Osman BÜLBÜL
Konu: HÖH Partisinin Son Kurultayı.
Kazanlıklı bir agronomum. 1987-88’de ben de üzerine dikenli tel dizili duvarları Pazarcık hapishanesinde ben de süründüm. Çekiler unutuluyor da, İhtiman kasabasında “Demir Döküme” işe götürülmediğimiz hafta sonlarının birinci gününde “Cumartesi Sohbetleri” adı altında, yemekhanede konferans dinletisine toplanıyorduk.
Önceleri konuşmacılar Sofya’dan geliyordu. Farklı konuları ele alıyorlardı.
Medi Doganov’un (Ahmet Doğan) aramıza katılmasıyla “kandırma köşesi” nde bir tek konuşmacı kaldı ve bu yıl Orlin Zagoruv’un (Şükrü Tahir) “İstinata” (Gerçek) kitabını okuyacağız, dedi. Zagorov, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkan Yardımcısı Georgi Cagarov’un danışmanıydı. “Soya Dönüş” saçmalığını bir teori olarak geliştiren ve bu konuda kılavuz kitap yazan oydu. Yazar Kırcaaali’nin Fotinovo köyünde bir Türk ailesinde yetişmiş bir Türk milliyetçisi olsa da, “Belene” Ölüm Kampından sonra fikir değiştirmişti.
Kitap mahkumlara dağıtıldı.
Hiç unutmayacağım, daha ilk görüşmede M.Doganov, “Tanrı gözlemlenemez ve varlığı kanıtlanamaz” diye başladı ve derin bir soluk almazdan önce “İnanç temelsizdir. Yani din de temelsizdir. Bu, İslam için de geçerlidir.” dedi ve oturanlara baktı. Bu suya atılmış bir taştı, ama dalga yapmadı. Bulgarların zorla yapamadıklarını Türk satılmışların eliyle yapmak istediğini o zaman anladım.
O an, ben kendi kendime, “artık isimlerimizi değiştirdiler, biz içerdeyiz, başarı torbada keklik, iş İslam dinine geldi” diye düşündüm.
İçerdeyken ben o kitabı okumadım, yıllar sonra, işler biraz durulunca, fırsat buldum ve okudum. Yukarıdaki cümleleri o eserde bulamadım.
Yine yıllar sonra Ahmet Doğan’ın 1974’ten beri Bulgaristan Türkleri arasında onları bir bile rahat bırakmamak için tuzaklar kuranlardan biri olduğunu öğrendim. Bulgar gizli polisi lehinde çalışıyordu.
Biz Bulgaristan Türk Müslümanları bir ırmak gibiyiz.
Bulanır duruluruz ama hep akarız, akıntıya düşen ama bizden olmayan ne varsa akarken kenara iter ondan kurtulma yolu buluruz.
Bu bizim eski bir geleneğimizdir. “Kulağı Kesikler” bu gerçeğin öyküsüdür. Osmanlıda devşirilen ve eğitilen “Yeniçeriler” önemli bir kıvama geldiğinde kulağı delinir ve halka takılırmış. Bu onun “ahlaklı” olduğu anlamına da geliyormuş. Yeniçeri kız kovaladığında ya da gizli evlilik yaptığında Yeniçeri ağısı kulağındaki halkaya yapıştığı gibi koparır ve kulak memesi kesilirmiş, oradan da kulağı kesikler yanı tövbeyi bozanlar efsanesi doğmuş.
Biz hapishanede “politik köleler dik.” Şimdi anlıyorum, o zaman karşımıza dikilen ve bize saçmalık ardına saçmalık anlatan Doğan’la bize “Doğan korkusu” yaratılmak isteniyormuş.
Üçüncü buluşmamızda, M.Doğanov kendisini kısaca tanıtırken, “feylesof” olduğu azından kaçırdı. Fakat, Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesine giremediğini, gizli polis “DS” müdahalesiyle felsefe okumaya 5. semesterden başladığını, üniversitede hiç bir şey öğrenemediği için Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne bağlı Sosyal Bilimler Akademisinde de 4 yıl geçirdiğini, bilimsel tezini de “DS” gizli polis örgütünün Sofya “Simeyonovo” Akademisinde savunduğunu söylemedi.
Tezinde Türkleri Bulgarlaştırma konusunu işlediğini da gizledi.
Fakat ne de olsa, ben o zaman, “felsefe okuduğunu iddia ettiğine göre ve felsefe bir pozitif bilim olduğuna göre, onun bir etnik halk topluluğuna kötülük yapılmasını ret etmesi gerektiğini ve aramızda olduğuna göre, bir yönetici olarak insan haklarını savunacağını düşündüğümü hatırlıyorum. O an onun bir çok tehlikeli ajan olduğu aklımdan geçmemişti. Oysa iki yüzlülük, kendini satmışlık, rüşvet, dolandırıcılık vb hepsi ondaymış.
Ne var ki, o o zaman kendini ustaca gizlemeyi başarmıştı. Siyasi olmayan Roman mahkumlar ona “feylesof-lider” demeye başladı. Bu sözler onların daracığından olmadığından, söyletildiği seziliyordu.
Bulgar makamlar, toplumun uyanıp hareketlenmesini izlediklerinden aramıza adam sızdırmayı çok iyi başarmışlardı.
Yıllar geçiyor. Artık 30 yıldan beri, hep “soya dönüş” ve basından kurtulmaya çalışıyoruz. Onun, hapse girmezden önce isimlerimizin değiştirilmesi için imza atanlardan biri olduğunu da sonradan öğrendik.
Bizim derin düşünde olanaklarımız da budanmış olduğundan, korku karanlığında bocaladığımız-dan, içeri düşmezden önce bize daha önce eşi görülmemiş bir barbarlık uygulandığından, yükselen despotizmin ağır yükü altında gece gündüz ezildiğinden, sürekli kabus yaşıyorduk. Dışa çıktığımızda da “dil soykırımı“, “din soykırımı“, “kültürel soykırım” ve “Büyük Göç” peşi peşine geldiğinden göz açamadık. Görmemezliğe alıştık. Bu süreçler bugüne kadar durmadı.
1990’dan sonra Türk Müslümanların % 98’i cumaya giderken bugün bu oran % 2’ye acaba nasıl düştü, insanımız sindiriliyor.
1992’de Türk çocuklardan 115 bini Türkçe derse girerken, bugün bu sayı 6 bine düştü. 1993’ten beri bizde Bulgaristan’da Türkçe okul kitabı basılmadı. Kitaplar param parça olmuş. Bu yüzden de göç hiç durmadı. 1989’dan buyana 710 bin insanımız Türkiye’ye kovuldu. İçinde bulunduğumuz feci durum göçü teşvik ediyor.
Son yıllarda kişisel mala mülke saldırılar göçü daha da alevlendirdi. Memlekette adalet diye bir şey yok.
Ahmet Doğan’ın eşsiz ve emsali olmayan hainliğine dönersek, biz 1990’da Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) kurulduğunda aslında tuzağa düşürülmüşüz. Tuzakta olduğumuzu Doğan gidip Todor Jivkov’un elini öptüğünde, Moskova ricasına uyarak Madrit’e gidip Çarı memlekete davet etmesinde anlamalıydık, ama algılayamadık. O zaman perde ardına gizlenen gizli servis generalleri Türklerin Bulgar-laştırılması, Müslümanların Hıristiyan-laştırılması, asimile etme sürecinin sürmesi, totaliter baskı ve terör rejiminin yeni kılıf içinde “demokratikleşme” masallarıyla ayakta kalmasında HÖH partisini “koltuk değneği” olarak kullanmaya başladılar.
Bu süreç bu güne kadar devam etti ve HÖH-DPS partisinin 9.Olan Kurultayı bu sürecin bir devamıdır. Arzumuz, bunun son ihanet kurultayı olmasıdır.
Halkımız feylesofluğu ve feylesofları sevmez. Bunun için son 26 yılda halkımız arasına “Lafla kuş tutulmaz“, “Lafla karın doymaz“, “Lafla peynir gemisi yürümez“, “Lafla duvar örülmez“, “Lafla iş görülmez” gibi hazır cevaplar ve değimleri yerleşti. Devam eden feylesof sohbetleri üstüne de “Lakırdı lakırdıyı açar” gibi tekerlemeler de türedi.
Sözün özü, halkımız Doğan’ın feylesofluğuna, izlediği siyasetin insanlarımızın yararına olduğuna inanmaz oldu.
Hele de bizim feylesof bozuntularının, halkın dertlerinden tamamen uzaklaşıp “fildişi köşklere, saraylara” çekilmeleri, halk topluluğumuzla “köşk bekçileri” arasını tamamen açtı. Yürünen yol yenilgi ve teslimiyet yoludur. Bir kişinin sefa sürmesi için biz geleceğimizi feda edemeyiz, bu parti dağılmalıdır.
Doğan tipi “feylesof-liderler”, “demokrasi” ve “özgürlük” masallarıyla insanımızı daha cezaevlerinde kandırmaya başladı. Polis yeni tip “liderlerini” hapishanelerde yetiştirdi.Halkın gözüne gül kokulu kül atıldı.
26 yıl gözümüzü açamadık.
Görüldüğü gibi, ne demokrasi geldi, ne de özgürlük güneşi parladı. Halklarımız da taşa çarptı. “Serbest pazar ekonomisi” de kurulamadı. Bankalar yalnız onların adamlarına kredi veriyor. Bu düzen bozulmalıdır.
Bize yıllardır “Liberal” diyorlar. Dünyada iki çeşit liberal var. Birisi klasik ve yeni Avrupa liberalizmi, ikincisi de Amerikan liberalizmi!
Biz hangisin-deniz acaba? anlatan bulunmadı. Alman liberalizminin çarpıtılmasından Hitler faşizmi doğmadı mı? Ne kadar kurban aldı?
Oysa kültürümüzde filozof düşünür demektir. Düşünürlerse bilgedirler. Bizim feylesof çakmaları 1985-89’da ve daha sonra başımıza geleninin adını bile koyamadılar. “Türk kıyımı mı?”, “Müslüman kıyımı mı“, “Kültürel kıyım mı?” ne yaşandı, yoksu hepsi birden mi!?
Geçen hafta Ahmet Doğan’la birlikte çalışan ve “intihar etmek zorunda kalan” Ahmet Emin’in not defteri benim de elime geçti. Emin izlenimlerine şunları kaydetmiş:
“Doğan, kalabalığın parçası olmaktan nefret ediyor.
***
Doğan açgözlü, doyumsuz biri.
***
O, hiç bir iş yapma, çalışma becerisine sahip biri değil. En çok sevdiği köpeği.
***
Bahçede tek başına yürüyüş yapmayı seviyor. Başını kaldırıp geçen bulutları seyrediyor. Doğaya karşı sağırdır. Sözünü dinlemeyen insanlardan nefret ediyor. İnsanlardan kaçtığı zamanlar var. Gizli görüşmeleri seviyor.
***
O bir bohem. Yarı eğitimli olsa da, feylesof havalarına giriyor. Kendini büyük düşünürlerle özdeşleştirmeye özen veriyor. Bazen kendisini büyük bir halk kitlesinin karşısında hayal ediyor. O kendine gurur veren bir kimlik icat etmeye çalışıyor.
***
Bugün gözlerine baktım. Ölü gibi donuk bakışları vardı. Gözleri zeka pırıltısından ve sahicilikten yoksundu. Bir büyüye kapılmıştı. Saçları dökülmez-den önce de düz ve cansızdı. Ağzı yalnız viski yudumlarken canlanıyor, başka zamanlarda ifadesiz. Adamın dış görünümü böyle.
***
Bir görüşmemde bana: “Acımasız olmaya hazır değilsen, hiçbir yere varamazsın.” dedi.
***
HÖH’ü içinden yıkmak isteyenlere terör uygulamak kaçınılmazdır.
***
Onun hedefinde Bulgaristan Türk Müslüman uygarlığını yok etmek var.
Bu kavga onunla başlamamış ama 30 yıldan be o bu didişmenin hem içinde hem de düşman tarafındadır.
Ne yazık ki, Bulgar siyasetinde söz sahibi oldu.
Kurultay delegeleri bu gidişe son vermeli ve partiyi dağıtıp kapatmalıdır.
Kurultaydan sonra devam edecek.