Çok iyi hatırlıyorum, ortaokul yıllarımdı…
3 arkadaş, henüz divan edebiyatı görmüyorduk ama Türkçe derslerinde öğretmenimizi kelimelerin kökleri ve eski dönemde yazılmış edebî eserler konusunda oldukça sıkıştırıyorduk. Hocamız fazla bunalmış olacak ki sonunda, “Çocuklar, siz en iyisi bu yaz tatilinde Eski Türkçe öğrenin. Seneye inşallah yine bir arada olursak, o zaman ince a, ince i, ince u konusunu ve kelimelerin köklerini size daha iyi anlatırım. Şu anda sorduklarınız bu sınıfın seviyesinin çok üzerinde” diyerek bizi Eski Türkçe’ye yönlendirmişti. Gerçekten de o yaz Eski Türkçe öğrenmek için ciddi bir çalışma içine girmeme rağmen sadece ince seslileri öğrenebildim. Ama o bile, yazı hayatında bana pek çok meslektaşıma göre bir adım önde olmamı sağlamıştı.
Kelimelerin köklerini bilmeden, o dili layıkıyla biliyorum diyemezsiniz. Rahmetli dedem, anneannem, onun annesi ve daha pek çok aile büyüğümüz o yazıya “Eski Türkçe” derdi. “Osmanlıca” ifadesi ise son 25-30 yılın ürünü olarak giderek yaygınlaştı ve Eski Türkçe’nin yerini aldı.
Şunu bir kez kesin olarak tespit etmek lâzımdır ki, Osmanlıca diye bir dil yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır!
Sadece Arap alfabesi kullanılarak Türkçe yazılmıştır. Aynen bugün Kazakistan’da Kiril alfabesi kullanılarak Kazak Türkçesi yazıldığı gibi…
Bugün Türk Dünyası’nda 3 temel alfabe hâlihazırda kullanılmaktadır.
1 – Latin alfabesi (Türkiye, KKTC, Azerbaycan <Kuzey>, Türkmenistan, Özbekistan ve Balkanlardaki Türk toplulukları bunu kullanmaktadır.)
2 – Arap Alfabesi (Doğu Türkistan, Güney Azerbaycan, Irak ve Suriye Türkleri <Arap devletlerinde kalan Türkler> ile Horasan Türkmenleri)
3- Kiril alfabesi (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ile Rusya’ya bağlı olan diğer Türk Devletleri <Tuva, Hakasya, Tataristan, Çuvaşistan, Altay vb.>)
Bunların haricinde kayda değer olmayan İbrani alfabesi, Glagolitic (Rum) Alfabe, Ermeni Alfabesi, Çin alfabesi kullanan az sayıda Türk topluluğu da mevcuttur. Ancak 300 milyon Türk Dünyasında bunların sayılarının toplamı 500 bin kişiyi bile bulmaz.
Bugün için Türk Dünyası’nda yaygın olarak kullanılan 3 alfabeden birini daha, yeni kuşakların öğrenmesinin kime ne zararı dokunabilir?
Kaldı ki, Kiril alfabesi hızlı bir şekilde zaten terk edilmektedir. Bugün ağırlık, yaklaşık 150 milyon nüfusla Latin alfabesinde olmakla birlikte, Arap alfabesi kullanan Türklerin sayısı da 80 milyona yakındır. Ve bu, hiç de küçümsenmeyecek bir orandır.
* * *
Türkiye’de alfabe inkılabı hakkında söz söylemek için öncelikle Kırımlı büyük fikir adamı Gaspıralı İsmail Bey’i tanımak gerekir. Onun Kırım’da bastığı gazete Kaşgar’dan Semerkant’a, İstanbul’dan Üsküp’e, Bakü’den Bağdat’a kadar bütün Türk dünyasında okunup anlaşılabiliyordu.
Gaspıralı İsmail Bey’in “Dilde, fikirde iş’te birlik” amacına uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllarda Türkiye de Latin alfabesine geçme kararı almıştır. O dönemde Sovyet işgali Türkistan, Kafkasya ve Kırım’da henüz başlamış olsa da hâlâ bu bölgelerdeki Türk Devletleri’nde Latin alfabesi kullanılıyordu. Kazım Karabekir Paşa’nın Eski Türkçe’ye devam edilmesi konusundaki ısrarına karşılık Atatürk’ün, kardeşlerimizle aynı alfabeyi kullanmalıyız yönündeki baskısı ağır basmış, sonuç olarak Türkiye Latin alfabesine geçmiştir.
Ancak Atatürk’ün hastalığının nüksetmesi ve Stalin’in yaklaşık 50 milyon insanın katledilmesine sebep olduğu ağır baskı politikası sonucu 1937’den itibaren Türkistan’da yavaş yavaş Latin alfabesi terk edilerek Kiril alfabesine geçilmeye başlanmış ve 1938’in sonu itibariyle bütün Türkistan’da Latin alfabesi Ruslarca yasaklanmıştır. Karşı çıkan aydınlar Sibirya’da kurşuna dizilmek suretiyle cezalandırılmışlardır.
Türkiye ise Latin alfabesinde kalmıştır. Bu bilgi ise Sovyet Rusya korkusuyla dönemin tek parti hükümetlerince tarihin derinliklerine gömülmüştür.
Bugün Orta Asya başta olmak üzere Türk Dünyası’nda Latin alfabesi giderek yaygınlaşıyor olmakla beraber, Türklerin İslâmiyetle şereflendikleri yaklaşık 1300 yıllık bir birikim de kütüphanelerimizde, binalarımızın kitabelerinde, mezar taşlarımızda hâlâ varlığını korumaktadır.
Bugün nasıl ki, ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da veya başka bir Batı ülkesinde; dünyanın hiçbir yerinde kullanılmayan ‘Latince dersi’ öğrencilere öğretiliyorsa, bizim de kendi tarih ve kültürümüzün temellerinde bulunan Eski Türkçe’yi okullarımızda öğretmemizden daha doğal ne olabilir ki?
Bugün dünyada 2 temel medeniyet başı çekmektedir. Biri Latin kökenli medeniyet, diğeri de İslâm temelli medeniyettir. Beğenseniz de beğenmeseniz de Türkiye, İslâm medeniyetinin çok ama çok önemli bir aktörüdür.
Buna karşı çıkmak, 1300 yıllık geçmişini inkâr etmek demektir ki, bu da yumurtadan çıkan civcivin kabuğunu beğenmemesine benzer.
* * *
Radyoda soruyorlar, “Okullarda Osmanlıca dersi konulması hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Vatandaş cevap veriyor: “Kardeşim 9 yılda bir İngilizceyi daha doğru dürüst öğretemiyoruz bir de Osmanlı dilini mi öğrenecek çocuklar(?)”
Bugün ne yazık ki toplumumuzun çok büyük bir kısmı Osmanlıca’yı ayrı bir dil zannediyor. Hele ki 20 – 25 yaş altındaki gençlerin neredeyse tamamı bu yönde bir fikrî sabite sahip. Bu nedenle ne yazık ki, öncelikle çocuklarımıza tarih ve Türkçe derslerini adam gibi vermemizin gerekliliği ortaya çıkıyor. Bir aile olan ve Osman Bey’in soyundan gelen anlamındaki “Osmanlı’yı” farklı bir millet adı olarak zanneden bir nesle zaten ne öğretseniz boştur…
Kendisine mikrofon uzatılan vatandaş, dedesinin Osmanlı milletinden (!) olduğunu zannederken, bunun bir devletin tebaası olmak anlamına geldiğini bile bilmiyor. Ama ilginçtir ki, “Osmanlıca istemezük!” diye de bağırıyor. Hani denir ya, “Cahilliğin bu kadarı da ancak tahsille mümkündür” diye, aynen öyle…
Türk tarihinde devletler, genelde ya saltanata sahip olan aile adı üzerinden (Osmanlı, Selçuklu vb.) ya da kurulduğu bölge üzerinden (Gazneli, Kırım Hanlığı gibi) isimlendirilmişlerdir. “Türk” adını kullanan benim bildiğim kadarıyla tarihte 5 devlet mevcuttur: Göktürkler, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkmenistan.
Bu nedenle okullara konulacak olan Eski Türkçe dersi üzerinden ilericilik adına, ‘Osmanlıcılık yapılıyor’ feveranlarında bulunmak tarihsel bakımdan komiktir. Bu konuda elbette eleştiriler olabilir ama lütfen doğru kavramlarla eleştirileri gerçekleştirelim. Yoksa gülünç ötesi durumlara düşülüyor…
Sözü Tarihçi Murat Bardakçı’nın Haber Türk gazetesinde yayınlanmış yazısından ufak bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum:
“…Dünya üzerinde kendi diline başka bir isim vermiş, o dili bir önceki devletinin kurucusu olan hanedanın adı ile kullanma garabetini göstermiş bizden başka bir devlet yoktur! İmparatorluk Almanyası’nda yahut Avusturya’sında konuşulan dil “Hohenzollernce” veya “Habsburgça” değil “Almanca”dır… Çarlık zamanı Rusya’sında “Romanofça” değil, “Rusça” konuşulmuştur… Krallık Fransa’sının lisanı da Fransızca’dır, “Orleansca” veya “Bourbonca” demek kimsenin aklına gelmez.
Biz ise imparatorluk Türkiyesi’nin diline, hanedana nisbetle “Osmanlıca” deriz ama bu dil Türkçe’dir ve “Osmanlıca” diye ayrı bir dil yoktur. Türkiye’de konuşulan dil, meselâ okuduğunuz bu yazı Türkçe’dir ama mâlum yanlış isimlendirmeden hareket edecek olduğunuz takdirde, aynı zamanda Osmanlıca (da) olur!…”