Musa VATANSEVER

Konu: Son Çingene Türküsü: Ben Halkımın Kavgasıyım:

 

Pirin Dağı” yaylasındayız.

Okullar açılıyor, 15 Eylüle 4 gün kaldı.

Çingene çocuğu babasına:

 

  • Baba ben bu yıl da okula gitmeyeceğim. Diyor
  • Dedenmiş o? Oluyor babasının tepkisi.
  • Evimizi yıktılar, ödevlerimi yazmaya yer yok!
  • Git oğlum git, diz üstünde yazarsın! Sözleriyle ısrar ediyor babası.
  • Gitsem de ne olacak be baba!
  • Ne mi olacak? Bulgarlar bitiyor, Türkler gidiyor. Memleket bize kalacak! Oku oğlum oku, memleket bize kalacak. Okumuş adama ihtiyaç olacak! Büyük bir alayın içinde el ele tutunmuş yürümeye devam ediyorlar.

 

Gırmen” muhtarlığında Çingene evleri yıkımı devam ediyor. Bazı yapılarda temel betonla tutulmuş, taşıyan duvarlarda demir var. Dozer diş batıramadı. Buldozer geldi. Devlet kadar “büyük” dişli ve “başbakan kadar kuvvetli.” Kocaman çanaklı! Vuruyor Çingene evinin duvarına, sahibinin kara suratına vurur gibi, ne duvar yıkılıyor, ne Çingene. Hava kap kara kararmış, olup bitene üzülen toprak gibi…

 

Çingene İsyanları yerel seçimi kilitledi.

 

Muhtar Bayan Kapitanova, Çingenelerin salladığı yumruklardan korkmuş ve yerel seçimden tam 45 gün önce köyü, muhtarlığı, görevini, dairesini, yakınlarını, komşularını terk edip alıp başını gitmiş. 25 Ekim’de memlekette seçim var. Politik liderler derlenip toparlanıp halk arasına inemiyorlar. Varna’da Çingene evleri yıkımı devam ederken, Sofya’nın “Orlandovtsi” ve “Filipovtsi” mahallerinde isyan ateşi yanıyor.

 

“Gırmen”de 1000 (bin) Çingene isyan etti. Onların kendi bayrağı yok. Bulgar bayrakları dalgalanıyor. Protestocu alayı muhtarlığa yürüyor. Yol kesen Jandarma maskeli, coplu, silahlı, kalkanlı gerilmiş önlerine, “ben devletim” diyor. Çingene gözleri kızıl kor. Yumruklar havada, yaş burunlu çocuklar kucakta, kızılcık sopasına dayanmış ihtiyarlar isyan ateşinde ısındıklarına inanamıyorlar. Ağızlar kapalı, dilaltına toplanmış tükürük bol, ama muhtar kaçmış, nafile… Yerel düzeyde idari makamlarla seçmen arasındaki kopuş yalnız duygusal değil, kitle kin topluyor.

 

Rumeli’ye Bulgarlardan ve Türklerden önce geldiklerini biliyor muydunuz?

 

Anlatayım: Eski çağ Mısırı’nı ve Orta Asya’yı da sınırları içine alan, Tuna ırmağından Hindistan’a kadar uzanan ‘Dünya Makedon Devleti’ kurucusu Büyük İskender (M.Ö. 356 – 323) zamanında Mısır’ın liman şehri İskenderiye’de çağın en büyük kütüphanesinin temellerini de atmıştı. Bu kütüphanede 600 000 (altı yüz bin) kitap vardı. Bunlar elle yazılmış eserlerdi. İnsanlar yazarak bilgi alış verişinde bulunuyor, kent kültürü ve eğitim gerçekleşiyordu. O zamanlar insanlar henüz kâğıt hamuru yapamıyordu. İşlenmiş kösele üzerine ebru ile yazılıyordu.

 

Küçük bir özellik!

 

Hele biz Bulgaristan Türklerinin 2015 yılında henüz bir matbaamız yok. Konu ettiğim altı yüz bin eserlik kütüphane yeniçağdan 400 yıl öncesine aittir. Araştırmacı yazar Sabri Alagöz geçen hafta  “Dava Bitmedi” adlı eserini anadilimizde baskıya verdi. Bulgarcasını da getir demişler. Sofya’nın “Vitoşa” caddesinde kitap fuarı var. Türkçeden çeviriler alıcı buluyor. Ankara, Türkçe kitapların Bulgarca çevirisini parasal özendirirken, yerli Türklerin ve diğer etnik azınlıkların eserlerinin anadilde basılmasına göz yummaya başladı. Baş Müftülük ve camiler de baştanbaşa Bulgarlaşıyor. Zaman mı değişti, siyaset mi yoksa devlet siyaseti mi, anlamakta güçlük çekiyoruz. Zor işleri göğüslemek zaten Türk meziyetinde yoktur.

 

Çingenelerin Hıristiyanlığa hizmetlerini anlatmaya devam ediyorum.

 

Efsaneler zamanı uygarlığını içinde İskenderiye’de Çingeneler de vardı ki, bugünden tam 2 400 (iki bin dört yüz) yıl evvel, dünyanın en büyük kütüphanesi her hangi bir sebeple alev aldığında, kitapları kaçırıp kurtaran ve alevlerden uzak bir yerlere saklayan bizzat Çingeneler oldu.

 

Bu işi yapan onların dedeleri Firavun II. Ramzes’i (M.Ö. 1317 – 1251) tanıyordu. O, kızını evlendirirken düğünde çalıp oynamışlardı. Herkes onların Hint Yarımadasından geldiklerini biliyordu. Yerleşik düzen içinde kentler kurarak buralarda yaşamak alışkanlığı edinmiş Paganlar’ı ve Nomad adıyla bilinen gezicileri, kimi defa da uygarlık dışı olanları güzel müzikli efkâr yaşattıklarından ötelenmemişlerdi. Erkek ellinden müzik aletleri düşmeyen, çalgı duyunca kıvırmaya başlayan kadınlarıyla tanınan bu etnik topluluğun o zamanların uygarlık düzeyine damga vuran kültürle sorunlu olduğuna inanmıyorum. Çingenelerin İskenderiye Kütüphanesi yanarken binlerce kitabı alevlerden kaçırıp kurtarması, dünya kültür hazinesine çok özel bir katkı olmakla birlikte, gece gündüz söyledikleri şarkı, türkü ve oyun havalarının da bu bakıma ayrı bir ağırlığı vardır. Ne ki, Balkanlara gelen göçebe kafileler o kurtardıkları kitaplardan birkaçını bile beraberlerinde getirmeye zahmet etmemişti. Ah bir getirmiş olsalardı ve memleketin dört bir yanını gece gündüz kazan definecilerden biri bu eserlerden birini bulsaydı… Tarihi çarpıttığı için görevinden uzaklaştırılan Bulgar Ulusal Müzesi Müdürü Prof. Bojidar Dimitrov, “eski tarihi de biz yazdık” deyip, anlattığımız olayların Bulgarların Balkanlara gelmesinden 2 000 (iki bin) sene gerilere uzanması da nasılsa ölçüp biçer, gerekirse takvimi değiştirir ve kılıfına uydururdu. Maalesef artık görevinde değil.

 

Çingeneler ölümsüz şaheserlere konu olmuştur:

 

5 yıl önce İstanbul Kültür Sarayı’nda 1000 kemanlı Macar “Çigan Orkestrası” sahne aldığında şok olmuştum. Ayakta alkışlandılar. Rus klasiği A.S. Puşkin (1799 – 1837) “Çingene kafilesi göklere gidiyor” (Tabor Ukhodit v nebo) onların yaşam tarzını, dertlerini ve mücadelelerini anlattı. İnsanlığa, dünyaya yeni bir kurtarıcı Mesih, belki de ikinci bir Hazreti Musa geleceği haber vermek isterken umudu yaşatmak için “Dolunay Gecesinde Mutluluk” eserinde büyük Shakspeare (1564 – 1616) Çingeneleri konu etti. Fransız Besteci Georges Bizet 1885’te Paris’te sahnelediği 4 perdelik “Carmen” operasında Çingene kızı aşkını anlattır.  Klasiklerin babası Victor Hugo Fransız Devrimi sonrasını “Notre Dam’ın Kamburu” (1831)  romanında Çingene kızı Esmeralda’yı sahneye çıkarmadan, Çingene ruhuna rol vermeden anlatamamıştır.  Sözün özüne dönüyorum:

 

Yangından kaçırılan kitaplar ne mi oldu?

 

Bu değerli kitapların ne olduğuna bakmazdan önce, yine Milattan önce, Müslümanlara göre Peygamber, Yahudilere göre siyasetçi Musa’nın Kızıl Deniz’i asasıyla sözde ikiye bölüp Yahudileri Mesih toprağına geçirmesinden sonraki dönemlerde, Çingeneler de Nil ırmağını aşarak kimileri Ak Deniz adaları üzerinden Balkanlara, diğer bir kısmı da Mezopotamya ve Anadolu’ya yayılmışlardır. O yolculuk başlarken, şu günlerde 1 (bir) milyona yakın Suriyeli savaş kaçağının gemisiz, yatsız, teknesiz ve bilmem daha ne siz Denizleri aşarak ırmak boylarınca ve demir yolu raylarınca yürüyüp Almanya, Oslo ve Stockholm’a demir atmaları misali, onlar yakıcı kumsaldan tuzlu deniz suyuna tam ayak basacakları an, gözle görünmeyen Çingen Tanrısı karşılarına çıkmış ve:

 

  • Durun! Nereye böyle? Demiş.
  • Deniz öte gideceğiz, cevabını vermiş sakallı Çingene babaları.
  • Bakıyorum kararlısınız. Oralarda hayat zordur, Mısıra benzemez, yazdan başka kar kış, dondurucu soğuklar vardır. Dayanamazsınız. Size toprak, mal mülk sahibi olma hakkı tanıyayım da öyle gidin, dese de…
  • İstemeyiz, ne toprak, ne mal ne de mülk, bize dilenme, eşlerimize de çocuk doğurma hakkını tanısanız, yeter de artar, demişler ve denizi yürümeye devam etmişler.

 

Anlatmaya çalıştığım zaman kesimi hayal ettiniz tabii. Bu pencereden baktığımızda, Bulgaristanlı Çingenelerin gelenekselliği ve kendi kurallarını bozmadan demir atmış bir inatla yaşadıkları dikkat çekiyor. Onlar, o gün bu gün toprak sahibi olmadan, mal mülk edinmeden, at koşulu talikalarda geze dolaşa, ırmak kenarlarında veya çayırlarda sevişip konaklayarak,  çocuklarını kulübe ve talika kültürüyle eğiterek “Gırmen” muhtarlığında ÇİNGENE İSYANI kaldıracak düzeye gelebildiler. Nasıl anlatayım bilmiyorum. Biz Türkler sabır ve iman insanıyız. Çingenelerin inadı keçi inadı değil, doğrudan teke inadı. Efsaneler vaktinden bu yana bir okul, bir sağlık ocağı, bir kültür evi, bir işletme kurmadan, sürünerek desem, sanki süründüklerini belli etmemeye çalışarak yaşaya geldiler.

 

Çingene sorunlarında öz ve şekil çelişkisi!

 

İskenderiye Kütüphanesi kitaplarının bir kısmını yok olmaktan kurtaran Mısır Çingenelerinin bu çok bilge eserleri sakladıkları yerde okuduklarına inanmak istiyorum da, okuma bilmediklerinden okuyamamışlardır, diye düşünüyorum. O gün bu gün onların eğitim durumlarında hiçbir değişiklik olmadı.

 

Çingenelerin elitti:

 

Bulgar toplumunda Çingeneler arasından baron ve “çar” sivriltilmesine öteden beri özel ilgi gösterilmiştir. Osmanlı döneminde ve Bulgar devleti koşullarında Berlin Bağdar denir yolu kuruculuğunda bedava taş kıran çingenelerden bazılarına sahte “hacılık belgesi” verilmişti. Kudüs’e gidip Yaratan Kabrini görmeden Hacı Sertifikası alanların soy isimlerinin önüne “HACI” sözü işlendi ve sülale unvanı oldu. 1990’dan sonra “Çar Kiro” gibi uyanık çingeneler Viyana’ya gidip Çar Sertifikası satın aldı. Stara Zagora Papazlarından Galaktiyon, Çingenelerden “Baron” vaftiz etme işinde uzmandır. Bu arada Bulgaristan Çingenelerinin kendi kabristanlıkları yoktur. Cesetlerini kah Hıristiyan kah Müslüman mezarlıklarına gömdükleri gözlenir. Birkaç Çingene partisi olsa da, HÖH (DPS) ve GERB partisinden başka Çingene adayı listeye alan yoktur.

 

Eğitimdeki özelliğin finansal arka planı:

 

Bulgaristan’da 16 yaşına kadar her çocuğun okula gitmesi mecburi iken, okulu bitirmesi zorunlu değildir. Eğitim Bakanlığı cetvellerinde Çingene çocuklarının hepsi okula kayıtlıdır. Eğitim kanununa göre, öğrencilerin okula gitmesi zorunlu olmadığından, evde hazırlanıp sınava çıkarak sınıf geçme kapısı açık bırakılmıştır. Gelir düzeyi düşük okul çağında çocuğu olan Çingen ailelerine devlet aylık yardım veriyor. Bu parayı almak için Çingeneler çocuklarını okula kaydediyor, ama göndermiyorlar. Bu uygulamayla aile 16 yıl yardım alırken, öğrenci 16 yıl birinci sınıftan ikinci sınıfa geçmeden, okuldan ayrılıyor. Nüfusun % 25’ini oluşturan Çingenelerin okuryazar olmayan oranının % 50’den fazla olduğu gün ışığına böyle çıkıyor. Görünümde Çingene çocuklarının hepsi öğrencidir, gerçekte hepsi kör cahildir. Bu etnik azınlığın yerleştiği yerlerde ancak kendi kültürleriyle, anadillerinde eğitim veren okullarda ve hayat tarzından kaynaklanan özgünlükleri koruyarak yaşamak istediklerine sönmeyen bir sinyaldir.

 

Yangından kaçırılan kitaplar ne oldu?

 

Mısırı terk edip Mezopotamya ve Anadolu’ya yönelen kafileler yangından kaçırdıkları kitapları saz sepetlerde, eşeksırtında Antep’e getirdiler. Birinci yüzyıldan itibaren Harran bu eserlerin ve Mezopotamya özel kütüphanelerinden kitapların çoğaltıldığı bir merkez oldu. Ve gün gelir, Aziz Peter (Pierre) Atakya’da ilk Hıristiyan kilisesini kurmak için 8 deve yükü kitapla yola çıkarken, elinde ilk İncil vardı. Kilise tarihinde bir devrim niteliği olan bu eser Antep’te yazılmıştı. Bu tespitin ikinci yarısında, “Harran’daki kitapların diğerlerine ne oldu?” var.

 

O çağın özelliklerine farklı bir bakış.

 

Konuya girmeden önce, yeri geldiği için, gündelik dilde Bizans İmparatorluğu denilen devletin gerçek adı Doğu Roma İmparatorluğu idi. Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılması 395’te ortaya çıktı ve 1000 (bin) yıl ayakta kaldı. Bizans denilen küçük yerleşim alanı Megara bölgesinin içinde bir alandı. Konstantin bu alanı geliştirdi. Şehrin adını Konstantiniye yaptı. Yeni imparatorluğa yeni din gerekiyordu. İznik Konsülü’nde Hıristiyanlık Katolikler ve Ortodokslar olarak ikiye bölündü. Konstantiniye’deki Doğu Kilisesi ile Roma’ daki Kilise arasında kesin kopuş oldu. Bunlardan biri Katolik Kilisesi ve diğeri de Ortodoks Kilisesi olarak anılır oldular. Bu kopuş 900 yıl sürdü. Bu kopuşun gölgesinde bulunan, geçimlerini Tılsım ve Muska yazıp, garip bir dil konuşarak nazara, büyüye ve sihire karşı dualar okuyarak kazanan Çingenelerin rolü nedir?

 

Aya Sofya’daki Papaz.

 

İşaret edilen kopuş döneminde Konstantiniye’de  Mikhail Psellus adlı çok ilginç bir din adamı ve bilgin vardı. Ortodoks Kilisesi’nin en üst düzey yöneticilerinden biri olarak görev yapıyordu. Psellus antik çağ literatürüne (İskenderiye kütüphanesinden kurtarılan ve Mezopotamya’dan toplanan kitaplara) aşina bir adamdı. Bugünkü Aya Sofya Cami-Müzesindeki çalışma ofisini genişlettirdi ve buraya gözlerden gizli bir giriş açtırdı ve işte buraya Harran’da bulunan ve Roma Kilisesi için çok tehlikeli olan kitapları Çingenelere taşıttı. Bu eserlerin toplamına Hermeticum adı verildi ve bu kavram aslında Çingenelerin mistik ve gizemli faaliyetlerini de yansıtıyordu.

 

Çingenelerin İstanbul’a gelişi

 

İlginçtir ki, Papaz Psellus’un çalışma odasını kurduğu ve Antep’teki kitapları getirdiği yıllarda Konstantiniye’nin kapılarından içeri girip surlarının dibine uzanan yoksul fakat kendilerince çok mutlu ama Hıristiyanlardan çok farklı yaşam sürdüren bir etnik topluluk birikti. Bu insanlar, çok şaşırtıcıdır ki, Harran’dan Psellus’a iletilen ve yaklaşık 2 bin yıllık elyazmalarında betimlenmiş olan formüllere göre büyü yapıp büyü çözüyor, kurşun döküyor ve Tarot Kartları’nın özgün resimlerine bakarak Baht okuyorlardı. Bu topluluğa Zingari deyenler, günümüz Çingenelerine hitap ediyorlardı. Avrupa Birliği standartları gereği midir nedir beş bin yıllık beş bin yıllık Zingari, Gitano oldu, şimdi de Roman adı çıktı. Güzelim Gitano veya Çingene dururken bu abuk sabuk Romanlık nereden çıktı, bilmiyorum. Onların o günkü dillerinde Rom, “niteliksiz yani çocuk yapamayan, iş göremeyen erkek” demekti.

 

Çingeneler İstanbul surlarının içinden Bizans seferleriyle çıktı. Osmanlının Balkan ve Avrupa akınlarına genelde at bakıcı, arabacı, nallayıcı ve koşumcu olarak katılırken, boylarıyla Osmanlı topraklarına yayıldılar. Osmanlıda yaşadıkları huzuru bir daha bulamadılar.

 

İflas eden Bulgar Etnik Modeli.

 

Bugün Bulgaristan’da “ Bulgar Etnik Modeli” ve AB’den büyük paralar çeken “Roman On Yıllığı –  Bütünleşme Programı” 26 yıldan beri çangal inek olsa da sağıldı. Bu iki programda da Çingenelere – davulcu, burgucu, kalaycı, demirci vs boyları da bu arada hep “Rom” dendi. Bu da, şu yazıyı kaleme almama vesile olan, “Gırmen” İsyanı’na kadar götüren yanlış bir siyaset çizgisi doğurduğuna işaret etmek istiyorum. Uğruna milyonlar ayrılan ve hemen hemen hepsi çalınan paralarla sürdürülen yanlış yan yana yaşama, birlik olma politikalarının temelinde uzlaşma kültürü olmadığını görüyoruz. Bulgaristan Çingenelerinin medyası –radyo ve gazetesi, yayın evi ve TV programları yok. 26 yıldan beri bu ülkede Çingenece kitap basılmadı. Politik yönetimde “cahilleri yönetmek daha kolay oluyor” fikri hakimdir.

 

Belediye evraklarındaki Çingeneler:

 

1908’den sonra Bulgaristan’da Çingeneler muhtarlık kütüklerine işlenmeye başladı. Kimse onlara “Nereden, nasıl ve ne için geldin?” sorusunu sormadı. Bulgaristan’a gelirken büyük aralıklarla farklı kıtalara yerleşip kaldıklarından ve kendi tarihlerini yaşatmaya özel ortam bulamadıklarından, okuma yazma kültürlerinin eksikliğinden de olabilir, “Bulgaristan’a talika ile mi yoksa “Mercedes 600” ile mi geldiniz sorunun yanıtı bile yanıltıcı olabilirdi.

İstanbul “Sulu Kule”den geldikleri sanıldığından ilk evraklarda,  isimleri Türk ismi, dini “İslam”, milliyeti (boş)  bırakılırken mürekkep ve tükenmez kullanmadı. Karakalemle yapılan kayıtlar giderek Bulgar isimleriyle değiştirilirken, dini Hıristiyan, milliyeti Bulgar ve sonra bunların hepsi 8 haneli kimlik numarasıyla değiştirildi. Devamlı değişen sosyal ortamda onlar da mal mülk edinmeye, arsa satın almaya önem ve öncelik vermediler. Zaman geldi çocuk sattılar ama hayat kavgasında yenik düşmediler. Bir ara, Bulgar devletiyle araları iyice açıldığında Hindistan Başbakanı İndira Gandı Sliven’e davet edildi “Rahatınız iyi değilse, “Gang” ırmağı vadisinde boş yer var, arzu ederseniz buyurun!” dedi, fakat giden olmadı.

 

Yerel seçim arifesinde politik hareketlenme.

 

  1. yüzyılla hareketlenen Bulgaristan Çingene dip dalgası 2014’te sivil toplum örgütlerinin politik eylemlerine katıldı. 2015 başında Bulgar ırkçılığı dikenlerinin uzamasına karşı yürüyüşler yapan Çingen gençler Sofya Meclisi kapısına EŞİT HAKLI VATANDAŞ OLMA HAKKIMIZI İSTİYORUZ pankartı astılar. Bu slogan Bulgar Çingen eylemlerinin politik nitelik aldığına işaret oldu. Gerek Varna, Gırmen, Sliven ve gerekse Sofya’nın Orlandovtsi ve Filipovtsi semtlerinde yükselen direniş dalgasını analiz eden Bulgar bilim adamları ve sosyologları “Korku yok! Çünkü hepsi cahil ve liderleri yok” demekle kamuoyu rahatlatılmak istendi. Basın, politik liderlerin ve bilgelik satanların, 1277’de bir domuz çobanı olan köylü İvaylo’nun ayaklandığını ve Bulgar Çarı olduğunu anımsattılar.

 

Son nüanslar:

 

Ünlü bir Çingene sanatçı olan Aziz, geçen hafta “Vitoş Dağı”nda gezi yaparken, yaşlı bir Bulgar “Hey ‘çernilka’ senin ne işin var burada!” demiş. Olay basına düştü. “Çernilka” Türkçemizde (karanın karasına) veya daha doğrusu (kazan karasına) isabet ediyor. Bir gazetecinin “siz neden bu kadar siyahsınız’” sorusuna bir Çingene karışı şu cevabı verdi: “Biz Mısırdan geldik, orada topraklar karadır, unutamıyoruz!”

Başka bir cevapta ise “Geldiğimiz toprakların rengidir siyah, unutamıyoruz! oldu.

Evleri yıkılan ve yaklaşan kış ortamında sokakta kalan Çingene kitlesinde “Ben halkımın kavgasıyım!” bilinci oluşuyor. Çingene deyip de geçme!

Kendilerini kutlarken gurur duyuyorum.

Reklamlar