Tarih: 31 Ağustos 2019
Yazan: Ertaş ÇAKIR
Konu: Bir ülke, hele vatanınsa, ölümünü anlatmak çok zor
Hain Ahmet Doğan’ın her gece cinlerle boğuştuğu deniz köşkünde yanan ampuller, Bulgaristan’ın 100 köyünde akşam saat 9’da yakılan sokak ampullerden fazlaymış. Yeni durum bana “yaşayan ölüler” çağını anımsattı. “Yaşayan ölüler” çağının sonunda hem toprak köleleri hem de toprak kölelerinin sahipleri yok olmuştu. Kader bu…
Todor Jivkov Bulgaristan’da derin bunalımları ve terörü her köşede yanan ampullerin ardına gizliyordu. Son 30-40 yılda Bulgaristan’da her şey sahte ve sonunda nüfus çöküşü yaşanıyor. Bulgar toplumunun özü kabul ettiğimiz köylerin boşalmasıyla başladı felaket… Bir defa 2500’den 1000’e indi Türk köyleri. Bulgar köyleri de boşaldı. 2000 köyde akşamları yanan ampul kalmadı. 2-3 yaşlının nefes aldığı Bulgar köyleri ise karanlığa alışmışlar. Haftada bir geçen araç ilaç ekmek ve gıda maddeleri getirdiğinde, muhtar talimatıyla “nüfus sayımı” yapıyor. Küçük kasabalarda çocuk bahçeleri, parklar dikenlik, bahar ve yaz biçimi yapılmayan yeşil alanlar yılanlık olmuş.
Bu çöküşün “gizli” tutulan başka boyutları da var.
Ruhsal çöküş, mali bunalıma ve maddi durgunluğa dönerken – 1984/1989 yılları arasında – etnik Bulgarların böbürlenişini anımsıyorum.
Bugün Bulgaristan’da ordu yok ama o zaman 200 bin, modern silahlanmış Bulgar orduları vardı. Ve bu silahlı güçler, 1970’ten sonra Müslüman azınlığa karşı süngü ve şarjör takmış, tank top sürmüş bir iç savaş yürütüyordu. Tank sayısı 3 200 bulan Bulgar zırhlı güçleri namluyu güneye çevirmiş, 400 savaş uçağının yarısını sürekli havada tutuyor ve tehdit savuruyordu. Sofya’daki askeri nümayişlerde silahlı kıtalar, zırhlı araçlar, helikopter ve savaş uçakları sürekli Güney istikametinde ilerliyor ve bu gidişin nerede durduğunu bilen olmadığından herkes sürekli endişe içindeydi. Şimdi her şey çöktü. Uçakların uçuş süresi doldu, demir yorgunluğundan hurdaya çıkarıldılar. S- 22 ve S -23 füzeleri kesildi, 8 adet F-16’yı ABD’ye sipariş ettik ve 4 yıl sonra teslimat yapılacak.
Yukarıda “nüfus çöküşü” dedik. Bulgaristan’da nüfus neden azalarak kayıp çöktü ve geriye büyüyor, çünkü halk, aileler, fertler fakirleşti. Nerde fakirlik orada maskaralık! Çingeneler bile şimdiye kadar doğumu Yunanistan’da yapıyor, çocuklarını satıyor ve dalavereye devam etmek için Bulgaristan’a dönüyorlardı. Artık usul değiştirdiler, Almanya’da doğum yapıp çocuk parası, analık parası, sosyal yardım parasıyla geçiniyorlar. Bu gidiş ve özellikle fakirlerin memleketi terk edişi adaletsizliğe ve çöküşü durdurma ihtimali olmayışına tepkidir.
Günümüz Bulgaristan’da göstermelik üst tabaka 40 bin kişidir. Bunlar lokanta-kahve süsleri, diplomatik ziyafetlere katılan, şehirlerin ana caddelerinde dolaşan kesimdir. Başsavcı seçimi, adalet reformu ve başka konularda Sofya’da Adliye binası basamaklarına toplanan ve hükümet lehinde gösteri yapanlar bu katmandandır.
Boyko Borisov, başbakan kürsüsünden “hızlı geliştiğimizden” söz ediyor. Bu çok büyük bir yalandır, çünkü hayat pahalılığı ve iş arayıp da bulamayan ve dış ülkelere çıkanların sayısı aydan aya artıyor. Bulgaristan’daki ücretler AB ülkelerinden 5 misli daha düşük olduğunu bilmeyen yok. Avrupa Birliği ülkelerinde saat ücreti 27,4 Avro iken, Bulgaristan’da 5,4 Avro’dur. Geçen yılın 18 Temmuzunda yayınlanan bir rapordan görüldüğü üzere, sadece cahillik ve fakirlik bakımından değil, emek verimliliği bakımında da Bulgaristan AB’de kuyrukta bulunuyor. Üstelik başka bir haber de düşündürücüdür. Eski kıta ülkeleri arasında (6 yıl farkla) en erken ölenler Bulgarlardır. Coğrafyası iyi olanlar bilir. Güney Afrika Cumhuriyeti’ne bağlı bir eyalet var Lesotho. Dünya’da 2018’de en yüksek ölüm oranı oradaymış, ardından gelen Bulgarlar.
Hırsızlık, dolandırıcılık, iş asma, rüşvetçilik ve yalancılık bakımından ise Bulgarlar Avrupa’da nam salmış ve birinciliği elden bırakmıyor. Bu da bir ölüm belirtisidir. Bu konudaki son beş yılın en parlak örnekleri arasında Bulgar vatandaşlığı ve Bulgar kimliği satanlar rekor kırdı. 28 milyon Avro rüşvet alındığı açıklandı, basına düştü, işin ardında Başbakan yardımcısı Kr. Kaçanov ve yönettiği VMRO partisi olduğu açıklansa da, kimsenin kılına dokunulmadı. Bu gibi konular devleti içinden kemirip kokutuyor. Olayların iç yüzünün açıklanıp temizlenmesi için bir şeyler yapıldığı düşünülse bile, ne yazık ki, her şey gizli tutuluyor. Pasaport satın alanlar yüz binlerce kişi, Bulgaristan üzerinden başka devletlere gittikleri ve kayıplara karıştıkları için “Şeytan aldı götürdü…” masalı geçerli olsa da, devlet arşivinde dalavere izleri ortadadır. Devlet izleri hiçbir yerde ve hiçbir zaman silinemez. Bu da devletin çöküş örneklerinden birisidir. Dolandırıcılık devlet memurları eliyle, imzası ve kullandıkları kaşelerle yapılıyor. Bizde devlet memurlarının sayısı her yıl artıyor. Artık (2019) 400 000 kişi olmuşlar. Borisov maaşlarını yükselteceğini açıkladı. 27 Ekim’de yerel seçim var. Maaş şeklinde dağıtılan rüşvetlerin bir kısmı da Bulgaristan’daki sayıları 200 olan devler ajansı, komitesi, enstitü ve amirliklerde geliyor. Ülke bu kurumlarla yönetiliyor. Bir yerde işler yürümese hemen yenileri açılıyor.
Örneklersek. Geçen sene Bulgaristan’da 7 binden fazla trafik kazası oldu. Svoge şehrine giden yoldan kayan bir dolmuşta 20 kişi birden öldü. Ardından hemen Trafik Güvenliği Komitesi kuruldu ve 380 tayın yapıldı. Yeni kurumun toplantıları İç İşleri Bakanı tarafından yönetiliyor.
Başka bir örnekte ise “Tarım” (Zemedelie) fonunun 23 Genel Müdürle yönetildiğini, 7.8 milyar Avro paranın kayıplara karıştığı veya kendi adamlarına dağıtıldığı Temmuz ayında ortaya çıkınca, 20 Temmuzda Vasil Grudev adından birinin Genel Müdürlere Baş Müdür atandığını, Tarım Bakanı istifa edip kayıplara karıştığını öğreniyoruz. Bu müdür, genel müdür ve başmüdürlerin görevi AB’den gelen paraları usulüne uygun yollardan kendi adamlarına dağıtmaktır. Bu paralarla GERB partisinin oy kazanı kaynatılıyor. Bu paralardan 10 milyon leva DPS Başkanı M. Karadayı’nın köylü akrabalarına akınca ve Borino tepelerine yeni “konaklar” kondu, akrabalık ilişkileri gelişip pekişti, M. Karadayı köye varınca bir kuzu kesilmeye başlandı. Bu işlerde imza sahibi olan müdüre Atice Alieva ise Avrupa Parlamentosuna tatile gönderildi.
Bir köyün “perspektifli” kadroları 10 milyon çalabiliyorsa, bu devlet, bu halk, bu emekliler ve azınlık üyeleri nasıl fakir ve yoksul olmaz? Bu kurumlarda çalışanların görevi her yıl 3 milyar Euro parayı kendi seçtiklerine, yukarıdan işaret edilenlere ve GERB partisi ortaklarının adamlarına dağıtarak ve seçim zaferini garantilemektir.
Tabii şu Bulgaristan’da devletin izni dışında hiç bir şey olamayacağını bilmeyen kalmadı. Doğan’a “Deniz Köşkü” yaptırmak ve her gece sabaha kadar 100 köyde yanan lambalardan fazla lambayı yanık tutmak da birilerin işi ve yok oluşun işaretidir. Bir kişiye bu kadar masraf… Bu planlarda da kurt yeniği var. Çöken adamın kendini övdüğü ve övdürdüğü bilinir. Bize inanan yok…
“10 Yıl” Avrupa’ya Çingeneleri asimile etme modeli anlattık ve para koparttık, artık kimse inanmıyor ve Avrupa Birliği devletleri kulağından tutukları Çingene’yi geri gönderiyorlar. Bu gidip gelmeler, insanların evlerini yakıp “göçe zorlayışlar” Avrupa devletlerini uyandırdı. Bu gelişmeler Bulgaristan’ın otoritesine gölge düşürdü. Bulgaristan’ın etnik sorunların çözümünde “model” olmadığı da gün gibi ortadadır. Bu cümleyi “Bulgar Etnik Modeli” için de söyleyebiliriz. Avrupa’daki Bulgaristanlı Türk öğrencilerin Türkçe kurslarına ve din derslerine gitmesi, Türk kültüründe, Ortak Tarih ve birlik beraberlik gibi konulara artan ilgi AB yönetimini kaygılandırdı. Şu da var, birçok ülkede etnik sorunlar var ama Bulgar “modelini” öğrenmek isteyen, bundan yararlanan henüz yok. Tüm bunların derin anlamında bir de Bulgar makamlarının şuradan buradan para kopartmak için değişik programlar uygulayışı var. Aslında bunlardan hiç birinden şimdiye kadar hiçbir fayda elde edilememiştir.
Bulgaristan “demokratik” bir ülke olduğunu iddia etse ve azınlıklar yerel ve genel seçimlere devamlı katılsa ve yüzlerce vakıf ve birlik vatandaşların etnik farklılıklarından yararlanmaya çalışsa da, her şeyin amaçlı ve sahte olduğu
Gün gibi ortadadır. Beliren değişiklikleri şöyle ifade edebiliriz. 2003 yılı yerel seçimlerinde bir oy için bir kilo şeker ve 20 leva yeterli oluyordu. Son yerel seçimlerde ödenen para 50 levayı buldu. 27 Ekim’de bu rakamın 70 leva olacağı üzerinde görüş birliği var. Tartışmalarda “milli doktrin” kavramının ne anlama geldiği de yorumlanıyor. İkinci soru ise, Bulgaristan bir “etnik model” midir? Çünkü Bulgaristan bir “milli model” olduğu önemini yitirmiş durumdadır. Ülkede ağırlıklı olan tüm sorunlar “etnik” köken ve niteliklidir.
Yerel seçimlerden yaklaşık bir ay önce, 15 Eylül’de okullar açılacak. Seçim konuşmalarında örneğin Romanların oylarını toplamak için, bir mahallede ya da şehirde lise bitirmiş ve okumak isteyen etnik gençlerden birkaçına burs önerme taktiği yine uygulanıyor. Fakat Bulgaristan’da çok etnikli devlet kurulması yolu açılmıyor. Yeni etnik doktrin geliştirilmiyor.
Bulgaristan gibi, nüfusunun yarısı farklı dil konuşan, ortak kültürü olmayan, dinleri, gelenekleri, yaşam tarzı, alfabesi, yazı dili, halk belleğindeki birikim farklı olan bir ülkede etnik sorunların çözümünde Fransız ve ABD gibi zengin ülkeler örneğinin kullanılmasında (etnik unsur yok ve ya olmasın) tezinin kullanılması iyi sonuç vermedi. Bu ülkelerin yasaları her çeşit etnik gruplaşmayı yasalarında yasakladığı, oluşmasına olanak tanımadığı ve hatta kovuşturmayı öngördüğü biliniyor. Bu 2 devletin toplumları aralarında etnik fark gözetilmeyen, eşit haklı Bay ve Bayanlardan oluşuyor.
Öte yandan, “Klasik” Yunanlardan başka, konuşulan dili Atina’dakilerin anlamadığı, Batı Trakya’da 2 milyon Türk, adalarda 3 milyon yerli, 1 milyon Pomak, 500 bin Makedon ve 500 bin de Arnavut, toplam 8 milyon farklı diller konuşan azınlıklar yaşadığı vurgulanması gereken bir gerçektir. Atina hükümetinde Trakya Bakanlığı, Makedonya Bakanlığı olsa da Yunan hükümeti ülkedeki etnik azınlıkları tanımıyor. Yunanistan ABD ve Fransayı taklit etmeye çalışsa da elde ettiği sıfırdır.
Bu konu üzerinde derinleştikçe, konu her defasında Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kapısını açıyor. Bu hareketin çilelerimizden, damarımızdaki kandan, Ruhumuzdan, irademizden güç alarak kurulduğuna inanıyoruz. Bulgarlar ise, “biz isim değiştirme yıllarında zulüm uyguladık ve DPS kurulmasına izin vermekle, bedel ödedik” düşüncesine katılmışlar. 1991’de Sofya Halk Meclisi Başkanı olan Stefan Savov’un demeçlerinde “bu fikri” işittiğim oldu. Kan kabartanlar Strazburg’ta “etnik parti yok” diyorlar. Bizde fikirler değişik ve çelişkili olabilir, gerçek de budur, Amerika ve Fransa yasalarına bel bağlayarak hareket eden, ederken şiddet hayalleri kuranlar da çoğalabilir. Fakat Strazburg mahkemesi “Maritsa” Belediyesine bağlı “Voyvodino”da evleri yakılan ve mahkeme kararına rağmen, mahallerine dönmelerine izin vermeyen Romanların (50 Roman ailesi) Bulgaristan’a karşı açtığı davayı kabul etti. Burada ilginç bir durum oluştu. Cezair, Fas, Tunus ve başka ülkelerden göç edip Fransa vatandaşı olanları vatandaşlıktan kovan devlet, belediye ve polis yok. Amerika yerlileri için de aynı sözleri söyleyebiliriz. Romanların Bulgaristan’a ne zaman geldiklerini kanıtlayan bir belge yok gibi. 2000 yıl önce de olabilir. Ruslar, bozkırlara 3 bin yıl önce konduklarını, Mısırlılar ise Ramzes devrinde yerleştiklerini tanıyor. Bulgaristan’da vatandaşın yerleşme hakkını tanıyan yasa 100 yaşında, içinde Roman sözü geçmese de durum değişmiyor, dünyaya geldiğinde doğum kağıdı Bulgaristan makamlarınca verilmiş, ülke sınırları içinde yaşayan her kişi Bulgar vatandaşıdır.
Herkesi ilgilendiren, 106 yıl ömrü olan “isim değiştirme ve din ile kimlik değiştirme” zulmü Bulgar tarihinden sökülüp yarası pansuman edilse savar mı? Bulgarlar Ortak Tarihimizi kabul eder mi? Ortak Kültür oluşturma konusunu müzakereye açabilir mi? Birlik ve beraberlik değimine yeni anlam kazandıra bilir mi? Bu sorunlar beni de ilgilendiriyor.
Son 20-30 yılda memleketimizde çok kötü bir olay oldu. Todor Jivkov ve etrafındaki 5-6 kişinin etnik azınlıklara karşı işlediği etnik zulüm suçlarından sorumlu olanlar yargılanıp konu kapanacağına, zalimlik Bulgar halkının sırtına yüklendi ve bu yük Bulgarların hepsini eziyor. Halk başkasından önce kendinden bildiklerine inanır. Propaganda suçluları Türklerde, Pomaklarda, Romanlarda, Makedonlarda ve diğer etniklerde aramaya devam ediyor. Bulgar Geçiç döneminde oluşan “kanser” budur. Ahmet Doğan ve etrafındakiler ise Bulgar ruhunun yaralı oluşunu sömürerek, kendilerine şatolar, saraylar, deniz köşkleri kurup halkı fakirliğe, yoksulluğa, ölümü beklemeye, kör cahil kaldığını fark etmemeye alıştırdılar. Bu çok acı bir durum.
Şu da var. Komünistlerin ve kurdukları rejimin sorumsuz ve cani hareketleri sadece 45 yıl devam etmedi. Birkaç nesil işe yaramaz Bulgarlar oluşturuldu. Toplama kampı, çakır kırma kampı, sürgün döneminin kapanmasından sonra, okul çağında çocukların kafasına beyin körleten zehir akıtılma devri başladı. Çalışmamaktan zevk alan bir kuşak eğitildi. Emekli çağına girmiş iş başı yapmamış kişiler arasında yaşamak zorundayız. Soymak, kapmak, çalmak, devleti dize getirmek moda olmuş ve bu küstahlığında başındakilerin “saray” ve “köşk” sakinleri olması çok üzücüdür. Soruyorum: Ahmet Doğan 28 milyon leva değerinde olan “deniz köşkünü” nereden kazandığı parayla elde etti. Doğan’ın etrafında çalışanlara nasıl olur da “ipoteksiz, garantisiz milyonlarca leva” kredi verilebiliyor ve sonra kimseden hesap sorulmuyor. Bu örnekler bir değil on değil.
Bulgaristan Müslüman Türkleri ve Romanlar mi ipotek ediliyor? Bu paralar Cumhurbaşkanı, yerel ve genel seçimlerde oyların ona ya da buna verilmesi karşılığı mı veriliyor. Soralım: Amerikan “F-16” uçaklarına 22 milyon ödeyince ne kadar komisyon aldınız?
Arkada kalan ağır yıllarda, hapishanelerde, kamplarda, çakıl toplama ve taş kırma karıyerlerinde taylar birdi, hepimiz sabunsuz yıkanıyorduk, haftalarca tıraş olmadan dolaşıyorduk, saçlarımız pire ve sirke doluyordu ve o yıllarda oluşan dostluklar, çeki ve sürünme dostlukları yok diyemeyiz. Fakat bunlar evdeki saksıda yetişmemiş olsa da, sivil hayatta devam eden baskı ve terör ortamında sanki tutmadı. Dallanmadı, yeşermedi, meyve yüklenmedi. Çok üzgünüm. İsim değiştirme, köylerin tanklarla basıldığı, erkeklerin kollarının arkadan kelepçelendiği yılların filimleri çekildi. Hiç birinde, hiçbir Bulgar yazar ve yapımcı, hiçbir aktrisin ağzına “onlar da insan” yapılan yanlıştır sözlerini sokmadı. Oysa Türklere silah çeken askerler uyuyamıyor ve her yıl ortalama 60 asker intihar ediyordu. Olayları doğru dürüst anlatan, yazan bir tek Bulgar yazar da, 5 rakı çekip gerçekleri yazamadı. Kendinde ulusal bilinç oluşturacak ışık bulamadı. Yeni kuşakta bu bataklıktan halkımızı çıkaracak aydınların yetişmemiş olması çok acıtıyor.
TV, her gün açlıktan ölenlerin haberlerini verirken, vatandaşların
para için birbirini kestiğini duyururken, yaşlıların öldükleri köylerde cesedini kaldıracak kimse kalmamışken, siz sayın kardeşlerim 20-50-100 levaya iradenizi satıp sürünmeye devam etmekten vazgeçmezseniz!!!!!!……………..
Doğru bilgi için bizi izleyiniz.
Dostlarınızla paylaşmayı da unutmayınız