizi unutmak ve kendi öz tarihimizi öğrenmektir.
Kitaplara girmiş gerçek dışı bilgilerle beslenmek, TV ekranından radyolardan gerçek dışı yalan yorumları işitmek istemiyoruz.
Bize “Bulgar göçmeni” diyorsunuz, ne kadar yanıldığınızın bilincinde değildiniz? Dünyanın her yerinde Türk olmak bir ayrıcalıktır. Her insan her yerde Tük olamaz, diyeneler ise yanılgı içindedir. Türk kalma mücadelemiz şanlıdır, taşlara kanla yazılmıştır. Artık altı kuşak yanlış tarihle eğitilenler olarak ancak şunu diyebilirim: “Allah, kimseyi tarihçilerin kitaplarına düşürmesin, hele Bulgaristan’da” – bunu demeden edemiyorum. NATO müttefiki olduk, “kardeşleştik” bir Türk Generalimize, Bulgar devletine olimpiyat, Avrupa ve dünya birinciliklerinden 25’er altın madalya getiren güreşçilerimize boylarına göre birer anıt dikemedik, diktirmediler. Tarihimize hançer çıkarmış ne kadar katil varsa hepsine anıt dikildi…
İşte böyle Anadolu,
Bir destandır Balkanlar…
Karış karış toprağı aralasan,
Toprak anlatır sana, çekilen acılardan…
Bir haber verir, kasırga misali esen rüzgârdan…
Vatan toprağımızda her taş Türk tarafından yontulmuş ve nakışlamıştır, cami duvarına konan ses vermiş, köprü kemerine konan yük taşımış, çeşmeye oluk ve yalak olan su, şarkılar söylemiştir. Bütün Bulgaristan’ın Türk makamları sıralamaya devam ettiğini kulak veren hemen işitir. Hiçbir toprak 300 yıl barış ve kardeşlik içinde yaşayışını unutamaz. Osmanlıdan kopan Bulgaristan’ın 150 yıldan beri top gibi elden ele atıldığını, bir yüzyılda 4-5 savaş ateşine atıldığını, 3 felaket yaşadığını, kimin kucağına düşse limon gibi sıkıldığını hiç birimiz unutamayız. En kötüsü de, 150 yıldan beri Milli Bayram Günü bulamama felaketi yaşarken, hala nereye bakmamız gerektiğini bile saptayamamış olmamız, çok düşündürücüdür…
Benim adım ‘Türk! ‘Anadolu,
Bir başkadır Balkanlar’da Türk olmak.
Bir başkadır Balkanlar’da suçlu olmak!
Burada vurgulanması gereken, suçlu olmadan suçlu olmaktır. Çok adaletsiz ve kötü pratikler içinde yetiştik yaşadık. Adaletimizin dayandığı kendi kanunlarımız ayaklar altına alındıktan sonra “Çeşitlilik içinde birlik…” mantığına ve formatına dayanan bir tek kanun kabul edilmedi. Dört anayasa değişti, şimdiki de dokuz yamalı, ama içinde ne insan hakları ne de insan namına adalet var.
Özgürlükle ışımayan bir anayasa topluma zindandır.
Faşizm yıllarında (1934 – 1944), totaliter komünizm yıllarında ( 1973 – 1989) hiçbir kanun hiçbir vatandaşa adalet getirmemiştir, toplumun eşitlik ve özgürlük ilkeleri ateşe verilmiş, parti ve devlet hem yasama, hem yürütme ve hem de yargıyı yumruğunda sıkarak baskı, terör ve zulüm destanları yazmıştır.
Çok ilginçtir, bizde olup bitenlerden utanan, gönüllü olarak adalete teslim olan, “dünyanın en adaletli yasaları istiyoruz” şiarıyla yollara dökülenler doğurmayan bir halktan, ne bekleyebiliriz!?
Bir gün gelir ve tarih yeniden yazılırsa, kaç cilt olur diyorsunuz?
249 kişinin asılması ve kurşunlanması adına (1944 – 1948) yazılan mahkeme kararlarının altında vekillerinin imzası olan bir Çar bozmasının (II. Simeyon Saks Koburg Gotski) nasıl olur da halkımın alın teri ve kol emeğiyle kurulan saray ve konaklara sahip çıkma yüzsüzlüğünü gösterebilir?
İşlerin çok kokuştuğu ortada! Öyle olmasa hain A. Doğan’ın konak hapsi yaşaması anlamsızlaşırdı. Doğrudur, anayasanın ve yasaların değişmesi için önce sosyal pratiğin değişmesi, tüm kurumların “stop” etmesi ve yöneticilerin kafalarının taşlaşması gerek.
Çünkü eski ağaç meyvelerinin tadı hep aynı olur. 150 yıldan beri Hukuk Fakültesinde hep aynı dersler okunuyor ve hep aynı yasalar öğretiliyorsa, adalet anlayışı nasıl değişsin ki!?
Sen bilemezsin, en asil suçtur bu,
Eşi benzeri yoktur dünyada…
İşte bu yüzden, sakın ‘Bulgar’ diye hitap etme bana!
Çünkü bir sancı çektim ben, bilemezsin…
Strancaların çook arkalarında…
Çünkü senelerce hasret kaldım ben,
Senin şefkat dolu kucağına!
Çok çektiğimiz doğrudur da, alçakgönüllüydük ve öyle de kaldık biz. Bu yalnız konuşan, yazan çizen, fotoğraf çeken, yaratan kardeşlerimizde aranan, beğenilen bir üstünlük değildir.
Toplum içinde insanları birbirine sevgi ve cana yakınlık duygusuyla, yaklaştıran bir üstünlüktür. Yoksa kendini pek yükseklerde gören, herkese tepeden bakan bir kimse, hiçbir zaman hoş karşılanıp sevgi uyandırmaz bizim aramızda.
Bulgaristan’da Türklerin derinliği sonsuzdur.
Gazete sayfalarında 3-5 tavşan, 2-3 kurdu birden vuran Avcıları görüyoruz. Ömründe sözde avcılık yaparken Türkleri avlamaktan ve Türk kimliklerini nişan almaktan başka hiçbir iş yapmamış dalkavuklara anıt dikildiğini görüyoruz.
Ormanda çürük ağaçlar ayakta ölüyor, ama toplumda tam tersine korku saçanlara anıt dikiliyor. Bana öyle geliyor ki, umutla yaşayan insanların korkuya ihtiyacı var. Korku insanı ayakta tutan ve kimliğini bileyen bir ihtiyaç mı!?
Kızdığım bundandır işte sana!
Ne zaman ki, ‘Bulgar’ diye hitap ediyorsun bana.
Ben, Türk olmanın bedelini su gibi içtim oralarda, kana kana!
Şimdi tek isteğim, haykırmak Türklüğümü…
Senin çorak topraklarından bütün cihana!
Bulgaristan toplumu insanlık sabanı ile sürülmediği için nadas ve çorak kaldı.
Son 200 yılda medeniyet tarlamızı sürerken çok saban değiştirdik. Gülhane Hattından başladık, Tazminat Fermanı’ndan sonra Rusçuk bölgesi Avrupa’yı medeniyet pilot bölgesi oldu. Her kilise çanı Bulgarca çaldı, manastır okullarında Bulgar dilinde okudular, ama sonra kılıçlarına su vermek için ya Odesa ya da İstanbul’daki misyoner – mason kullarını seçtiler.
Dünyayı ters görmeyi silah ettiler. Onlar Bulgar kimliği ararken, biz de Meşrutiyet, Osmanlıcılık, Hürriyetçilik, Türkçülük denedik. Simgesel değil, bilinçli bir kimlik aradık, Türklükle donandık. Mazlum kimliğini değil, Atatürkçülükten ilham alarak egemen ve bağımsızlık esinli öz kimliğimizi yüklendik. Soydaşlarımızın göçebe kimlikli olduğuna inanmıyorum. Kendilerini ararken güçlükleri var ve aşabilmeleri zaman alıyor. Her hareketleri Türklük haykırıyor.
Hey Dünya!
Ben bir Türküm.
Bir zamanlar en büyük suçumdu bu benim.
Aynı zamanda, içimde yaşattığım ebedi gururumdu.
İşte şimdi haykırıyorum sana!
Ben bir Türküm!
Mustafa Kemal’in yolunda,
Şehit kanlarıyla yoğrulmuş Ay Yıldız’ın altında.
Bir Türküm ben,
Varım yoğum kalmış Strancaların ardında…
Yaşıyorum şimdi gönlümce,
Bahar yağmurlarının ıslattığı Anadolu’mda!
Önce sızılarımızı kimse duymamıştı. İşitmek isteyen ilgilenen yoktu. Şehitlerimizi helallik almadan defnetmeye başladığımızda musalla taşı konuşmaya başladı önce. Aydınlarımızın gerekçesiz gece gece toplanıp kapanmasıyla oluşan ortak kimliğimiz de konuşmaya başladı. Sonra radyolar yurt dışından bizim çekilerimizi ve başımıza gelenleri anlatmaya başladı. Toplum uyandı. Ormanlarımız uğuldadı. İsyan ettik. Kimliği, dili, dini, gelenekleri, yenilmez ruhu, gelecek duyumu olmayan bir halk ayaklanamaz, demişlerdi….
Ayaklananlar, Türk kimliğimizi yaşatan topluluğumuzdu. Daha önce isyan etmiş Türk kimliği tanımayanlar, karşılarında çığ gördüler ve korkudan yıkılıp tekerlendiler…
Ve ben, Stranca ötelerinde
Sert esen bir rüzgârla geldim dünyaya!
Şanım şerefim: Türk olmak.
Suçlu değildim ben hiçbir zaman.
Masumluğumun tek bir simgesi vardı benim,
O da: TÜRK OLMAK!
Ajda Meşeli
Bu gerçeği duymaya susamışlarımızın doya doya içmesini dilerim.
En iyi şarkıları kadınlar besteleyip söyler, en iyi şiirleri kız ve gelinlerimiz yazar diyenlere hep inanmışımdır.
Dibe çöken “Geçiş Dönemi” kısır çıktı diyenlere selam olsun.
Davullar vuruyor. Toplum uyanıyor. Toplumsal orta diren Türk kimliği. Rüzgar esiyor. Şarkılar geliyor. Kalkın. Türk ruhu bayram ediyor.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Formatımız dizimiz devam edecek.
Paylaşınız lütfen.