Alaaddin İSMAİLOĞLU
Herkesin malumu olduğu gibi; Slovenya, Hırvatistan, Bosna savaşı ardından, Kosova Savaşı vuku buldu. Arnavutlar ayaklandı. Sırplar ayaklanmayı bastırmak için güç kullandı ve ardından Sırbistan’a yönelik ortak güç olan NATO müdahalesi geldi. 1999 yılında NATO’nun nerde ise üç aylık müdahalesi ardından Sırplar savaşı kaybetti ve Kosova’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Ardından çok uluslu barış gücü bölgeye yerleştirildi. Bir başkasının sayesinde zafere ulaşan Arnavutlar adeta sarhoşa döndüler. Yıllarca yapmış oldukları sinsi planlarına böylece ulaştılar. Özgürlük mücadelesi yürüten halk ne hikmetse güçleri olsa kendilerinden başka hiç kimseye yaşama hakkı tanımayacaktı.
Zaferin daha ilk gününde; Çingeneler, Torbeşler, Goralılar, Boşnaklar, Türkler aranmaya başlandı götürüldükleri yerde sorguya çekildiler, öldürülenler oldu, çok şükür ki barış gücü olayın farkında kısa zamanda oldu ve katliamlar durduruldu.
Katliamlar durduruldu, ama uydurma bahanelerle azınlıklara ait insanlar işinden oldu, birçok hakları ellerinden alındı. Tabii bundan da hiçbir suçu olmayan Türkler de etkilendi. En iyi kadroları işten çıkartıldı. Ve bir daha işlerine dönemediler. İşten çıkartılan bu insanlar hangi suçu işlemişlerdi ki işinden oldular. Daha önceki sistemde çalışmak bir suç idiyse, o zaman sistemin bir parçası olan Arnavutlar da çalışıyordu. Öyle ise onlar potansiyel suçlu muydu ve hepsi işten çıkarılması mı gerekirdi? Oysa bu kural onlara işlemedi, çünkü haklı tarafı yoktu. Buradaki amaç azınlıkları yıldırmak politikasıydı. Çamur at izi kalsın. Bu doğrultuda yüzlerce Türk aydını işinden oldu. Deneyimli kadrolar işten atılınca halkı korku sardı ve hak arayan insan kalmadı. O gün bugün bu haksızlığı ne masaya yatıran ve ne de sebebini soran olmadı.
Savaş öncesi dönemde, 1974 Yugoslav anayasasıyla Türkçe, Türklerin yaşadığı yerleşim yerlerinde Resmi dil statüsündeydi. Bütün yazışmalar, resmi evrakların tamamı Türkçe verilirdi. Ne hikmetse savaşın ardından bu haklar tamamen ortadan kaldırıldı, yapılan itirazlar sonucu Türkçe yeniden kabul edildi, lakin uygulamaya gelince bunun ancak sözde ibaret olduğunu görüyoruz.
Oysa, kardeş bildiğimiz Arnavutlar, o topraklarda 600 yüzyıldan beri var olan Türkçeyi ret ederken, düşman gördükleri Sırpları ve onların dili olan Sırpçaya karşı gık etmediler. Haa! şunu da söylemek gerekirse diller hanesine bir de resmi dil olarak İngilizceyi koydular. Bu da yetmedi. ABD Başkanı Clinton, arabulucu Holburk gibi siyasilerin heykellerini en gözde yerlere dikmekten çekinmediler.
Bu da yetmiyormuş gibi, Katolik dünyasının sevgisini alabilmek için, Türklerin yetiştirdikleri ve sonradan Türklere ve İslam’a hıyanetlik eden, asli dinine yeniden dönen, İslamlaşmış Arnavutlara deyimi yerindeyse kan kusturan İskender Bey (Corc Kastrioti) gibi bir haini her an milletin önünde hala gelmiş geçmiş en büyük milli kahramanı olarak göstermeye, onu yüceltmeye çalışırlarken, Türk kardeşlerini de yedi kat dibine sokmaya devam etmekteler. Sorarım, bunun kardeşlik ruhuyla bağdaşır hangi yanı var? Yorum sizin.
1999 yılına kadar, Yugoslavya’da Tito’dan kalma, Kosova Türk halkının sesi olan ve her açıdan, Türkler için hayati önem taşıyan; gazetelerden Tan, dergilerden, Çevren, Kuş, Sofra, Derya gibiler vardı ve bu tarihten sonra bütün bunların yayın hayatına son verildi. Günde birkaç saat Türkçe yayın yapan Priştine TV’si ile Priştine Radyosu yayınlarının sesi kesildi, çalışanları işten çıkartıldı (Miloseviç’in dahi yapmadığını bu gibi kurumları kapatma ve burada çalışan yüzlerce aydını bir günde sokağa atma kararını, göz kırpmadan alan Arnavut kardeşlerimize ne demeliyiz?).
Türkiye Cumhuriyetinin seçkin üniversitelerinde mezun olan nice gençlerimiz var. Onlar sefalet içinde sokakları gezmektedirler. Hangi sebeple görev alamıyorlar bunu soran, sorgulayan var mı? Bu insanların sesi bütün bu sıkıntılara rağmen niçin çıkmıyor, neden haklı olmalarına rağmen tepki veremiyorlar?. Nedenini soran var mı? Elbette yok ve olmayacak. Oysa nedeni çok basit, bunu demek için cesaret gerekiyor. Ana ülke sahip çıkmayınca da onların cesareti çoktan kırılmış. Çünkü bunu sorgulamak isteyenlere birileri onlara hemen Arnavut düşmanı yaftası bastırıyor. Haksızlığı söylemek, Sırpları istemekle eşdeğer yorumlanıyor ve onlara hain gözüyle bakılıyor.
Sanki onlar Kosova’yı istemiyor istedikleri Sırbistan’mış. Ne hikmetse buna da en fazla Türk yetkililer inanıyor ve inanmakla da kalmayıp faturayı ne acıdır ki birilerine yaranmak için kendi soydaşlarından çıkarıyor. Sanki onurlu Türk aydını o dönemde Arnavutlara karşı, Sırpların işbirlikçisiymiş algısını yaratıyorlar. Bu uğurda iftirayla nice insanlar kurban edildi. Halkı başka türlü yola getiremeyenler, seçtikleri yöntem geçim sıkıntısıyla terbiye etmek oldu. Amaçları ya Türküm dedirtip sefalet içinde yaşayacaksın ya da ben Arnavut’um deyip kurtuluşa ereceksin. Bu tam manada modern bir sindirme politikası.
Bundan cesaret alan Arnavutlar, buram buram Anadolu şehiri olan Prizren gibi bir yerde son aldıkları bir kararla Türkçe vaazı dahi kestiler. Hem de kararı alan Ankara’da okuttuğumuz, ekmek verdiğimiz ve vermeye devam ettiğimiz, ne idüğü belli olmayan İslam Birliği Başkanı sn. Lütfü Balık (Baluku). Türkiye buna da sessiz kalmakta. Prizren, bilindiği gibi tam manada bir Osmanlı şehridir. İslam’ın ve Hristiyanlığın kesiştiği nokta. Bir zamanlar Türkçenin hâkim olduğu şehir de bugünde Türkler yaşamaktadır. Türklerin yanında, çoğunlukta Arnavutlar olmak üzer; Sırplar, Karadağlılar, Torbeşler, Goralılar, Boşnaklar, Romlar. Günümüzde 30’un üzerinde Osmanlıdan kalma cami var. Bir zamanlar Türkçenin hâkim dil olduğu bu mekânlarda bugün kala kala sadece Sinan Paşa camiinde Türkçe vaaz verilmekte. Ne acıdır ki yukarıda işine geldiği gibi; gah Torbeşim, gah Türküm, gah Arnavut’um diyen adını zikrettiğim zat aldığı bir kararla Sinan Paşa Camisinde de Türkçe yapılan vaazı kesti. Bu kararın milliyetçilik, düşmanlık, art niyet veya ne derseniz deyin değil de adı ne olabilir.?
Dünyanın pek çok yerine olduğu gibi, Bölgede de TIKA ve Yunus Emre Kültür Vakfı faaliyette bulunmaktadır. Kosovalı Türkler ana dillerinde eğitim-öğretim görmektedirler. Liseyi bitiren bu çocukların çoğu tahsil için Türkiye ye gelmektedirler. Lakin öğrenciler bir ara sürpriz, bir o kadar da komik bir şeyle karşılaştılar. Üniversite’ye kayıt yapsalar da önce bir yıllık TÖMER’e dil kursu eğitimi görmeleri için gönderildiler. TÖMER’den sertifika almayanlar tahsile devam edemez dediler. Oysa tek kelime bilmeyen Arnavut çocukları üç aylık Yunus Emre Kursları sertifikasıyla doğrudan doğruya üniversiteye devam edebiliyorlardı. Türklere, Türk eğitim-öğretimine, öğretmenine, öğrencisine bundan daha büyük hakaret ne olabilir?
Üç aylık sertifika, 12 yıllık anadili eğitimi-öğretim görmüş ve diploma almayı hak kazanmış bir diplomadan daha değerli.
Siz olsanız bu durum da ne yapardınız? Pes doğrusu. Bindiğimiz dalı kesmiyoruz da ne yapıyoruz? Türkiye’nin marifetiyle, Türkler aralarında bölündü, küçüldü, asırlar boyu var olan birlik elden gitti. Bunun sonucunu da her geçen yıl azalmakta olan Türk öğrenci sayısında görüyoruz. Son yıllarda Gilan’da tamamen kapanan sınıflar oldu. Sadece bu başlı başına konuyu bilenler için, Kosova’daki Türklerin durumunu anlatmaya kâfidir.
Düşünün, 1970’lerden sonra Türkleri Arnavutlaştırma politikaları mimarları hep şu tezi ileri sürerlerdi. Türkçe Eğitim’den artık vaz geçin. Türkçenin bu topraklarda hiçbir istikbali kalmamıştır. Yüksek tahsilin tek şartı Arnavutça eğitimdir. Ama soylu Türk halkı buna kanmamıştır ve ana dilinde eğitime bin bir zorluğa, baskıya rağmen kendi maddi imkânlarıyla devam etmiştir. Hâlbuki o gün bunu söyleyenler, Türkçeyi hakir görenler, yok etmeye, kökünü kazımaya çalışanların, ne hikmetse bugün çocuklarını Türkiye Cumhuriyetinin en iyi Üniversitelerinde okutmaktalar ve T.C.nin bütün nimetlerinden yararlanmaktalar.
Oysa çocuklarına yüksek tahsil vermek isteyen Türk halkının bu endişesi nerde ise tam manada ortadan kalkmasına rağmen, her veli çocuğunu o veya bu şekilde Türkiye’de okutmak istiyorsa buna imkânların var olduğu ve Türkçe eğitime tam güvenin gelmesi gerektiği bir anda ibrenin tam ters işlemesi düşündürücüdür. Tabii biz bunun nedenini çok hem de çok iyi biliyoruz.
Biliyoruz, ama bizim bilmemiz bir şey ifade etmez. Bilmesi, anlaması gerekenler anlamak istemeyince. Ey Türkiye uyan! Geç olmadan uyan! Sizler gibi, hatta sizlerden kat kat daha fazla Arnavut’u seven, onu kardeş bilen bir neferim. Çünkü Arnavut yengelerimin hizmetleriyle büyüdüm. Haşa onlara ne düşmanlığım olabilir. Lakin sevgiler, karşılıklı olmadıkça kimseye bir faydası yoktur.
Bugün, perdenin arkasında hangi oyunların oynandığını derinlemesine biliyorum. Oyun 1912 yılından farksız. O zaman nasıl ki bir takım Arnavut aydınları Osmanlıyı arkadan vurup, o topraklardan hazin bir şekilde çıkmasına neden oldularsa ve ardından; Karadağlı ve Sırpların kucağına düştülerse, Büyük Arnavutluk’un kurulmamasını kendi elleriyle teptiydilerse bugünkü senaryo da vallahi aynıdır.
Çünkü batılılar orada Türklerin var oluşunu biliyor. Onların var olması, Türkiye’nin elini güçlendirmekte. Türkiye’nin de güçlü gölgesi onların kalkanı. Batılılar buna kıskanmakta.
Ne olursa olsun, şu gerçeği idrak etmeliyiz. Biz, Arnavutları sevmeliyiz, onlara hiç bir şeyimizi esirgemeden sahip çıkmalıyız, yardım elimizi uzatmalıyız, hatta ve hatta onlara karşı çok samimi olmalıyız. Lakin ve lakin tarih bize bir şey öğretmiştir ki hiçbir zaman onlara sonuna kadar bel bağlamamalıyız. Çünkü ne zaman, hangi şartlarda bizi yolda bırakacakları belli olmaz. Şunu diyebilirim, acı ama bir gerçektir, onlara karşı güvenilir olmalıyız, ama asla ve asla güvenmemeliyiz.
Bugün maddi açıdan Balkanlarda çok güzel şeyler yapılıyor, Türkiye Cumhuriyetini kutlamak gerek. Ama öyle yanlışlıklarda yapılmaya devam ediliyor ki biz affetsek, tarih affetmeyecek ve bizleri lanetleyecektir. Eğitim ki, üzerinden kolayca vazgeçilecek bir şey değildir. Bugün şayet o coğrafyada varsak, bunu eğitime borçluyuz. İşte bu nedenledir ki eğitimimizi çökertmek için bütün sinsi planlar devrede. Umarım bir an önce yanlıştan dönülür ve yapılması gerekli olanlar yapılır. AK Partinin cazibesine kapılan bir takım Rumeli göçmenleri bir zamanlar Türkiye’ye göç etmek için ve Türk kimliğini ispat edebilmek için hatta ve hatta mahkemeye kadar gittiklerini ve o şekilde muhacir olabildiklerini biliyoruz. Geldikleri yerde bu insanlar büyük uyum içinde yaşamlarına devam ettiler ve etmektedirler.
Ne hikmetse bu dönem zaman zaman çatlak sesler çıkmaya başlandı. Bunun neticesi sonucu bırakın o topraklarda fakat bugün geldikleri İstanbul, Bursa, İzmir vs. gibi ortamlarda Arnavutluk mefkûresi için çalışmaktalar. Bununda tek sebebi yine yukarıda saydığımı nedenler ve Türkiye’nin soydaşlarını muhatap almamasından, onlara değer vermemesinden ileri gelmektedir.
Bu tehlikeli gidişatın önüne geçilmediği takdirde, ileride hangi tehlikelerin gelebileceği kestirilmese de bir Kürt sorunu gibi Türkiye’nin başına ciddi belaları açacağı aşikardır. Şer odakları, fitne fesat pompalamaya devam etmektedirler.
Eskiden gizli de olsa, bugün bazı dernek yöneticileri Türkiye’de yaşayan 7 milyon (onlara göre) Arnavut’un başta Eğitim ve daha pek çok kültürel hakların kendilerine tanınması gerekliliğini açıkça ifade etmekteler. Hatta Kosova’ya giderek, Kosova’daki kardeşlerine sahip çıkan, Türkiye’ye değişik tarihlerde gelmiş olan Türkleri Sırp yanlısı, Arnavut düşmanı olarak nitelendirmekteler. Ve Kosova’daki Türklere Sırbofil damgası vurmaktalar. Onlara göre bugün Kosova’da Türk yoktur. Onlar, Türkleşmiş Arnavutlardır. Ve bir an önce aslına dönmeliler. Zaten şimdilik zaman onların lehine işliyor. Barış süreci ve neticelerini yakından takip ediyorlar. Süreç neyi getirecek neyi götürecek, muhasebe ediyorlar. Eh! böyle bir durumda ne hikmetse Diş Türklerden Sorumlu Milli Eğitim Müdürü (?)” Kosova’da %3’ü teşkil eden Türklerin ne gerek Türkçe Eğitim-öğretim görmelerine, onlarda Arnavutça okusunlar” derken, önemli bakanlarımızdan biri (?) “Arnavutlarda Türkler gibi Müslüman ne gerek Türk partisine” demekte. Onlarda bundan cesaret alıyor ve hatalar zincirine böylece her geçen günü bir yenisi ekleniyor.
1993’te Belgrad Büyükelçiliği yetkilileriyle özellikle Kosova’da yaşayan Türklerin ciddi sorunları masaya yatırıldığı ve saatlerce yapılan görüşme sonrası sıkıntıların enine boyuna tartışılması ardından alınan bir karara göre, Türklere büyük bir moral destek olan ve öz güven veren tek taraflı da olsa Çifte Vatandaşlık hakkının tanınmasıydı.
Ne hikmetse bugün bu hakta ellerinden alındı. Kendi işlerini istedikleri şekilde halleden KDTP yetkilileri diğer konularda olduğu gibi bu konuda da dut yemiş bülbüle dönmüşlerdir. Unutmayalım ki dünkü bazı Sırp uşakları, bugün Arnavut uşakları durumundadırlar ve kesinlikle halkın sorunlarına sağır kalmaktadırlar. Geçmişte onların yapmış oldukları hataları iyi bilen Arnavutlar, işlerine geldiği için onların hatta bakan olmalarına rıza göstermekteler. Çünkü bu kişiler, Türk haklarını savunmaya geçseler hemen geçmişin evrakları çekmeceden çıkarılacak ve hesap sorulacak.
Bu nedenle her iki taraf şu andaki durumdan memnun. Halk kimin umurunda! Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli handikaplarından biri de devamlılığı sürdürememesidir. Sonradan gelen bir öncekinin yaptıklarını yerle bir etmektedir. Bugün Kosovalı bazı aydınlar 1999 savaşı öncesinde yaşanılanlardan sorumlu tutulmak istenirlerse ( tabii istisna olanların dışında) temele inildiğinde görülür ki o zamanın iyi veya kötü bütün politikalardan olsa olsa o kişiler değil, Türkiye Cumhuriyeti sorumludur. Kaldı ki bize göre Kosovalı Türkleri işlerini doğru yapmışlardır.
Bu nedenler bugün bahane edilerek, aydınlara sahip çıkılmıyorsa bu şu andaki yetkililerin ayıbıdır. Geçte olsa bu insanların itibarlarını geriye çevirmek için bir an önce orda veya burada yaşayanlarla ilgili bir takım kararlar alınıp Türk kültür ve siyaset hayatına yapmış oldukları büyük katkılarından dolayı ödüllendirilmeleri en azından layık oldukları iade onura sahip olmaları gerekir. Bu bir an önce yapılmalı. Türkiye büyük devlet olma kararlılığını diğer alanlarda da olduğu gibi, bu alanda da göstermelidir. Bu insanlar hak ettikleri yeri doğdukları veya geldikleri topraklarda almalıdırlar. Sadece bu mu? Hayır. Söz konusu Makedonya veya Kosova olunca Türkiye bir an önce Torbeş, Goralı gibi unsurlarla işbirliğine geçmeli.
Son yıllarda gündem dışına ittiğimiz Torbeş, Goralı… kardeşlerimizin durumu da yeniden masaya yatırılmalıdır. Onlara ilgi göstermedikçe, sahip çıkılmadıkça, kendilerini Sırpların, Makedonların veya Arnavutların kucağında bulacaklar. Onlara bizim vefa borcumuz var. Zaten aslına bakarsanız onlar bizden başkaları değil ki. Geçenlerde Kosova ziyaretim esnasında bir Goralı kardeşimiz gözyaşlarına boğularak şunları söylemişti: “ İşsizlik, ilgisizlik, güvensizlik yüzünden insanlarımız dağılan Yugoslavya’nın değişik ülkelerinde çalışmaktalar. Sıkıntı büyük halimiz ne olacak. Allah’ın huzurunda yarın ahirette nasıl cevap vereceğiz. Sadece Sırbistan’da bu yıl elli Müslüman (Goranka) kızımız, Sırbistan’da kiliseye giderek Sırplarla dünya evine girdiler. Bu bizim tarihimizde görülmemiştir. Bu olaya Türkiye sağır kalamaz, kalmamalı. Ne olur Türkiye ecdat yadigârı Gora Bölgesine yeniden bir el atsın, atsın ki Çanakkale ve diğer şehitlerimiz kabirlerinde rahat etsin” dedi.
Bu ve buna benzer o kadar sorun vardır ki anlatabilmek günlerce yazmak gerek. Ama yazsak da, söyle sekte ne duyan, ne hisseden var. Kalpler mühürlenmiş, gözler görmez olmuş, kulaklar duymaz.
İnanın Kurt’u köpeğe boğduruyorlar. Hem de bundan haz alıyorlar. Bu gerçekleri bilen ve söyleyen her Türk bırakın o topraklarda, şu anda bulunduğumuz Türkiye de bile inanılmaz haksızlıklarla boğuşuyor. Bulgaristan soydaşlarımızın memur atamaları, sosyal haklar veya Batı Trakya Türklerinin son yıllarda pek çok hak elde etmelerine karşın, Kosovalı Türk Muhacirler bütün bu haklardan soyutlanmış, sorunu görüşmek isteseler dahi muhatap bulamamaktalar. Bundan daha hazin ne olabilir. Hatta şunu diyebilirim onca Rumeli milletvekilinden (Yugoslav kökenli olanlardan) ben Türküm diyene daha denk gelemedim. Gelinen noktada kendi kendime şunu sormadan yapamıyorum. Acaba Türklüğümden vazgeçsem mi? Belki bende öz kimliğimden soyutlanırsam, ancak hak ettiğim maddiyata ulaşabilirim. Faydalı işler topluma sunabilirim. Ama yine de Allah şaşırtmasın diyorum. Bilinmelidir ki Kosovalı Türkler Dinleri, Türklükleri söz konusu olunca onlar tuz ekmek yer ama bu ilkelerden asla taviz vermezler.
Onlar bugün bir takım şoven mihrakların, ve ne idüğü bilmez bazı milletvekillerimizin kurbanıdırlar. Bugün Balkanlar siyasetine biraz daha derinlemesine bakarsanız bütün bunları daha kolay anlarsınız ve görürsünüz ki Balkanlar siyasetine; ne Bosna, ne Sırbistan, ne Makedonya, ne Bulgaristan, ne Yunanistan, ne Karadağ veya Arnavutluk penceresinden bakılmıyor. Açıkça söylemek gerekirse bugün Balkanlar siyaseti bir takım Kosovalı siyasilerin dayatması sonucu şekilleniyor. Bu nedenle büyük bir boşluk var. Bu pencereden bakılmaya devam edilmesi halinde Türkiye’nin çok şey kaybedeceği açıktır. Umarım biz yanılırız ama ülkem kazanır. Dilerim biz yanılalım.
saygılarımla,
-BURSA -Alaaddin İSMAİLOĞLU